“Bir taş at. Bir taş daha at. Bir şiir ateşle. Bir yumruk yükselt. Sesini yükselt. Bir çocuk yetiştir. Bir maske tak. Duvara bir slogan yaz…”
Bu meşhur satırların yazarı Amerikalı anti emperyalist aktivist Tim Blunk (Malcolm X’in olduğu bilinir ama öyle değil). Bir şiir de değildi. Hapisteyken yazdığı bir kitabın içinde yer alıyordu. Şiir ya da değil. Modernizme direnişin simge haline geldi. Yeryüzünün bütün mazlumlarının bir şekilde, herhangi bir şekilde başarabileceği direnişe dikkat çekiyordu.
Direnmenin insan sayısı kadar yolu var. Ne iş yapıyorsanız, onu en iyi şekilde yapmak bir direniştir. İşte burada sinema ve sinemada da Wim Wenders devreye giriyor. Öyle duru, öyle sahici ve öyle kalıcı… Yeni filmi Harika Günler Mubi’de gösterimde. Festival yolculuğunu tamamladıktan sonra izleyici ile buluştu. Hayli ses getirdi. Güzel de oldu. Zira sinemanın kötülükle anlatıldığı, kötüyü göstermeden iyinin tarif edilemediği genel manzarada sahih ve insani dokularla bezeli hikayesi ile umudumuzu artırıyor.
Harika Günler’de başkarakter Hirayama, Tokyo’daki umumi tuvaletlerin bakımını yaparak geçimini sağlar. Dünyanın en büyük metropolü olan Tokyo şartlarına göre fazlasıyla sıradan bir hayatı olan Hirayama, yaptığı işle tezat şekilde müziğe, kitaplara ve fotoğrafa meraklıdır. Her gün aynı rutini yaşar ama bu sıkıcı tekrar içerisinde kendisini zinde tutan şey ağaçlar ve gökyüzü ile kurduğu ilişkidir. Her gün kapısını ilk açtığında gökyüzüne bakar. Tebessüm eder. İşini sever. En iyi şekilde yapmaya çalışır. Çaresizlikten değil, tercih olarak bu işi yaptığını anlarız. Çok da önemli değildir. Zira ne yaparsa yapsın, iyi yapmaktır emeli. Bu şekilde modernizmin çetin şartlarına, keskin çarklarına direnecektir. Çok sade, çok basit, çok insani bir direniş biçimi…
Hani Turgut Uyar’ın şiiri var ya. Göğe Bakma Durağı…
“İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım”
Filmi izlerken bu satırlar zihnimde dolandı. Wenders’in dili o denli sahici ki bir şiir okur, dokunaklı bir müzik dinler, en sevdiğinizle sohbet eder gibisiniz. Günleri harika kılan, Hirayama’nın hayatla kurduğu ilişki… Eskilerin tabiri ile “eşya ile irtibatı”… Modern zamanın anlamakta zorlanacağı bir içtenlikle…
Tim Blunk’ın satıları da Turgut Uyar’ın dizeleri de aynı göğü işaret ediyor. İnsanın, insanca var olabilmesi ve var kalabilmesinin yine insani kodlarla mümkün olacağının tarifi…
İnsanlığımızla sınandığımız şu günlerde, insan kalabilmenin yolunun insanca davranmakla mümkün olduğunu ve bunun gerçekten mümkün olduğunu anlıyoruz. Taş atarken de tuvalet temizlerken de göğe bakarken de durum aynı… İnsan, yol aldığı istikametin yolcusu olarak üzerine düşeni hisleri ve sezgileriyle belirlemeli.
Berlin Üzerindeki Gökyüzü, Toprağın Tuzu ve Derin Sular filmleriyle tanıdığımız Wenders, Avrupa elitizminin ötesinde yeryüzü doğallığının temsilcisi olarak sinemanın ağzımızda tat bırakan eserlerini üretmeye devam ediyor. Filmografisinde belgeselin geniş yer tuttuğu Wenders’in gerçeklik ve gerçekçilik ile bağının kuvvetli olduğunu kurmaca filmlerindeki dilinin dokunaklılığı ile anlıyoruz. Yol hikayeleri de vazgeçemediği unsur. Harika Günler’de de ana karakterle birlikte kısa ve uzun yollar yapıyoruz. Wenders yol dokusu için şöyle diyor: “Çoğu filmin sonunu başından önce çekersiniz. Hiçbir şeyi değiştirecek fırsatınız olmaz. Bir yol filminde ise tamamen özgürsünüz. Yeri gelir sağa gitmek yerine sola gidebileceğiniz manevra alanı bulursunuz. Yol filmleri sizi hep cesaretlendirir.”