
31. Saraybosna Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan Prosedür kısa filmiyle dikkat çeken yönetmen Rabia Özmen, filmin çıkış noktasını, oyuncu seçim sürecini ve sinemaya bakışını anlattı.
Her filmin kendine has bir yolculuğu vardır. O yolculukta, filmin yönetmeniyle, senaristiyle şekillenir, büyür ve tamamlanır. Yönetmen Rabia Özmen’in kısa filmi Prosedür de bu yolculuklardan biri. Film, 31. Saraybosna Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaparak seyircisiyle buluştu. Rabia Özmen ile Prosedür’ün hikâyesini, festival deneyimini ve sinemaya bakışını konuştuk.
Filmi bitirdikten sonra benim için en merakla beklediğim an, izleyiciyle buluşacağımız andı. Filmi tamamladık ve izleyicisiyle buluşturmak için hangi festivalde açacağımızı heyecanla bekliyorduk. Saraybosna Film Festivali, dünya çapında bilinen ve takip ettiğim önemli festivallerden biriydi. Filmin dünya prömiyerinin burada gerçekleşeceğini öğrendiğimizde çok mutlu olduk. Hikaye yerel bir meseleyi ele aldığı için, yurtdışındaki izleyicinin nasıl tepki vereceğini merak ediyorduk fakat endişe ettiğimiz gibi olmadı. Saraybosna izleyicisi filmi çok iyi karşıladı ve filmde aktarmak istediğimiz duyguların büyük bir kısmı karşılık buldu. Bu, bizim için çok değerli bir tecrübeydi ve umuyorum ki filmin festival yolculuğu da aynı şekilde devam eder.

Murat’ı artık benden daha iyi tanıyor
Bu filmde en kritik noktalardan biri kesinlikle oyuncu seçimiydi. Özellikle benim isteğim oyuncuların en başta hikayeye dahil olması önemliydi çünkü çok prova yapma niyetindeydim. Hikayede kalabalık bir oyuncu kadrosu var ve bu kalabalık için birbirine uyum sağlaması gereken 2 karakter var. Bu uyumu perdeye yansıtabilmek için uzun bir çalışma süreci belirledik. Mücahit ve Reyhan’ı zaten ayrı ayrı takip ediyor ve beğeniyordum. Bu rol için çok uygun olduklarını düşündüm. Provalar da bunu doğruladı. Mücahit ile özellikle uzun provalar yaptık ve Murat karakterini derinlemesine çalıştık; artık Murat’ı benden çok daha iyi tanıyordu. Reyhan da Sema’nın motivasyonlarını ve davranışlarını çok iyi kavradı. Set sırasında ikisi de karakterlerini o kadar benimsemişti ki, artık bu iki karakteri benden daha iyi yaşayan oyuncular haline gelmişlerdi.
Görünmeyen baskılara dikkat çektim
Prosedür’ün hikayesi, insanın günlük hayatındaki görünmeyen kurallar ve bu kuralların üzerimizde yarattığı baskıyı gözlemleme isteğimden doğdu. Bazı prosedürler, küçük gibi görünen ihtiyaçları bile insanın yaşamında büyük sonuçlar doğurabiliyor. İşte bu farkındalık, filmi yapma motivasyonumu oluşturdu.
Filmin başındaki klostrofobik atmosfer ve gerilim, karakterlerle izleyici arasındaki mesafe ve önyargıyı kurmak için önemliydi. Gerginlik ve baskı altındaki ortam, karakterlerin yaşadığı çaresizlik ve sistemsel kısıtlamaları doğrudan hissettirdi. Hikaye ilerledikçe ise bu gerilim,
mekanik bir baskı olmaktan çıkıp insani boyuta evrildi. Murat ve Sema üzerinden, prosedürlerin insanlar arasındaki ilişkileri nasıl etkilediğini, sevgi, korku ve çaresizlik gibi duyguların bu mekanizmalar içinde nasıl şekillendiğini göstermeye çalıştık.
Sonuç olarak film, hem sistemsel gerilimi hem de insanın içinde bulunduğu duruma verdiği tepkileri ve duyguları anlatıyor. Bu iki boyutlu yaklaşım, Prosedür’ü hem gerilimli hem de insani bir hikaye hâline getiriyor.
Elbette Prosedür’ün benim için kişisel bir tarafı var. İçinde bulunduğum, üzerine empati kurduğum bir konu olduğu için bu hikâyeyi anlatmak istedim. Ben kuralların varlığını sorgulamıyorum; hayatın belirli düzenleri ve kuralları olması gerektiğini kabul ediyorum. Ama bazı kuralların ve prosedürlerin insani ihtiyaçların ve temel hakların önüne geçmemesi gerektiğine inanıyorum. Hayatta kurallar var, ama hiçbiri bir insanın yaşama hakkını, temel ihtiyaçlarını gölgelememeli. Prosedür’ü yapmak istememin motivasyonu da tam olarak bu: Kuralların ve prosedürlerin hayatımızı düzenlemesi gerektiğini, ama insanı sınırlamaması gerektiğini göstermek.
Aslında kendi prosedürlerimiz de var
Bu filmde eleştirilen ve işlenen sadece sistemdeki resmi prosedürler değil; hayatta sevdiklerimizle kurduğumuz ilişkilerde de kendi prosedürlerimiz var. Murat ve Sema’nın ilişkisi de buna dayanıyor. Sema, bazı insani ihtiyaçlar ve oluşan boşluklar nedeniyle eşine yardımcı olmak istiyor. Bunun yanında, aralarındaki aile olmanın getirdiği rutinler ve prosedürler de var: Sema’nın bebeğiyle yaşadığı hayat, Murat’ın ailesinden uzakta yaşadığı yaşam ve yeni ortama uyum sağlaması gibi. Film, bu farklı alanlardaki prosedürlerin insan hayatını nasıl etkilediğini ortaya koyuyor. Benim için burada önemli olan, “prosedür” kavramının sadece bürokratik ya da kurumsal bir engel değil, hayatın içinde çok daha kişisel bir boyutunun da olduğuydu. Dolayısıyla filmdeki sorulardan biri de şu: Hayatımız bu kadar prosedürle çevrilmişken, bireyin kendine alan açma şansı nedir?
Bize uluslararası bakışta da katkı sunulmuş oldu
Film üretiminde en büyük zorluklardan biri, sınırlı imkânlarla hayalini kurduğunuz dünyayı gerçeğe dönüştürmeye çalışmak. Prosedür de hem prodüksiyon açısından hem de anlatmak istediği dünya açısından oldukça detaylı bir filmdi. Bu yüzden Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ve TRT 12 Punto’nun desteği bizim için gerçekten çok değerliydi. Bu ve benzeri diğer desteklerimiz filmin temel ihtiyaçlarını karşılamamıza imkân tanırken, sadece maddi bir katkı değil, aynı zamanda projeyi geliştirirken farklı bir bakış açısı ve uluslararası bir vizyon kazandırdı. Benim için bu tür destekler sadece para anlamına gelmiyor; aynı zamanda moral ve motivasyon da veriyor. Çünkü bir filmin arkasında destekçilerin durduğunu bilmek, hem ekibi daha çok kenetliyor hem de yaptığınız işin görünürlüğünü artırıyor. Kısacası, bu destekler sayesinde bağımsız sinemacılar kendilerini daha özgür ve daha güçlü hissedebiliyor. Bu da ortaya çıkan filmlerin niteliğini doğrudan etkiliyor.
Filmimiz için davetler almak heyecan verici
Film dünya prömiyerini yaptıktan sonra bizim için en az bunun kadar önemli olan konu, Türkiye prömiyeri idi. Filmin Türkiye’de izleyiciyle ilk buluşacağı festival bizim için çok değerliydi. Bu konuda arzu ettiğimiz hatırı sayılır festivallerden birinden olumlu dönüş aldık. Böylece Türkiye yolculuğumuz da başlamış oldu. Prosedür, Türkiye prömiyerini 32. Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nde yapara ilk kez Adana izleyicisiyle buluştu. Bu bizim için çok heyecan verici bir adım. Türkiye prömiyerinin ardından da henüz kesinleşmemiş ama bizi mutlu eden başka güzel haberlerimiz var. En kısa zamanda onlarıda duyurmuş oluruz. Umarım, önümüzdeki dönemde birçok farklı festivalde izleyicisiyle buluşmaya devam eder.
Sinema benim için tanıştığım andan itibaren bir fark ediş ve keşfetme yolculuğu oldu. Hayatta fark ettiğim ve başkalarının da fark etmesini istediğim duyguları sinema aracılığıyla anlatmak, yolculuğumdaki en büyük motivasyonum. Zamanla bunun sadece bir meslek değil, bir yaşam biçimi olduğunu fark ettim. Yönetmenlik de bunun en önemli parçalarından biri. Çünkü yönetmen olarak verdiğiniz kararlar için herhangi bir onaya ihtiyacınız yok. Her yönetmenin sinema yapma motivasyonu farklıdır. Bu çeşitlilik, beni her projemde sinema yapmaya teşvik ediyor. Keşfetme arzunuz var yolun sonu yok ve sinemanın en güzel yanıda bu bana göre.
Benim için kısa film, sinemanın özgür alanlarından sadece biri. Sınırlı bir süre içinde bir dünyayı, bir duyguyu ya da bir fikri yoğun bir şekilde anlatmanız gerekiyor. Bu da yönetmeni hem disipline ediyor hem de yaratıcılığını özgürce ortaya koymasına imkân tanıyor. Ama açıkçası ben sinemayı kısa ya da uzun film olarak gruplandırmayı çok doğru bulmuyorum. Her hikâyenin kendi içinde ihtiyaç duyduğu bir anlatım süresi var. Bir hikâye kısa filmle daha güçlü ifade edilebilirken, bir diğeri için uzun metraj gerekebilir. Ülkemizde kısa film bazen uzun filmin sadakası gibi görülüyor ya da yönetmenlerin acemiliğini atmak için yaptığı ilk işler gibi algılanıyor. Oysa benim motivasyonum bu değil. Ben pekâlâ önce uzun, sonra kısa film çeken bir yönetmen de olabilirdim. Bu yüzden kısa film, yönetmenlerin kendilerini sınadığı ya da uzun metraja hazırlık yaptığı bir alan olmak zorunda değil. Onu böyle tanımlamak, aslında kısa filmi diğerlerinden ayrıştırmak ve küçümsemek oluyor.







