Konevî’yi yeni nesille tanıştırdık

Latife Beyza Turgut
Latife Beyza Turgut
04:009/03/2025, Pazar
G: 9/03/2025, Pazar
Yeni Şafak
Prof. Dr. Ekrem Demirli
Prof. Dr. Ekrem Demirli

İslam tasavvuf düşüncesinin sınırlarını, bu düşüncenin genel dünya görüşünü, varlık ve bilgi anlayışını ortaya koyan kişinin Sadreddin Konevî olduğunu anlatan Prof. Dr. Ekrem Demirli, “Konevî’nin 750. vefat yıl dönümünü idrak ediyoruz. Bu vesileyle bu büyük düşünürün yeniden hatırlanması, yeni nesil ile tanışması ve yeniden konuşulmasını sağlamak istedik” açıklamasını yapıyor. İbadetin metafiziğini ortaya atan iki ismin Konevî ve İbn Arabi olduğunu söyleyen Demirli, bu kavramı ise şöyle özetliyor: “İnanmak bir özgürleşme eylemidir. En nihayetinde insanın tanrı ile ilişkisi bir özgürleşme ve yetkinleşme eylemidir diye savunduğum bir teori. Aslında bu teorinin ana çerçevesi Sadreddin Konevî ve İbn Arabi üzerinden geliyor. Bu Müslüman entelektüellerin yeryüzünde savunması gereken bir konu.”

12. yüzyıldan itibaren İbn Arabi ile birlikte İslam düşünce hayatının en önemli ismi olarak ortaya çıkan Sadreddin Konevî, tasavvufta hem kurucu bir isim, büyük bir düşünür hem de bir metafizikçi. Ayrıca İbn Arabi gibi alimlerin düşüncelerine bir yazma üslubu kazandıran kişi olarak öne çıkıyor. İslam tasavvuf düşüncesinin sınırlarını, bu düşüncenin genel dünya görüşünü, varlık ve bilgi anlayışını ortaya koyan kişinin Sadreddin Konevî olduğunu anlatan Prof. Dr. Ekrem Demirli, “Bu bakımdan Konevî ölçeğinde başka bir düşünür yok. İbn Arabi tabii ondan biraz daha öncelikli birisidir ama İbn Arabi okuma biçimimiz de aslında Konevî tarafından şekillendiriliyor. Sadreddin Konevî bir şarih değil, İbn Arabi gibi bir kurucu düşünür. Bir benzetme yapacak olursak, Aristo ve Platon nasıl müstakil ili filozof, aslında ikisi de böyle. Ancak Konevî İbn Arabi’ye yakınlığını çok ifade eder. Hürmetini, sevgisini ifade eder. Ama o düşünceleri bir sistematik haline getiren de kendisidir” diyor. Prof. Dr. Ekrem Demirli ile kurucusu olduğu Klasik Düşünce Okulu’nda buluştuk. Osmanlı dönemde Asya’nın uzak bölgelerinden özellikle hac yolculuğu sırasında İstanbul’a uğrayan tarikat mensuplarının barındırılmaları için kurulan tarihi Afgan Tekkesi binasında yeniden yeşeren bu düşünce okulunda Sadreddin Konevî’yi konuştuk.

1998-2002 yılları arasında Sadreddin Konevî’nin kitaplarını tercüme edip yayınlamıştınız. Şimdi yeni bir baskı ve gözden geçirmeyle okuyucuya sunuyorsunuz. Neden böyle bir ihtiyaç hissettiniz? Gözden geçirdiğinizde neler ekleme ihtiyacı duydunuz?
Sadreddin Konevî’nin türbesi, Konya’daki ziyaretgâhların başında gelir. Bugünkü türbe II. Abdülhamid zamanında Konya Valisi Ferid Paşa tarafından, 1899 yılında yeniden imar ve ihya edilmiştir.

Sadreddin Konevî’nin eserlerini ilk kez 2002 yılında İz Yayınları’ndan yayınlamıştık. O dönem doktora süreci devam ediyordu ve kısıtlı imkânlar ile o tercümeler yapılmıştı. Kısıtlı imkân derken; aslında hem bilgi açısından hem de teknolojik imkânlar açısından söylüyorum. Aradan uzun zaman geçtikten sonra Sadreddin Konevî’nin eserlerini yeniden hazırlamak gerekti. Bu süreç içerisinde benim de hem İbn Arabi nedeniyle hem başka çalışmalar nedeniyle meseleye bakışım başka bir noktaya geldi. Dolayısıyla bu metinleri -bazı eleştirileri de dikkate alarak- daha okunabilir, anlaşılabilir hale getirdik. Özellikle editöryal süreçte arkadaşlarımın, talebelerimin ciddi katkıları oldu. Dolayısıyla daha dikkatli bir çeviri ortaya çıkmış oldu. Bir de giriş yazılarıyla, dipnotlandırmalarla metinleri daha anlaşılabilir kıldık. Zaman içerisinde Konevî ile ilgili yaptığımız diğer çalışmalar da bu süreçten geçecek. Dolayısıyla yaklaşık 25 sene sonra yeni bir Konevî güncellemesi oldu diyebiliriz. Bu güncellemeyle Konevî yeniden Türk okuruyla buluştu. Bu noktada tabii Konevî’nin 750. vefat yıldönümü olmasını da dikkate almak lazım. 1274 yılında vefat etti dolayısıyla hali hazırda Konevî’nin 750. vefat yıl dönümünü idrak ediyoruz. Bu vesileyle bu büyük düşünürün yeniden hatırlanması, yeni nesil ile tanışması ve yeniden konuşulmasını sağlamak istedik.


İki dünyanın ittifak ettiği isim

Burada bir de Klasik Düşünce Okulu’nun rolünü vurgulamak lazım. Klasik Düşünce Okulu’nda da Konevî’nin kitaplarını okuttuk ve Konevî’yi genişçe tartıştık. Dolayısıyla biraz da onların talepleriyle bu kitapların yeniden basılması gerekti. Konevî’nin burada iki kitabını okuttuk. Bunlar tabii en zor anlaşılabilir diyeceğimiz kitaplar. Birisi Tasavvuf Metafiziği diğeri de Fatiha Tefsiri. Ama bunlar dışında diğer okuttuğumuz klasik metinlerde de aslında Sadreddin Konevî burada vardı. Yaptığımız çalışmalarda, panellerde hep Konevî vardı. Çünkü, Türk akademiyası en azından belirli bir ölçekte Sadreddin Konevî’nin İslam düşüncesinin en önemli kurucularından biri olduğunu biliyor. Bu iyi bir nokta. Ama şimdi daha çok Konevî okuyarak, daha çok tartışarak Konevî’yi modern dünyaya, modern düşünceye ve Türk düşüncesine kazandırmamız lazım. Osmanlı’nın büyük düşünürleri aslında Sadreddin Konevî ve onun talebeleriyle olan ilişkiyle ortaya çıkmış. Dâvûd-i Kayserî, Molla Fenârî gibi isimler… Bunlar hâlen çağımıza etkisi olan çok büyük düşünürler. Bir tarafıyla İran geleneğini etkiliyor. Molla Sadrâ, Kudbüddîn Şîrâzî gibi büyük düşünürleri etkiliyor. Yani hem Şii hem de Sünni iki dünyanın ittifak ettiği bir isim olarak ortaya çıkıyor. Metafiziğin son büyük kurucusu ve Anadolu düşüncesinin kilit ismi olarak ortaya çıkıyor. Bu düşünce okulunun kurucu ismi olarak ortaya çıkıyor… Böyle birçok vasfı var.


Konevî bir insan düşünürü

Aslında şu an birbiriyle yabancılaştırılmaya çalışılan İslam toplumunun tam da ihtiyaç duyduğu bir isim?

Kesinlikle öyle, doğru. Tabii altını çizmek gerekir ki Konevî, sünnilik düşüncesi içerisinde bir kurucu. Ama Şia dünya da hem Sadreddin Konevî hem İbn Arabi’ye karşı büyük bir hürmetleri vardır. Sadece bu açıdan değil İslam düşüncesini evrenselliğe yöneldiği bir nokta vardır. Bu nokta Sadreddin Konevî ile ve İbn Arabi ile ve onun dönemindeki bir takım isimlerle daha iyi bir noktaya ulaşmış oluyor. Örneğin, metafizik yeniden yorumlanıyor; “İslam düşüncesinin imkânları nelerdir?”, “İnsanın evrenle ilişkisi nedir?”, “İnsan-tanrı ilişkisi nedir?” gibi konular yeniden yorumlanıyor. Daha önemlisi ve daha farklı noktası; ahlakla birlikte bu evrenselleşiyor. Bütün bu düşüncelerin özü ve ana fikri “insan sevgisi, insan-doğa ilişkisi üzerine kuruluyor. Yunus Emre’nin “Yaratılmışı severiz Yaratan’dan ötürü” diye Türkçe’ye ifade edilmiş cümlesi aslında Konevî’nin ana fikirlerinden biri olabilir. Çünkü İbn Arabi ve Konevî birer insan düşünürüdür. Kadınıyla, erkeğiyle “İnsan nedir?”, “İnsanın anlamı nedir?” bu konularla müstakil olarak ilgilenen, eserinin en önemli kısmını bu konuya ayıran ve bu soruları soran tek kişi sanırım Konevî’dir. Dolayısıyla şimdi çağımızın düşüncesiyle hümanizmle de ilişkili bir isimdir. Bu bakımdan Konevî’yi bence modern İslam düşüncesi ve entelektüellerinin veya genel düşünürlerin yeniden keşfetmesi lazım.

Sadreddin Konevî’nin kabri

İbadet etmek özgürleştirir

Kitaplarında “ibadet metafiziği” kavramını sıklıkla kullanıyorsunuz. Bu kavram nedir?

Bu kavram daha çok modern çağda, modern düşüncede benim kullandığım bir kavram. Biraz meşai filozoflarla tasavvuf ve kelam geleneği arasındaki tartışmalarda şekillenen bazı konular var. O konuları benim yorumladığım bir kavramlaştırma “ibadet metafiziği” dediğim şey. Özellikle biraz popüler mahfillerde, televizyonlarda, radyolarda dergi ve gazetelerde yazdığım yazılar vardı, tamamen bu konu üzerine yazılar yazmıştım. Çünkü modern çağda dine ve dini pratiklere karşı çok ciddi eleştiriler ortaya çıkmıştı. Dinler tarihi araştırmalarından antropoloji alanındaki çalışmalara kadar birçok alandaki çalışmalarda “Din insanın zaaflarından ortaya çıkan, kusurlarından ortaya çıkan tarihsel bir olgudur” diye düşünülmüştü. Fakat benim çalışmalarıma göre din ve dinin içerisindeki pratikler, aslında insanı özgürleştirmeyi hedefleyen, insanı yetkinleştirmeyi hedefleyen ve insanı bireyselleştirmeyi hedefleyen uygulamalardır. Bu şimdi modern dünyanın dine yönelip itham ve suçlamalarına karşı bir cevaptır. Bu yüzden bu terimi kullanıyorum. “İbadet özgürlüktür”, “İbadet etmek özgürleştirir” bunlar iddia ettiğim şeyler. Mesela oruç tutmak bir özgürleşme eylemidir, namaz da öyle. Hem bireysel olarak hem toplumla hem de doğayla olan ilişkimizde bir özgürleşme eylemidir. Mesela kadere inanmak bir özgürleşme eylemidir. En nihayetinde insanın tanrı ile ilişkisi bir özgürleşme ve yetkinleşme eylemidir diye savunduğum bir teori. Aslında bu teorinin ana çerçevesi Sadreddin Konevî ve İbn Arabi üzerinden geliyor. Bu alanda ürettiğim bilgileri, yazdığım kitaplar kişisel bir mesele değil, gerçekten üzerine yazılması ve konuşulması gereken şeyler. Bu Müslüman entelektüellerin yeryüzünde savunması gereken bir konu.


Modern dünya insanın özgür olmadığını kabul etti

“Kadere inanmak özgürleştirir” dediniz. Bunu biraz daha açabilir misiniz?

İnsan, zaten yeryüzünde özgür değildir. Hiçbir düşünce hiçbir ideoloji ya da hiçbir bilim insanın tam özgürlüğünü kabul etmez. Ya psikolojik ya sosyolojik nedenlerle tarihsel, çevre veya doğal faktörlerle insanın zaten özgür olmadığını modern dünya da kabul etmiştir. Kadere iman ise bütün koşullanmaların aşılabileceği üzerine kuruludur. Ama bu koşullanmalar ancak bizim için tanrı tarafından aşılır. Dolayısıyla biz tanrıya iman etmiş olmakla, onun belirlediği kadere iman etmiş olmakla bu saydığım faktörlerdeki kısıtlamalardan özgürleşmiş oluruz. Normalde karamsar ve kötücü olan evren teorisi kadere imanla başka bir noktaya gider. Kadere iman, insanı cesaretlendirir.


Oruçla biz “hayır” demeyi öğreniriz

İbadet insanı nasıl dönüştürür?

İbadetlerin bir kısmı toplumla olan ilişkimize bir çerçeve koyup topluma bir sınır belirler. Bir kısmı psikolojik özelliklerimizle ilgili bir sınır belirler. Bir kısmı doğayla ilgili… Dolayısıyla bunların hepsinin bizi sürüklemesine ve yutmasına karşı bir direnç oluşturur ve bizim birey olarak kalmamızı sağlar. Ailemizle, çevremizle, toplumla ilişkilerimizi belirler. Mesela oruç, insanın iç güdülerinden uzaklaşarak aklını yüceltmesi üzerine kurulu bir eylemdir. Oruç, yaparak değil, yapmayarak tuttuğumuz bir ibadettir. Hiçbir şey yapmayarak oruç tutarız. Yapmamayı özgürlük olarak düşündüğünüzde modern dünyada aslında kötü bir vatandaş ama iyi bir insan olabiliriz. Çünkü kapitalist toplum “evet” diyen insan istiyor. Buna karşı direnç oruçla ilgili bir şeydir. Oruçla biz “hayır” demeyi ve reddetmeyi öğreniriz. Ama iftardan sonra kendimizi kaybediyoruz… Bu bizim zaaflarımızla ilgili bir şeydir, oruçla ilgili değil. Oruç aslında iftardan sonra da belirli bir disiplinle hareket etmek için farz kılınmış bir ibadettir. Ama onu yapamadığımız için istenen sonuçlar hasıl olmuyor. Ama en azından gün boyunca “hayır” demeyi bize öğretiyor.


Tasavvuf bir yolculuk ahlakıdır

Bir konuşmanızda “İslam ahlakı tasavvuf ahlakı bir yolculuk ahlakıdır, bir serüvendir. Çünkü başlangıç hakkında da bitiş hakkında da bir bilgimiz var” şeklinde konuşuyorsunuz. Bu sözü biraz daha açıklar mısınız?

Aslında herkes insanın ölümlü bir varlık olduğunu ve yeryüzünde kalıcı olmadığını biliyor. Bir süre içerisinde burada kalacağız bu bakımdan hepimiz, “gelip-gidiciyiz”. Fakat bu gelip-gidişi yeryüzünden ölüp yok olmak şeklinde değil de, bir yerden başlayıp başka bir yere gitmek şeklinde düşünen dindir. Dolayısıyla din bize uzun bir yolculuk içerisinde dünyanın bir menzil olduğunu, konaklama yeri olduğunu anlatır. Bunu anlayınca dünya hakkında aklımızda bir tasavvur oluşur, “Meğer dünya başlangıç ve son arasında bir durak imiş.” Bunu İbn Arabi anlatırken dünyayı bir köprü olarak tanımlar ve “Köprüde ev yapılmaz” der. Tasavvuf da buradan hareket eder ve dün şimdi ve yarın olmak üzere hayatımızı üç alanda taksim eder. Bu alandaki yolculuk üzerine tasavvuf ahlaki ortaya çıkar. Yolculuk olunca ana kavramlardan biri “aşk” olur. Aşk aslında yolculuktan menzile, vatana dönmeye duyulan özlemdir. Mesnevî’nin başında sazlıktan koparılmaya duyulan özlem budur. Dolayısıyla biz vatanımıza dönmeye büyük bir arzu duyarız. Ona döndüğümüzde vuslata ereceğimizi kabul ederiz. Böyle olunca tasavvuf, aslında aşkın ana fikrini ortaya çıkarır, aşkın hallerini bize izah eder ve o aşkın doğru bir şekilde bizi nasıl yolumuza ulaştırabileceğini gösterir. Bu bakımdan tasavvuf bir yol ahlakıdır.


Oruç bizim için en iddialı eylemlerden

Hayat bir yolculuk, bu yolculuğun en bereketli aylarının en bereketli günlerindeyiz. Bu günleri nasıl geçiriyorsunuz? Nasıl geçirilmesini tavsiye edersiniz?

Bir kere hilal gökyüzünde gözüktüğü zaman bir insanın o hilalin gökyüzündeki yolculuğu içerisinde kendi hayatını tasarlaması lazım. Bir cılız görüntü olarak gökyüzünde gözüküyoruz. Sonra gelişiyoruz, büyüyoruz. Daha gürbüz hale gelip dolunay oluyoruz. O bizim en mükemmel, en etkili halimiz. Fakat dolunay olan her ay eksilmeye başlar. Bu kez tersine bir yolculuk olur. Yavaş yavaş yeryüzünden çekilmeye başlıyoruz. Dolayısıyla bu bir aylık yolculuk aslında insanın yeryüzünde görülme sürecini temsil eder. Ondan dolayı insan ve ay üzerinde çok güzel bir ilişki vardır. Bize benzer. Bence Ramazan’da önce bunu, ömrümüzü düşünmek lazım. İkinci bir nokta Ramazan bir Kur’an-ı Kerim ayıdır. Bunu unutmamak lazım. Kadir Gecesi bu ayda. Bu ayda Allah’tan bize bir söz geldi ben bunu “Bize O’ndan bir mektup geldi” diye ifade ederim. Mutasavvıfların, Müslüman topluma öğrettiği çok güzel şeylerden biri budur: Kur’an-ı Kerim’i kendine gelmiş bir mektup gibi okumak. Böylece kişiselleşiyor ve özel bir irtibat ortaya çıkıyor. Kur’an-ı Kerim’e bir de böyle bakmak gerekir. Üçüncü bir konu Ramazan gerçekten bir tefekkür ayıdır. Bir şey yapmayarak, geri çekilerek bir tefekkür ayıdır. Bizde oruçluyken yapılanlarla, orucun kendisi birbirine karıştırılır. Oruç aç kalmaktır, yememek, içmemek ve cinsellikten uzak kalmaktır. Dolayısıyla negatif bir eylemdir. Bu nedenle oruç bizim için en iddialı eylemlerdendir.

#Ekrem Demirli
#İslam
#tasavvuf
#Sadreddin Konevi