BEYZA KARAKAYA
Ulrich Beck Risk Toplumu kitabında, sınıflı toplumun rüyasının herkesin pastadan pay istemesi ve alması; risk toplumunun ütopyasının ise herkesin zehirlenmekten korunması olduğunu söyler. Ona göre her iki toplumda da insanların içinde bulunduğu, onları bir araya getiren, harekete geçiren ve bölen temel toplumsal durumlar buna göre farklılık gösterir. Sınıflı toplumun itici gücü “Açım” cümlesinde saklı iken, risk toplumunu harekete geçiren devinim ise “Korkuyorum” dur. İhtiyaç ortaklığının yerini endişe ortaklığı alır. Risk toplumu modeli, bu anlamda endişeden kaynaklanan dayanışmanın ortaya çıktığı ve siyasi güç haline geldiği toplumsal bir dönemi imler. Hali hazırda içinde yaşadığımız risk toplumu diğer bir deyişle korku toplumu, korkunun bir meta gibi ticaretinin yapıldığı, ticareti yapılacak şeylerin “korku” imgeleriyle sarmalandığı bir dönemi ifade ediyor. Korkunun ikna edici özelliği hemen hemen her konuda reklam tekniği olarak kullanılıyor. Hal böyle olunca her yeni güne “korkmak” için hazırlanıyor, her yeni güne yeni bir “korku” ile başlıyoruz.
Korku üretilen üretildikçe öğrenilen, öğrenildikçe yeniden üretilen bir “şey” haline geliyor. Korku pazarının tüccarları, ürünlerini satabilecekleri ortamları kaosla kurgulayıp, ürünlerinin, kurguladıkları kaosu ötelediğine ikna etmeye çalışıyor tüketicileri. Sigorta, güvenlik sistemi, ultra lüks güvenlikli site, çelik kapı, yaşlanma karşıtı krem reklamları… Hepsi aynı misyonu üstleniyor… Zira reklamlar korkudan beslenen, korkutarak beslenenler için en büyük vasıta. Pazar büyüdükçe korkular da beraberinde büyüyor.
Terör saldırıları, doğal afetler ve salgın hastalıklar gibi toplumsal ve küresel ölçekli hadiseler korku endüstrisinin ekonomisinin yekununu oluşturur nitelikte. Her ne kadar tarihte de veba, İspanyol gribi gibi küresel ölçekte ve milyonlarca kişinin hayatını kaybetmesine sebep olan salgınlar var olsa da, zannediyorum modern zaman salgınlarının sosyal medya ve medya aracılığı ile anlık uyaran haline dönüşmesi sebebi ile yarattığı, küresel korku, panik ve kaos kadar etkilememişti insanlığı. Bugün tüm dünya korona salgını ile boğuşurken; ülkeler salgına karşı bazı tedbirler veya “stratejiler” geliştirirken, medya bilhassa sosyal medya “korku”yu besleyen içerikler geliştiriyor. Salgından daha çabuk yayılan korku ise insanları yanlış kararlar almaya sevk ediyor. Hemen her felakette, İstanbul’da yağmur yağmaya başladıktan birkaç saniye sonra her köşe başında, “sırlı” bir şekilde beliren şemsiyeciler gibi birden beliren ve korkuyu pazarlayan tüccarlar, her konuya ve konsepte uygun ürünleri “hızlı bir şekilde” üreterek bu korkuya bir paratoner olma iddiası taşıyorlar. “Panik satın aldırır” ilkesinden hareketle ürünlerini pazarlarken “kaosa mütevazi bir katkı” sunmuş oluyorlar., Bugünlerde şahit olduğumuz gibi korku ekonomisinin çarkında bir dişli niteliğinde olan tüketici panik duygusuyla satın alırken, stok yaparken kendisini garanti altına aldığı düşüncesiyle güvende hissediyor.
Korona virüsünün Çin’in akabinde tüm dünyaya yayılmasından sonra steril maskelerin virüsten korunmak için en önemli tedbir olduğuna dair gerçeği yansıtmayan bir haber tüm dünyada hızla yayıldı. Bu sebeple dünyanın pek çok yerinde insanlar steril maske stoklamaya başladı. Bu da pek çok tıbbi kuruluşun ve maskeye ihtiyaç duyan hastaların maskeye erişimini kısıtladı. Hal böyle olunca Facebook, Google, Amazon gibi şirketler steril maskelere dair reklamları yayından kaldırdı ve yasakladı. Ancak alınan bu önlemlere rağmen maske reklamları ekranımıza düşmeye devam ediyor. Maske reklamları ekranımıza düştüğü için de panik artıyor ve insanlar maskesiz kalma endişesiyle harekete geçiyor.
Bununla birlikte korku pazarından pay almak isteyen firmalar, korona maskesi altında “moda” ya uygun, kıyafetlerle “kombin” yapılacak maskeleri pazarlamaktan geri durmuyor. Sefamerve adındaki tesettür firması da Japonya ve Çin’de moda haline gelen farklı desenlerde ve fakat steril olmayan maske akımına kapılarak pamuklu kumaştan “dört mevsim kullanılabilecek” siyah, beyaz renklerde ve ekoseli, zebralı desenlerde maskeleri satışa sürdü. İşi daha ilginç hale getiren şeyse “sınırlı sayıda” üretilen bu maskelerin çok geçmeden tükenmiş olmasıydı. Vogue’nin internet sitesinde “Corona Virüsüne Karşı Moda Kalkanı 10 Maske” başlığı ile haber yaptığı “moda maskelerinin” tanıtım yazısı ise şöyle “Trendsetter’lar, corona virüsüne karşı tedbirini kendi bildiği yoldan alırsa... Marine Serre 2020-21 Sonbahar/Kış podyumlarını ele geçiren provokatif yüz maskeleri, sezonun it-parçası olma yolunda hayli iddialı. Corona virüsünden korunmak için gereken tüm önlemleri aldınız mı? O zaman son adımınız stil sahibi bir maskeye başvurmak olsun. “Stilimden ödün vermem” diyenler için koruma kalkanı yüz maskeleri, yüksek moda sahnesinden bildiriyor!”
Korona ve moda kelimelerini yan yana getiren diğer bir hamle de Mısırlı modacı Samo Hejres’den geldi. Düğün mevsiminin geldiğini ve gelinleri koronadan korumak için korona gelin maskesini ürettiğini söyleyen Hejres gelinliğe uygun olarak tasarlanacak bu maskeleri 2020 koleksiyonuna uygun şekilde hazırlamanın üç saatini aldığını belirtti. Bu maskenin akabinde Hejres’e farklı renklerde şık davet maskesi talepleri geliyormuş. Salgına karşı sosyal izolasyonun en önemli tedbir olarak tavsiye edildiği şu günlerde kalabalık davetlerden geri durmayanların günün modasına uyması zannediyorum oldukça ehemmiyet arz ediyor.