Gümüş Sakal’ın ‘baş belası sevgili’si

Hakkı Yanık
Hakkı Yanık
04:0015/11/2025, Cumartesi
G: 15/11/2025, Cumartesi
Yeni Şafak
Nusret Özcan
Nusret Özcan

Nusret Özcan yeni baskısı yapılan eseri Sokak Sesleri’nde, ‘maneviyatının, imanının ve kişiliğinin oluşmasına vesile olan’ Eyüp ile ‘ruh ve madde mekânı’ olarak tabir ettiği İstanbul’u anlatıyor.

Nusret Özcan ile ilk tanışıklığımıza İLESAM vesile oldu sanırım. O yıllarda Dergâh Yayınları’nda çalışıyordum. Yollarımız Yeni Şafak’ta da kesişince önce mesai arkadaşı sonra dost olduk.

Sokak Sesleri yayımlandığında (2003), “Yüreğimin sesini duyman dileğiyle” notunu düşerek imzalamıştı Nusret ağabey. Eser, Eşik Yayınları’nca tekrar basılınca (Mayıs 2025) yeniden okudum. Okuduktan sonra bir defa daha anladım ki elimdeki İstanbul'u anlatan iyi bir ‘dönem’ kitabı.

Nusret Özcan, hayatını şekillendiren merak, arayış ve hassasiyetlerini de kattığı eserinde bir dönemin İstanbul’unun (Eyüp) sokaklarında yaşanan gündelik hayata ayna tutup yaşanılanları birçok yönüyle bu güne aktarmış. Halk otobüsü biletinden, tüp gaz kuyruklarına; sigara markalarından sokak satıcılarına kadar birçok ayrıntı kayda girmiş.

Konu edilen yıllar değişimin yeni yeni hızlandığı yıllar. Birçok mesleğin sokaklarda izler bırakarak kaybolduğu zamanlar. İlkin elektrik peşinden radyo ve televizyon girdi sokağımıza. Sonra bu değişim ve dönüşüm digital çağa gelip yaslandı. Rüzgâr o kadar hızlıydı ki dünya gittikçe küçüldü; bilgisayar ‘cep telefonları’na, saatlere girip ellerde oyuncak haline geldi. Derken ‘yapay zekâ’ya kadar geldik.

Bu eseri Ayfer Tunç’un Bir Mâniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı kitabından daha yukarıda bir yerde görüyorum çünkü Tunç’un anlatımında biraz riyaziye ve kuruluk var. Oysa Özcan masal anlatır gibi naklediyor, bir nevi destan yazıyor. Kalemini ‘yalın ve zarif’ kullanıyor. Üstelik o kadar rahat ve içten yazmış ki satırların ahengine kapılmamak mümkün değil.

Kitabı yayınlandığında kendisiyle bir söyleşi yapmıştım Dergibi için (23 Nisan 2003). O konuşmada, Eyüp ve İstanbul’u şöyle anlatmış: Eyüp; dünya maceramın başladığı, maneviyatımın, imanımın, kişiliğimin derinlemesine oluşmasına vesile olan övünç kaynağı ruh ve madde mekânı... İstanbul; yaşamak için başka hiçbir yeri düşündürtmeyecek kadar beni fena etmiş yurdum.

“Rabbim beni çok sevmiş olmalı ki; Türkiye’nin İstanbul’unda, İstanbul’un da Eyüp’ünde halketmiş” (s. 7) cümlesiyle başlıyor eserin takdimi. Sokağı sokak, mahalleyi mahalle yapan unsurları okura yaşatarak aktarıyor Nusret Ağabey. Mevsim girmeden önce yapılan hazırlıklar, dam aktarmalar, bahçe temizliği, Mesire yerleri, kaplıca ve ılıcalara gitmeler, çocukların Kur’an kurslarına katılmaları ve geceleri oyun oynadıkları sokakları seslere boğmaları detaylıca anlatılıyor. Sonra, akşam oturmaları ve elbette sünnet, kına, düğün ve ailecek gidilen yazlık sinemalar. Film anlatmak diye bir şey varmış o zaman. Sinemaya gidebilen çocuk gidemeyenleri etrafına toplar, seyrettiği filmi anlatırmış.

O devir bize uzak değil. “… gaz lambalarıyla aydınlatıyorduk evlerimizi ama içimiz ışıl ışıldı” diyor 10. sayfada. Biz de kullandık 7 numara, 9 numara, 14 numara gaz lambalarını. ‘Eski mahalle’de yabancımız olmayan Çarşafçi geldi hanııımmm! veya Eskiler alıyommm, eskiciii! benzeri sesleri de hatırlatıyor Nusret ağabey. Ve meslekleri: Çöpçüler, gazete satıcıları, sakalar, simitçiler, destancılar, kalaycılar, yazıcılar vs. Bir de Kemal Sunal filmlerinden hatırladığımız meşhur kuyrukları. Sigara için, margarin, gaz, pide, tüp gaz vs. almak için oluşan kuyruklar.

‘Zarif kalem’ benzetmesini boşuna yapmadım. “İnsancıklar” diyor Özcan, “kadıncağız, adamcağız, hayvancık” kelimelerini kullanıyor. Kalem zarif olunca, “… çaydanlık onulmaz bir acının türküsü gibi hüzün verici bir ses çıkarmaya başlar” (s. 61) gibi cümlelere sıkça rastlıyoruz romanda.

Mevsimlere insaniyet katıp canlı muamelesi yapıyor. Bakalım: Kış vefasızdır; birden terk eder (s. 13), Yaz mevsimi, güzelliğinden emin sarışın bir dilaradır (s. 27), İlkbaharın bir kısmı kış, bir kısmı yaz … Sonbahar biraz sinsidir (s. 55).

Sokak Sesleri çiçeklere bürünmüş neredeyse. Bir evin bahçesinden bahsederken (s. 18-19). Uyku çiçeği, Camgüzeli, Hüsnüyusuf ve Akşamsefası gibi 30’a yakın çiçekten bahsediyor. Kitaplarla olan ünsiyeti de hastalık derecesinde: … bu kitap hastalığımın iyileşme ihtimali de yok! (s. 189). Aynı çizgi romanları okumuşuz, o şehirde, ben köyde. Teksas, Tommiks, Zagor, Red Kit, Ten Ten, Tarkan ve daha birçokları…

Mahallece pikniğe gidilirmiş eskiden. Mesela nerelere? “Alibeyköy’ün ilerileri, Pirinçli köyü, … Mecidiyeköy ve Çengelköy, Beylerbeyi sırtları, Florya, Bakırköy mesire yeri oldukları günleri bilmem hatırlar(lar) mı? (s. 21-22).

Her yönüyle sanatkâr olan Nusret ağabey, eşsiz bir esere imza atarak kendine düşeni yapmış.

Okumam boyunca hem onun ‘yüreğinin sesini duymaya’ hem de o sesi anlamlandırmaya çalıştım. Bu kitabı okumayanların kayıpta olduğunu belirteyim.

Nusret ağabeye rahmet dileyerek eserin son cümlesini yazımın da son cümlesi yapıyorum: Çılgın ve tam baş belası bir sevgilidir bu İstanbul (s. 340).


Bizim mahalle

İlk baskısı kitaplığımda bulunan Bizim Mahalle’yi okumamıştım. Romanın Sokak Sesleri’yle bir bütün olduğunu kitabı okuduktan sonra anladım.

Eşik Yayınları’yla başlayayım. Yayınevi, Nusret Özcan’ın tekrar basımını nicedir beklediğimiz kitaplarından Sokak Sesleri, Bizim Mahalle, Leylâ ile Mecnûn, Bir Hüzün Yolcusu ve Kar Kelebekleri’ni gözden geçirerek yeniden yayınladı. Onlara bu titiz çalışmaları için teşekkür ediyorum.

Aynı hayatı ve hayâlleri paylaşan insanların yaşadığı mahalleye çocuk gözüyle bakışın ortaya çıkardığı bir kitap Bizim Mahalle. Gerçekten bizimdi mahalle. Orada birlikte yaşanır; sevinçler, hüzünler ve yokluklar hiç yüksünmeden paylaşılırdı.

Nusret ağabeyin gözlemleri ve çocukluk hatıraları romanın ana unsurlarından. Her satırıyla (eski) mahalleyi yaşatan samimi bir çocuk romanı olan eser, hem çocuklar hem de büyükler için. Anlatım hep çocuk gözüyle yapılmıyor. Bazı bölümlerde bu görevi bir büyük olarak yazar devralıyor.

Kitapta samimi bir anlatım var. Ailedeki anne, baba ve çocuk arasındaki ilişki, kıskançlıklar, mahalleli çocuklar arasındaki rekabet, yaramazlıklar, sokak aralarında oynanan oyunlar, komşuluk ilişkileri, zorda kalanlara el uzatılması, yanlış davranışları göze çarpan gençlere büyükler tarafından verilen öğütler, şefkat dolu ihtiyarlar, saygılı çocuklar ve bir sürü -unutulmuş- detay abartılmadan yansıtılıyor.

“Yattım Allah kaldır beni / Nurdan nura daldır beni” (s. 5) diye mırıldayarak uyuduğumuz geceler nerede kaldı? O samimiyet ve uyku perisinin göz kapaklarımıza abanışı… Bunları okura tekrar yaşatıyor Özcan.

Mesele mahalle olunca basit insanların yaşadığı basit hadiseleri göz önüne getirmek gerek. Sarhoş babanın yol açtığı nahoşluk, okulun en başarılı öğrencisinin kaybolması, bir bebeğin doğuşu, çatı aktarma, pazarda alışveriş veya bir afet sayfalarca anlatılabilir.

Kader birliği yapmış insanların paylaşarak çoğalan hikâyelerine kulak kesilen bu eserde bütün yalınlığıyla, büyük şehre tutunmaya çalışan Anadolu insanının sesi, sevgisi, sevinci ve çaresizliği var. Mahcup yüz, yeri delen bakış, fukara gülümsemeler var. Kaybettiklerimizin ardından oflayıp puflamaktansa kaybedileni bulup aşk ve inanç ile yeniden kurabilmenin yollarını aramalı.

Unutmayalım çocukların dünyası basit ve küçüktür fakat o küçüklükte büyük manalar yüklü, o basitlikte çözülemeyecek bulmacalar gizlidir. Bizim Mahalle, okurunu o ilişkiyi ve o ritmi anlamaya çağıran bir kitap.

#Okuma Notları
#Gümüş Sakal
#Nusret Özcan