Holywood’da Müslümanlara yer yok

Yeni Şafak
Aylin İzmir
04:0020/05/2018, Pazar
G: 18/05/2018, Cuma
Yeni Şafak
Yapımcı ve yönetmen Ovidio Abdullatif Salazar
Yapımcı ve yönetmen Ovidio Abdullatif Salazar

Genç yaşta tasavvufa yönelerek bu alanda pek çok sinema filmi ortaya koyan yapımcı ve yönetmen Ovidio Abdullatif Salazar, filmlerinde İslam kültürü ve medeniyetini ortaya koyuyor. Kendini Holywood göçmeni olarak tanımlayan Salazar, “Babam ve kız kardeşim Holywood’da oyunculuk yapıyor. Ben de BBC ile İslam dünyası hakkında pek çok çalışma yapmıştım ama 11 Eylül’den sonra biz Müslüman sinemacıların işi epey zorlaştı” diyor.

Yapımcı ve yönetmen Ovidio Abdullatif Salazar, tasavvuf konusuna 16 yaşında merak sarmış ve bu alanda çalışmalar yaparak zamanla sinemaya yönelmiş. Doğma büyüme Kaliforniyalı olan Salazar, aradığı tüm soruların cevabını tasavvufta bularak İstanbul ve Konya başta olmak üzere pek çok dergâhı ziyaret etmiş. İlmini arttırmak için gittiği Avrupa, Orta Doğu, Paris, İstanbul, Kahire ve Londra’da filmler çeken Salazar, tüm yapımlarında İslam kültürü ve medeniyetini yansıtmayı amaçladığını söylüyor. BBC’nin “İslam’ın Yüzleri” ve “ Hac-Hayatın Yolunda” ile IMAX’in “Mekke Yolculuğu” serisi dahil olmak üzere çok sayıda film yöneten Salazar, İslam dünyasının senaryo konusundaki açığını geçmiş birikimlerinden faydalanarak kapatması gerektiğinin altını çiziyor. Salazar ile Konya’da düzenlenen Sufi Sinema Günleri (Sufisin)’nde bir araya geldik.

DAĞLARDA YAŞADIM
* Tasavvufla ne zaman tanıştınız?

Kaliforniya’da büyüdüm. 16 yaşımda tasavvuf kitaplarını keşfettim. Feridüddin Attar’ı çok seviyordum. Tezkiretü’l Evliya’yı çok okurdum. Kız kardeşimin eşi bana “Eğer hakikati merak ediyorsan sufilerin peşinden gitmen lazım” diyordu. Gençliğim hep bu alandaki kişileri ve kitapları araştırmakla geçti diyebilirim. Kaliforniyalı bir genç olarak yaşıtlarımdan çok farklıydım. Dünyaya bakışım da böylelikle değişti. Sonrasında bir meditasyon hocasıyla tanıştım ve Fransa’ya taşındım. İki yıl Fransa’da yaşadım. Dağlarda bir hayat sürdüm. Hem sufizmle ilgili kitaplar okudum hem de meditasyon eğitimleri aldım. O dönemde sufizmi İslam’dan ayrı zannediyordum. 1973 yılında bir arkadaşım bana, “Konya’ya Şeb-i Aruz törenlerine gidiyoruz” dedi. Sonra Konya’ya geldim. Ardından manevi evim olan İstanbul’a gittim. Orada tekkelere gittim. 1973’de sufizm ve İslam Türkiye’de çok yer altındaydı. Görünür değildi. Şeyhlerle tanıştım. Dergâhlara gittim.


* En çok ne etkiledi sizi İstanbul’da?

Her şey etkiledi beni. Çünkü Kaliforniya’dan geliyordum. Ama biraz daha ciddileşmeye başladım. Artık sufizmi yani tasavvufu İslam’la birleştirmeye başladım. İkisinin iç içe geçtiğini gördüm. Tasavvuf şeyhleriyle tanıştım. Türkiye’de Kelime-i Şahadet getirerek Müslüman oldum. Sonunda da kendimi Kahire’de ve oradan da Kudüs’te buldum. Arapça öğrendim. Kudüs’te Londra’ya belgesel çeken bir gazeteci ekibine Arapça konusunda yardımcı oldum.

* Başka kimselerde sizden etkilenip Müslüman oldu mu?

Eşimle 20’li yaşlarda Fransa’da tanışmıştım. O da İslamiyet’i kabul ederek Müslüman oldu. Araştırmalarım onun da dikkatini çekiyordu. Etkilenen arkadaşlarım da oldu tabi. Tasavvuf merakıyla gittiğim ülkelere eşim de benimle geldi. O da Mısır’da Kelime-i Şehadet’i getirdi.


EŞİM SUFİZM
YAYINCILIĞI YAPIYOR
* Sinemaya olan merakınız nasıl başladı?

60’larda kendini arayan ve sisteme isyan eden biriydim. Pozitif eylem anlamında bir başkaldırıydı benimkisi. Tıpkı Mevlana Celaleddin Rumi gibi. Formel hayatın bir şekilde dışına çıkıp hayata ve olaylara çok geniş bakmaya başladım. İlk filmimde denizde sörf yapan bir gencin hikayesini işledim. Burada bir anlamda kendimi ve arayışımı anlattım. 1980’li yıllarda Londra’ya gittim. Orada iş bulamadım. Mekke ve Cidde’ye giderek Hac hakkında bir belgesel çekme çalışmalarına başladım. Orada Ömer Faruk Aksoy adlı bir Türk belgeselciyle beraber çalıştım. Mustafa Akkad ile tanıştım. Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Haram’ın genişletilmesinin film edilişlerinde bulundum. Orada Türklerle çok güzel anılar biriktirdim. Eşim de o dönem tasavvuf ile ilgili yayıncılık işiyle uğraşmaya başladı. Hala da Mevlana Celaleddin Rumi ile ilgili kitaplar çıkarıyor.

* O dönemde ABD ve İngiltere’de insanların tasavvufa bakışı nasıldı? Geçmişte bugüne neler değişti?

Günümüzde özellikle ABD’de tasavvufla ilgili yapılan çalışmalar epey duruldu. Kimsenin bu çalışmalara ciddi bir tepkisi olmadı ama ilgisi de yok diyebilirim. Sufiler orada Siyasal İslam bakışıyla direkt Müslüman olarak algılanmıyor. Belki de bu yüzden tepkiyle karşılanmıyor.

* Müslüman bir yönetmen olarak İngiltere ve ABD’de çalıştığınız dönemlerde herhangi problemle karşılaştınız mı?

11 Eylül’den sonra Müslüman sinemacıların işi epey zorlaştı. BBC ile İslam dünyası hakkında çalışmalar yapabiliyorken artık bu türden çalışmalar yapamaz oldum.

İSLAM MEDENİYETİNİ
GÖSTERİYORUM
* Filmlerinizde daha çok hangi temayı işliyorsunuz?

Filmlerimde daha çok İslam kültürünün güzel taraflarını göstermeye çalışıyorum. Politik konulara hiçbir zaman değinmedim. İslam dünyasını daha çok medeniyet temasıyla ele alan filmler çektim. Ben filmlerimde de mesajımı birebir göstermiyorum. Çünkü seyirciye vaaz vermeye gerek yok. Ben İslam kültürünün felsefesini göstererek mesajımı da bu şekilde iletiyorum. Örneğin “Gazali”, “Hac-Hayatın Yolunda”, İsveçli bir diplomat Müslüman oluşunu anlattığım “İki Dünya Arasında”, Taha Abdurrahman hakkında çektiğim filmleri işte bu şekilde ele aldım.

  • * Müslümanlar filmlerde genellikle terörist olarak gösteriliyor. Müslüman sinemacılar sizce yaptıkları filmlerle bunun önüne geçebildi mi?
  • Müslümanlar her zaman günah keçisi olarak ilan edildi. Eskiden kovboy filmlerinde Kızılderililer çok kötüydü, şimdi de onun yerini Müslümanlar aldı. Üstelik bu filmleri yapanlar, zamanında Kızılderileri katletti. Biz Müslüman sinemacılar inanılır karakterler ortaya koymalıyız. Bu karakterin hataları da olmalı, faziletleri de. Müslüman sinemacılara çağrım şu olur ki Allah’ın ipine sarılalım ve bölünmeyelim. Bu ipi kesmeye çalışanlara fırsat vermeyelim. Güç birliği yaparak bazı şeyleri aşmaya çalışmalıyız. Örneğin Sufi Sinema Günleri’nde hepimiz tasavvuf etrafında birleştik. Düşünen, duyan, kalbi olan, gören insanlar bunu fark edecektir. Bunun için büyük bütçelere ihtiyacımız yok. Yine de destekler bulmalıyız. Teknik anlamda ve senaryo konusunda Müslümanların aklını yansıtmak için çalışmalıyız.
* Senaryo konusunda zayıf mıyız?

Senaryo konusunda geçmiş birikimlerimize bakmalıyız. Böylece senaryolarımızı güçlü kılabiliriz. Bunu da aynı zamanda görsel dile aktarabilmenin yollarını bulmalıyız. Örneğin Semih Kaplan filmlerinde bugünü ve geleceği çok iyi bir şekilde aktarıyor.

* Günümüzde sosyal medya toplumu yönlendirme ve algılarını etkileme konusunda oldukça etkili. Sinema da bu gücü elinde bulunduruyor mu?

O kadar etkili olduğunu düşünmüyorum. Örneğin benim Gazali filmim izlendiği zaman ilk etapta verilen mesajları seyirci anlayamaz. Yani bu belli bir dikkat gerektirir. Ama günümüzde seyirci şimdi bir yandan telefonla ilgileniyor bir yandan da film izliyor. Bu nedenle dikkatlerini filme tam olarak veremiyorlar. Ayrıca seyircilerin uzun çekimlere tahammüleri yok.

* Müslüman gençlerin sinemaya olan ilgilerini nasıl buluyorsunuz?

Gençler özellikle kısa filmlere çok meraklı. Onlar ileride çok güzel işlere imza atacak diye düşünüyorum. Bu anlamda arka planda kendilerini geliştiriyorlar. Genç kızlar özellikle daha istekliler. Bu nedenle sinemada daha verimli olabilirler. Gençler sebatkar olmalı. Şu an Mevlana üzerine bir çalışma yapıyorum ve üzerinde 8 yıldır çalışıyorum. İbn-i Arabi üzerine de bir senaryo geliştirmek istiyorum ve bunlar için ciddi çalışmalar yapmak lazım.


İran sinemasının bir kimliği var
* Müslüman ülkeler arasında İran sineması farklı bir yer edindi ve gelişim gösterdi. Siz nasıl buluyorsunuz?

İran sineması sanatsal açıdan bu işin sırrını çözdü diye düşünüyorum. Orada devlet desteği de çok fazla. Estetik olarak iyi işler yapıyorlar. Aynı zamanda estetik bir kültürden geliyorlar. Ama dağıtım konusunda zayıf kalıyorlar. Maalesef büyük bütçelerle rekabet edemiyorlar. Ama İran sinemasının bir kimliği var. Önemli olan nokta da bu. İran da ABD gibi kendi fikrini duyurmayı başarıyor. Hollywood da Bollywood da kendi patikasında yürüyor. Ben de kendimi bir Hollywood’dan sürülmüş biri olarak görüyorum. Ben bir Hollywood sürgünüyüm (Gülüyor) Babam ve kız kardeşim Hollywood’da çalışmaya devam ediyor.

#Hollywood
#Sinema
#Müslümanlık