Özel televizyon ve radyoculuğun başladığı 1990’ların başında lise öğrencisiydim. Gazeteciliğin ve gazetecilerin dikkat çektiği bir dönemdi. Ülkenin gündemi siyasi olaylar bakımından çok hareketliydi. TRT’deki alışa geldiğimiz haberciliğin ve tartışma programlarının dışında yeni bir tarzla karşı karşıyaydık.
Aynı yıllarda Samsun’da Site Camii’nin altındaki çay evlerinde bütün gazeteleri okuyabilme imkanı vardı. Fırsat buldukça oraya gider bir çay karşılığında yerel ulusal neredeyse bütün gazeteleri okuyordum. Gazeteci olma fikrim böyle bir ortam neticesinde oluştu. Üniversiteye hazırlanırken de bu fikrim daha da pekişti.
Sınav neticesinde İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi gazetecilik bölümüne yerleşmeyi hak kazandım. Artık basın dünyasının merkezi Bâb-ı Âlî’nin bulunduğu İstanbul’da öğrenciydim. Önce üniversite staj imkanı oldu, ardında birinci sınıf bitince yaz tatilinde Türkiye Gazetesi’nde kısa bir süre stajyer muhabir oldum.
İkinci sınıftayken çalışmayı çok istiyordum. Rahmetli babam İstanbul’a yanıma geldi. “Baba bana bir fotoğraf makinesi alırsan, öğrenci olarak kendi harçlığımı çıkaracak iş bulabilirim” dedim. Böylece yolumuz Sirkeci’ye düştü. Artık bir fotoğraf makinem vardı. Üstelik dikkat çekici. Fotoğraf makineleri genellikle siyah renkli olur. Ama benim makinem beyazdı. Bu yüzden zaman zaman “Beyaz fotoğraf makineli adam” olarak anılıyordum. Türkiye’nin 1990’larda yaşadığı karanlık dönemde yayın hayatına başlayan Yeni Şafak Gazetesi, bir gazeteci adayının en büyük rüyalarından biriydi. 1997 yılında Yeni Şafak Gazetesi’ne stajyer muhabir olarak başlayarak meslekteki ilk hayalime kavuşmuş oldum.
Türkiye’nin son çeyrek yüzyılda yaşadığı olayları, dönüşümleri, gelişmeleri, atlattığı badireleri, bu çatı altında yaşadım, şahit oldum.
28 Şubat süreci ile daha da azgınlaşan yasakçı hareket, özelikle mütedeyyin-muhafazakar camia üzerine yapılan baskılar, mesleğimizin ilk yıllarında olgunlaşmamıza sebep oldu. Daha fazla çalışmak ve daha fazla mücadele etmek gereken yıllardı. Daha çok öğrenmemiz ve daha iyi anlatmamız gerekiyordu.
Refah Partisi, o yıllarda kapatılmıştı. Recep Tayyip Erdoğan o yıllarda mahkum edilip, belediye başkanlığından ayrılmıştı. Erdoğan’ın hapse gidişine de, hapisten çıkıp halkla kucaklaşmasına da şahitlik ettik.
Ekonomik krizi en derinden hissettik. Zor koşullar altında mesleğimizi icra ettik. Siyasal hesaplaşmalardan zaman zaman nasibimizi aldık. Başörtüsü yasaklarını haberleştirirken, gözaltına alındık. Yazdıkça direnişlere umut olduk.
Yeni Şafak, Türkiye’nin demokratikleşme serüvenine çok önemli katkı sundu. Baskıya uğrayan yazarların limanı, baskıya maruz kalanların sesi oldu. Antidemokratik tüm olayların karşısında yer aldı. Bu yüzden de vesayetçilerin hiç hoşlanmadığı bir yayın kuruluşuydu.
2002’den sonra Türkiye’de siyasal iktidarda büyük değişiklik olmasına karşın, 2016 yılına kadar vesayetten kaynaklanan sorunlar hep var oldu. 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimi öncesinde başlayan kriz, 2016 Temmuz darbe girişimine kadar devam etti.
Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa sahip iktidar partisi 2008 yılında kapatılmak istendi. Meclis’te kabul edilen anayasa değişikliği Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilerek, milli irade yok sayıldı.
Türkiye’nin paralel bir çete tarafından ele geçirildiği bu dönemde ortaya çıkarıldı. Nihayetinde bir darbe girişimi başarısızlığa uğratılarak, Türkiye tarihindeki darbeler dönemi kapatıldı.
Yeni Şafak bütün bunların yaşandığı 30 yılda milli iradenin adeta sesi oldu. Bütün bu olayların yaşandığı yıllarda muhabir, editör, haber müdürü ve şimdi Genel Yayın Yönetmeni olarak bu gazetede yer aldım. Daha nice yıllar Yeni Şafak…