
Nazar Karacan’ın uyarladığı, Emre Karacan’ın sanat yönetmenliğini üstlendiği Şeyh Galib’in klasikleşmiş eseri Hüsn ü Aşk, “Kaderin Kalemi”, başlığıyla yeniden yorumlanarak çizgi roman formatında Ketebe Yayınları tarafından genç yetişkin okurla buluştu. Nazar Karacan, “Hüsn ü Aşk, özünde bir arayış ve olgunlaşma hikâyesi. Bir mesnevi olarak yaklaşık 250 yıl önce yazılmış olsa da kendini keşfetmenin zamansızlığını bir kez daha ortaya koyuyor çizgi romanda. Nihayetinde ben de geçmişle gelecek arasında anlamlı bir köprü kurabilmeyi umuyorum” diyor.
Ketebe Yayınları, edebiyat sahnesindeki özgün eserlerine bir yenisini daha ekledi. Divan edebiyatının klasik dönemine damgasını vuran Bâkî, Nâbî, Nedim ve Fuzûlî gibi isimlerden sonra yaşayan ve dönemin son büyük üstatlarından olan Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk ile edebiyat alanının kalıplarını yıkarak, Divan şiirine yeni bir soluk getirmişti. Henüz genç yaştayken 6 ay gibi kısa bir zaman diliminde kaleme aldığı bu şaheseri, Divan şiirinin kalıplarını özgün alegorilerle genişleterek tasavvufun başlıca kavramlarını güçlü karakterlere dönüştürmüş ve etkisi asırları aşan bir eser hâline gelmiştir. Ketebe Yayınları, Şeyh Galib’in klasikleşmiş eseri Hüsn ü Aşk’ı “Kaderin Kalemi” adıyla yeniden yayıma hazırlayarak çizgi roman formatında genç yetişkin okurlarla buluşturdu. Eserin çizgi roman uyarlamasını Nazar Karacan, sanat yönetmenliğini ise Emre Karacan üstlendi. Yeni Şafak Pazar olarak Nazar Karacan ve Emre Karacan ile bu özel uyarlamayı konuştuk.
Herkes kendinden bir şeyler bulabilir
Nazar Karacan, Şeyh Galib’in klasikleşmiş eseri Hüsn ü Aşk’ı “Kaderin Kalemi” çizgi romanına uyarlamasının sadece çocuklara ya da gençlere değil, esasen hepimize dokunabilecek bir eser olduğunu düşündüğünü söylüyor. Karacan, “Derler ya: Herkes kendinden bir şeyler bulabilir… Sabrın erdemi, zorluklara göğüs germeyi ve gerçek sevginin dönüştürücü gücünü… Çünkü Hüsn ü Aşk, özünde bir arayış ve olgunlaşma hikâyesi. Bir mesnevi olarak yaklaşık 250 yıl önce yazılmış olsa da kendini keşfetmenin zamansızlığını bir kez daha ortaya koyuyor çizgi romanda. Nihayetinde ben de geçmişle gelecek arasında anlamlı bir köprü kurabilmeyi umuyorum. Gençlere farklı düşünme ve görme biçimleri olduğunu göstermek istiyorum” diyor. Günümüzün hızlı ve tüketime dayalı kültüründe, divan edebiyatının temsil ettiği derinlikli, katmanlı ve sembolik düşünme biçiminin tanıtılmasının çok değerli olduğunu ifade eden Karacan, “Sadece divan edebiyatı da değil, kültür mirasımız öyle zengin ki, doğru formatta sunulduğunda her yaştan insanı etkileyebilecek güçte. Bu projeyle bunu gerçekleştirdiğimizi düşünüyor ve yüzyıllar öncesinden gelen bu derin hikâyeyi günümüze taşıyarak herkesin hem görsel ziyafet yaşamasını hem de o eşsiz serüvenin parçası hissetmesini umuyorum” açıklamasını yapıyor.
Molla Cünun karakteri hem ilham verdi hem de düşündürdü
“Mesneviyi senaryolaştırırken Aşk’ın serüveniyle paralel bir yolda buldum kendimi” diyen Karacan, “Beyitlere her döndüğümde açığa çıkan yeni katmanlar, yaratım sürecimle öyle iç içe geçti ki aynadaki aks ve akis meselesine döndü. Aşk’ın yaşadığı zorluklar karşısındaki tutkusu, derin anlam arayışı ve olayları kavrayışı bana da yansıdı. Dolayısıyla hikayedeki beklenmedik kırılma anları içimdeki derin düşünceleri uyandırdı. Bunu da Galib Dede’nin dehasına borçluyum pek tabii” ifadelerini kullanıyor ve ekliyor: “Molla Cünun karakteri de beni ayrı bir şekilde büyüledi. Akıl ile delilik arasındaki o ince çizgi... Algının ötesine geçip sezgisel bir bilgeliğe ulaşma fikri… Onun çıldırmış gibi görünen ama aslında hakikati arayan hali, bana hem ilham verdi hem de düşündürdü” sözleriyle içsel yolculuğunu anlatıyor. Karacan, uyarlama sürecinde karşılaştığı en büyük zorluklardan birinin, metnin asıl ruhunu koruyarak genç okurlara hitap edebilmek olduğunu vurguluyor: Karacan, “Bilgisayarımın başında oturmuş, aynı sahneyi yazıp sildiğim anları hatırlıyorum. Şeyh Galib’in ‘Çün mühmeli merd geldi derdin/Derd olmalıdır şiarı merdin’ beyitini nasıl aktaracağımı düşündüm. Kelimesine sadık kalsam genç okuyucuya ağır gelecekti, fazla sadeleştirsem o eşsiz anlam kaybolacaktı. Bu yüzden, şiirsel dili koruyarak kafiyelerle bir ritim oluşturmayı tercih ettim” diyor. Uyarlamanın en keyifli kısmı ise sanat yönetmeni Emre Karacan ile sahneler üzerine uzun uzun konuşarak çıkarımlar yapmak olduğunu söyleyen Karacan, “Her sahnenin hem göze hem de ruha hitap etmesi gerekiyordu” diyor.
İlahi aşkı ve dervişin bu yoldaki çabasını temsil ediyor

Sanat yönetmeni Emre Karacan ise Hüsn ü Aşk’ın, tasavvufi bir yolculuğun alegorik bir anlatımı olduğu için, görselleştirme sürecinde en çok sembolizme ve duygusal derinliğe odaklandığını ifade ediyor. Karacan, “Çünkü Hüsn ve Aşk, sadece bireyler değil, aynı zamanda ilahi aşkı ve dervişin bu yoldaki çabasını temsil ediyor. Örneğin, Aşk’ın sancılı ama kararlı yolculuğunu yansıtırken, onun yüz ifadelerinde ve beden dilinde hem çaresizliği hem de azmi vurgulamaya çalıştım. Hüsn’ün erişilmez ama davetkar duruşunu vermek için ışık-gölge oyunları ve soyut motiflerle yansıttım. Mekân tasvirleri de çalışmamda kritik bir rol üstlendi. Mesnevinin geçtiği Mana Mesiresi veya Zatüssuver Kalesi gibi yerler, sadece fon değil, ruhsal durumların yansımaları aslında. Bu yüzden, bu mekânları çizerken gerçekçilikten ziyade atmosferi ön planda tuttum; mesela Kalp Kalesi’ni çizdiğim bir sahnede, duvarların dokusuna gizlenmiş semboller ve dalgalı hatlar ekledim ki okuyucu, bu kalenin aynı zamanda bir iç dünya olduğunu hissetsin. Renk paletinde ise genellikle toprak tonları ve mavinin tonlarını tercih ettim. Bu da hem tasavvufun dinginliğini hem de eserin 18. yüzyıl Osmanlı estetiğini yansıtmak içindi. Sanatsal olarak, her çizginin bir anlam taşımasını ve okuyucunun görsellerde metnin ötesine geçerek kendi yorumunu yapabilmesini hedefledim diyebilirim” sözleriyle anlatıyor. Karacan ayrıca klasik tarafı, geleneksel hat sanatından ve tezhipten esinlenerek şekillendirdiğini dile getiriyor.
Hikâyenin görünen yanını değil, hissedilen boyutunu da aktardım
“Sembolizm, Şeyh Galib’in dünyasının mihenk taşı. Bu yüzden, çizimlerde simgeleri sadece dekoratif unsurlar olarak değil, hikâyenin anlatıcıları olarak kullandım” diyen Karacan, “Mesela Aşk’ın baktığı kırık aynanın yansımaları, içsel arayışını görselleştiriyor. Okuyucu, bu detayları fark ettikçe Galib’in alegorik evrenine daha çok dahil oluyor. Fantastik figürler ise işin en keyif aldığım kısmı. Çünkü 18. yüzyılda yazılmış bir mesnevide böylesine masalsı detaylar görmek yazarın evrenine daha da çekiyor insanı. Ejderhanın nefesini çizerken, dumanın paneli bir sis gibi kaplamasına izin verdim ki alevlerin sıcaklığı sayfadan okurun yüzüne değsin diye. Cadıyı, sinsi bir zarafetle, zehir yeşili bir ten rengiyle resmederek onun büyülü ama tehditkâr aurasını vurguladım. Aslanın gözlerine derin bir melankoli gizledim ki okuyucu o korkutucu görüntünün ardındaki yalnızlığı hissetsin. Esasen her karede hikâyenin görünen yanını değil, hissedilen boyutunu da aktarmaya çalıştım. Kişisel olarak, bu projede Şeyh Galib’in aşk ile yanma temasını kendi sanatımla yaşamaya çalıştım diyebilirim. Sancılı ama epey tecrübe katan bir süreç oldu. Neticede ortaya çıkardığımız eserle, Şeyh Galib’in derin dünyasını sürükleyici ve modernize edilmiş görsel bir şiir olarak sunduğumuzu düşünüyorum. Umuyorum ki okurlar bu sayfaları çevirirken sadece bir hikâye takip etmekle kalmayacak, kendi içsel yolculuklarına da çıkacak” şeklinde anlatıyor.