|

Kutlu bir ömür yazıyla yaşayabilmeyi gösterdi

Daima iyi hikâyelerle karşımıza çıkan Türk edebiyatının usta ismi Mustafa Kutlu, iyi kalemleri de kelimelerinden tanıyor. Yazar Emine Batar’a göre Kutlu, “deniz görmeden bir denizci hikâyesi yazabilme”nin yollarını aratıyor. Abdullah Harmancı ise “Kutlu, insanın yazıyla ilişkisini kirletmeden ama bu imkân alanını sonuna kadar kullanmayı da ihmal etmeden bir ömür boyu nasıl yaşayabileceğini/yazabileceğini gösterdi” diyor.

Latife Beyza Turgut
04:00 - 15/06/2024 Cumartesi
Güncelleme: 23:43 - 14/06/2024 Cuma
Yeni Şafak
Mustafa Kutlu.
Mustafa Kutlu.

Altı yıllık aranın ardından geçtiğimiz ayın sonunda müjdeli haber geldi. Türk edebiyatının usta ismi Mustafa Kutlu, yeni hikâye kitabıyla okuyucuyu sevindirdi. Başkanın Adamları, Kutlu’nun tam 13 yıl önce Tufandan Önce kitabında okuruyla tanıştırdığı; İdiris Güzel, Kaymakam Çetin, Zabıta Kemal ve tabii ki Başkan Şemsettin Bilen’in yeni serüvenini konu ediniyor. Başarıyla işlenen karakterler zamansız bir hikâye ile 2024’e taşınıyor.

Kutlu, yalnızca başarılı karakterleri değil; yeni ve yetenekli pek çok yazar adayını da bugüne taşıyan bir isim. Hikâye bir anlamda insan tanıma sanatıdır. İyi hikâyelerle karşımıza çıkan Kutlu, iyi kalemleri de kelimelerinden tanıyor. İstidâdı gördüğünde bazen bir telefon bazen bir mektup veya bir e-posta ile ufak bir dokunuş yapıyor. Bazen de, “Mustafa Kutlu’nun öyküleri, üzerimde derin izler bıraktı” dedirtiyor. Özellikle Dergâh Dergisi’nde yöneticilik yaptığı yıllarda da pek çok genç öykücüyle yakından ilgilenen Kutlu, genç yazarlara “deniz görmeden bir denizci hikâyesi yazabilme”nin yollarını arattırdı. Sadece hikâyelerini değil, ilk kitaplarını da okurla buluşturmada rehberlik etti.

Abdullah Harmancı, Mukadder Gemici, Mustafa Başpınar, Bekir Şamil Potur, Dilara Ayşe Akdeniz, Merve Aytaç, Emine Batar, Ersin Yılmaz ve Fatma İçyer’e, “Mustafa Kutlu öykülerinin üzerinizdeki etkisini nasıl anlatırsınız?” sorusunu yönelttik.

Abdullah Harmancı

MÜŞFİK, DOBRA: MUSTAFA KUTLU

Bugün öyküleriyle öne çıkan Abdullah Harmancı aynı zamanda akademisyen. Mustafa Kutlu’nun uzun yıllar çıkardığı Dergâh Dergisi’nde ilk öykülerini yayımladı. “1990’dan itibaren yayımlanan Dergâh Dergisi bu günlere kadar ortaya konan edebi performansın yarısından daha fazlasını üstlendi. Evet, çok iddialı bir şey söyledim. Ama ne dediğimi çok iyi biliyorum. Sadece öyküde değil, şiirde de ortaya çıkan seküler çizginin dışında var olan kanon, büyük oranda Dergâh’ın omuzlarında yükseldi. İslamcılar seküler kanonu ele geçiremediler. Ama kendilerine bir kanon inşa ettiler. İşte Dergâh Dergisi bu inşanın lokomotifi oldu. Mustafa Kutlu’nun öykü yazması, bu dergiye eser gönderen kalemler arasında elbette öykü türünün daha çok öne çıkmasını sağlamış olabilir” diyen Harmancı, bu konuda Mustafa Kutlu’nun emeğinin de altını çiziyor. “Dergiye gelen yazılar için son derece müşfik, anlayışlı bir tavır sergilerdi. Ama aynı Kutlu açıktan açığa öykünüzün ‘pek de bir şeye benzemediğini’ söyleyebilirdi. Dergideki edebi seviyeyi çok önemserdi. Ama dergiye eser veren gençlerin de kalplerinin kırılmasını istemez, onlara sürekli moral verir, değer verirdi. Müşfik bir dobra idi” diyen Harmancı, “Bugün muhafazakâr kanon, pek çok türde seküler kanonla yarışacak bir nicelik ve niteliğe ulaştı. Hatta belki de seküler kanonu geride bıraktı. Bunda emeği olan çok kalem var. Ama Dergâh’ın ve Kutlu’nun emeklerinin özellikle altını çizmek isterim. Çünkü Dergâh Dergisi, 1990’larla birlikte ciddi bir çekim gücüne ulaştı. Cazipti. Karizmatikti. Çekici idi. Bu dergide yazmak bir imtiyazdı” sözleriyle o günleri anlatıyor.

TANPINAR YAHYA KEMAL OLMAMAK İÇİN UĞRAŞTI

Yahya Kemal’in öğrencisi olan Tanpınar’ın kendi yazar kimliğini bulmasının altını önemle çizerek sözü Kutlu ile kendi ilişkisine getiriyor: “Oğul, babadan kaçar. Çünkü babasına benzeme ihtimali çok yüksektir. Kutlu beni elbette etkiledi. Ama ben de kendimi bulmak adına hep bambaşka şeyler denedim. Belki de babadan kaçmak için yaptım bunu. Kendimi modernistlere çok yaklaştırdım. Çünkü Kutlu, modernistlere karşı mesafeliydi. Bunun gibi birçok şey sayabilirim. Kutlu’ya benzememek için bir mücadele verdik. Bunu derken elbette ürettiğimiz metinlerin içeriğini ve biçimsel özelliklerini kast ediyorum. Öbür taraftan keşke Kutlu gibi olabilsek. Neden? Sanatındaki büyük başarının altında, onun çok kendine mahsus bir kişiliğe sahip olduğu ve bu kişiliği sonuna kadar sanatının lehine işlettiği gerçeği yatar. Her büyük sanatçı kendine mahsus bir kişiliğe sahiptir. Bu kişilik tezahür eder, tebellür eder. Yani çiçeklenir. Renklenir. Belirir. Adına sanat deriz. Adına külliyat deriz. Mustafa Kutlu, insanın yazıyla ilişkisini kirletmeden ama bu imkan alanını sonuna kadar kullanmayı da ihmal etmeden bir ömür boyu nasıl yaşayabileceğini/yazabileceğini gösterdi bize.”

YAZACAĞIM DİYE AİLENİ İHMAL ETME

Mustafa Kutlu, Türk edebiyatında özellikle kadınların hikâyecilikte yol almaları için de büyük emek harcayan isimlerden biri. Pek çok genç kadının ilk hikâyelerini dergide yayımladı ve onlara yazı dünyasındaki yolculuklarında zaman zaman rehberlik de etti. İlk gençlik yıllarında Kutlu’nun yönettiği bir dergide yazmanın önemini güçlü hikâyeleriyle öne çıkan yazar Mukadder Gemici şöyle anıyor: “Dergâh, bütün mahalleleriyle edebi saha içerisinde saygı uyandırıyordu, ağır başlıydı, ilk yazdıkları burada yayımlanan bir genç daha ne istesin? Bir telefon veya daha zahmetli olan bir haberleşme aracı, mesela mektup isteyebilir mi? Telefonla arar Mustafa Bey, takip eder genç yazarları; kimdir, kökü nerdedir, yaşayışı yaşayış mıdır? Asla sadece edebiyat tarafıyla ilgilenmez, asıl hikâyesine bakar; ailesi, işi gücü, ev hali, eş hali, hepsine vakıf olur hikâyeci inceliği ile. Onun önceliği yaşamak ve yaşatmaktır yazmak değil, dense yeridir. Varsa hayatının aksayan yönlerini düzeltmeye çalışır ki kalem de düzelsin… Bu iletişimde olma hali, bu gayret edebiyattan daha kıymetli değil midir? Bana şunları dediğini biliyorum; ‘Yazacağım, uğraşacağım diye sakın geceleri uykusuz kalma, eşini çocuklarını asla ihmal etme, bir tepede duran ağacın gölgesinde oturup manzarayı seyretmek, onu yazmaktan daha önemlidir.’”

KENDİ ARA BUL VE KENDİN YAZ BOZ

İletişimin daha sınırlı olduğu vakitlerde Mustafa Kutlu’nun mektuplar yazdığını dile getiren Mukadder Gemici, bu konuda bir dileğini de dile getiriyor: “Söz uçar yazı kalır hükmünce, keşke bugünün meşhur yazarları, Kutlu’nun yazdığı mektupları bir editör/usta tasarrufu/bakışı olarak paylaşsalar hatta günün birinde bunları bir kitap halinde okuyabilsek.”

Kutlu’nun ilk kitabı Ortadaki Adam(1970)’dan Yoksulluk İçimizde(1981)’ye kadar aşağı yukarı on yıllık bir arayış olduğunu dile getirdiğini hatırtan Gemici, “Bunu söyleme nedenim şu; ben Mustafa Kutlu’nun kendisini dinleyecek genç yazarlara o meşakkatli, üslup bulma çabasını kolaylaştıracak, kendisine vakti zamanında verilememiş olan tavsiyeleri verdiğine inanıyorum”diyor ve ekliyor: “Hep anlatırım, bir hikâye yazmıştım, övgü dolu bir telefon beklerken Mustafa Bey’den, o dümdüz ve doğrudan ‘Bu olmamış’ dedi, bir paragrafı söyleyerek ‘o kalsın, kalanı at, öbür hikâyelerin gibi yaz.’ Üç müydü beş miydi öyle bir Word sayfası yani atılacak olan. Peki başka ne söyledi? ‘şöyle yaz, kahraman şunu desin, şuraya gitsin, şöyle yapsın, şu mekânda, şu zamanda geçsin, şu meseleyi derin işle’ dedi mi mesela? Bunları çok bilerek yazıyorum çünkü bazıları öyle zannediyor; sanki Mustafa Bey söylüyor, onunla görüşebilen şanslı kişiler de kâğıda geçiriyor ve yazar oluyorlar şeklinde anlıyorlar maalesef. Bunların hiç biri yok, tam tersi sayfaları yırtıp atıyor Mustafa Bey, yazdığınızı bozuyor, onun ustalığı bu işte, elinize verdiği boş sayfa ve kalem. Kendin ara bul, kendin yaz boz… Şu da var elbette, hiçbir zorunluluğunuz yok onu dinlemek için. Yazmayabilirsiniz. Başka dergiye gönderebilirsiniz. Hatta ‘Yok ya, Mustafa Bey yanılıyor, ben çok güzel yazdım’ bile diyebilirsiniz. Dergâh’ta bir eseri yayımlanan veya yayımlanmayan nice ismin yazarlık kaderi bu anlattıklarımda saklı zannederim. “

KUTLU’YA ÇOK ŞEY BORÇLUYUZ

Mustafa Başpınar ise Mustafa Kutlu ile yolunun ilk kez 2008 yılında mail yoluyla dergiye gönderdiği üç öyküyle kesiştiğini anlatıyor. Bir gün sonra Kutlu’dan “Kardeşim Mustafa” diye başlayan bir mesaj aldığını dile getiren Başpınar, “O kısa mail-mektup hayatımın dönüm noktası oldu ve hâlâ saklarım o maili. Yeni yılın ilk ayında da Dergâh’ta ilk öyküm yayımlandı. O günden bu güne Kutlu’nun elinden tuttuğu, öykücülüğümüze kazandırdığı pek çok isme dâhil oldum mu olmadım mı, buna zaman karar verecek” diye anlatıyor o günden bugüne yolculuğunu. Pek çok öykücünün verdikleri söyleşilerde “Bizler Mustafa Kutlu’nun paltosundan çıktık” dediklerini hatırlatan Başpınar, “Dergâh’ta öykünüzün yayımlanması demek bir usta ismin sizin elinizden tutması ve sizi öykü dünyasına dâhil etmesi demekti. Bu anlamda Mustafa Kutlu hocamıza çok şey borçlu olduğumuzu ifade etmek isterim” diyor.

KİTAPLARINI DÖNÜP DOLAŞIP OKURUM

“Edebiyatımızda bazı isimler yaşadıkları dönemde kıymet görmemiş ancak ölümünden sonra el üstünde tutulmuşlardır. Bazıları da hayattayken itibar görmüş, el üstünde tutulmuştur. Mustafa Kutlu bu sınıflamada ikinci grupta yer alır” diyen Başpınar, “Mustafa Kutlu, Türk edebiyatında öykü denilince asla göz ardı edilemeyecek bir isim. Bugün gerçek şu ki edebiyatımızda hikâyeleri en çok okunan isimlerin başında geliyor Mustafa Bey. Kutlu’nun bu başarısının ardında elbette yetenekle birlikte öyküye çokça emek vermiş olması yatar” yorumunu yapıyor. İlk öyküsü Dergâh’ta yayımlayan, ilk iki kitabına sahiplenip yayınevinde yer veren, ilk kitabına ise isim veren Mustafa Kutlu’nun eserlerini çok kez okuduğunu söyleyen Başpınar, kitaplarının kendisini nasıl beslediğini ise şöyle dile getiriyor: “Bilhassa aralarında Sır, Ya Tahammül Ya Sefer, Yokuşa Akan Sular, Yoksulluk İçimizde, Bu Böyledir, Beyhude Ömrüm gibi eserlerin bulunduğu bazı kitaplarını dönüp dolaşıp okurum. Bu eserleri sık sık okuma sebeplerimden biri yazma hususunda tıkandığımı hissettiğim anlardır. Öte yandan öykü serüvenimizde bir Mustafa Kutlu sesi vardır ve bu oldukça güçlü bir sestir. Hâl böyle olunca bu sesten etkilenmemek imkânsızdır. Etkilenmek problem değil etkileşimden hareketle yeni bir ses ortaya koyabilmektir edebiyatta önemli olan. İşin bu boyutunda ise karar verici olanlar eleştirmenlerdir. Fakat söylenmesi gereken son cümle şudur: Bizler Mustafa Kutlu’nun paltosunda çıktık.”

Mukadder Gemici

KISA BİR TELEFON KONUŞMASI

Dergâh Dergisi’nde ilk öyküleri yayımlanan isimlerden birisi de yazar Emine Batar. O günleri anlatan Batar o günlerle ilgili şunları hatırlıyor: “Mustafa Kutlu’yla öykülerimi yayınlamadan önce telefonda kısa bir konuşmamız olurdu. Bir öykümde baş kahramanım yarı akıllıydı. Mustafa Kutlu, tam deliyi veya akıllıyı yazmanın yarı akıllıyı yazmaktan daha kolay olduğunu söylemişti ve öykümde birkaç noktaya değinmişti. Onun düşünceleri üzerinden bakınca zor bir karakter seçtiğimin farkına vardım. Mustafa Kutlu’nun tavsiyeleri üzerine öyküye daha dikkatli eğildim ve öyküyü yeniden ele aldım. Ben de o zamanlar öyküde yeniydim. Bu hikâyem üzerinden diyebilirim ki Dergâh, okurla eseri buluşturmakla kalmamış, kendisiyle birlikte yol alan yazara, gerektiğinde yol göstermiştir.”

Mustafa Başpınar

DENİZ GÖRMEDEN DENİZCİYİ YAZABİLMEK

“Mustafa Kutlu’nun kahramanları her yerde karşımıza çıkabilir. Okur, onun hikâyelerinde kendisini veya çevresindeki herhangi birini görebilir” diyen Batar, Kutlu’nun kendisine “Kendi bilindik hikâyeni yazdın. Bir de hayatında olmayan şeyler üzerinden yazmayı dene. Hayal dünyanı genişlet. Denizci değilsin, diyelim ki deniz görmedin ama bir denizci hikâyesi yazabilmelisin” dediğini hatırlıyor ve şöyle devam ediyor: “Kendi hayal dünyasını da böyle kurmuş olmalı. Bu da onu birçok insana dokunabilen bir hikâyeci yapmıştır. Hikâyelerinde ele aldığı insani haller, hayatın gündelik havasına karışmıştır ve hayat kadar gerçektir. Yoksa asıl gerçek olan hikâyeler midir... Kim bilir. Belki de hayat hikâyelere öykünüyordur. Mustafa Kutlu’nun hikâyeleri bana hayatın kolaylıkla anlaşılabileceği hissini verir: Bütün o karmaşık görünen, berrak ve çözümlenebilir niteliktedir. Şöyle dikkatle bakacak olsak sis kendiliğinden dağılacak ve hikâye büsbütün ortaya çıkacaktır. Onun öykülerini okudukça bu his bende gittikçe güçlenir. Hayat ve hikâye birbirinden ayrı ve birbirine uzak değildir, hatta iç içedir. Onun hikâyelerinde uçlara gittiğimi pek söyleyemem. Hayatın sarkacı ortalarda, dengeli bir salınım içindedir. İyi ve kötü, güzel ve çirkin, zor ve kolay birbirine yakın mesafededir. Bu da hikâyeyi çoğaltır ve birçok insana hitap etmesini sağlar.”

Emine Batar

İLK ÖYKÜMÜN ADINI KUTLU KOYDU

Yazar Merve Aytaç da pek çok isim gibi yolu dergide Kutlu ile kesişenlerden. Henüz üniversite öğrencisiyken Dergâh Dergisi’ne bir cesaret öykü gönderme serüvenini ve Kutlu ile tanışıklığını Aytaç şöyle anlatıyor : “Dergâh Dergisi ile üniversite yıllarımda tanıştım. O sıralarda ben ve birkaç arkadaşım kendimizce bir şeyler yazmaya çalışıyorduk ancak yayımlatmaya, yazılarımıza dair dönüt almaya cesaretimiz yoktu. Reddedilmekten, yazma şevkimizin kırılmasından korkuyorduk açıkçası. Bir yandan da edebiyat dünyasını sıkı takip içindeydik. Özellikle yeni öykücüleri, yazdıkları dergileri, nasıl yol aldıklarını öğrenmeye çalışıyorduk. Dergâh Dergisi’nde o dönem genç öykücülerin ilk eserlerini zaman içinde de yayınevinden çıkan ilk kitaplarını görüyordum. Nihayet ben de kimseye bahsetmeden kendime en yakın bulduğum sıkıca takip ettiğim Dergâh Dergisi’ne en beğendiğim öykümü gönderdim ve sabırsızlıkla beklemeye başladım. Yaklaşık bir hafta sonra Mustafa Kutlu’yla öyküm üzerine konuşma şansım olmuştu. Gönderdiğim öyküye dair eleştirilerini bana iletmiş edebiyata dair sohbet etmiştik. Böylelikle başlığını Mustafa Kutlu’nun koyduğu ‘Defter’ adlı ilk öyküm yayımlanmış oldu. Yolun başındaki öykücüler için dönüt kaleminin cesaretlenmesi için oldukça önemli. Bu anlamda ilk öykümü Dergâh Dergisi’ne gönderdiğim ve yazıma dair ilk dönütü Mustafa Kutlu’dan aldığım için kendimi ayrıcalıklı hissettim hep.”

Merve Aytaç

KUTLU’YU OKUMAYA SIR İLE BAŞLADIM

Mustafa Kutlu’yu ilk olarak Sır kitabıyla okumaya başladığını dile getiren Aytaç, onun kitaplarının genç dünyasında açtığı kapılarını ise şöyle dile getiriyor: “Kitaptaki ‘Mürit’ isimli öykü beni oldukça etkilemişti. Beni çok etkileyen böylesi öyküler okuduğumda hemen birilerine okutma isteği canlanır bende. Okusun beraber konuşalım isterim öyküyü. O gün öğrenci evimizde öyküyü okumayan kalmamıştı. Ardından hepimiz bir başka kitabını okumaya başladık. Yoksulluk İçimizde, Ya Tahammül Ya Sefer, Huzursuz Bacak, Mavi Kuş… Mustafa Kutlu’nun sistemin dışında kalan, dünyaya yenik kahramanlarıyla özdeşleştiriyorduk kendimizi. Kitaplardaki bazı cümlelerle birbirimizi cevaplıyor, kendimizce farklı bir iletişim dili bulduğumuz için seviniyorduk. ‘Sefer de içimde, tahammül de’ diyorduk mesela ya da ‘Süheyla işte söylüyorum hayat bir imtihandır’. Bugün bile yani öğrenciliğimin üzerinden yıllar geçmişken bazı kitaplarının içeriğini unutsam da kitabı ilk okuduğumdaki hissettirdiği duygu aklımdadır. Kendi öykülerimi de yazmaya çalıştığım bu zamanlarda en çok istediğim şey Mustafa Kutlu kitaplarındaki gibi gerçekçi karakterleri tertemiz Türkçeyle anlatabilmek, okuyucuya vermek istediğim duyguyu aktarabilmek. Dostoyevski’nin kendisinin de içinde olduğu gerçekçilik akımının öncüsü Gogol için söylediği rivayet edilen meşhur ‘Hepimiz Gogol’un ‘Palto’sundan çıktık’ sözünü benim gibi genç öykücüler için şu şekilde söylüyorum: Hepimiz Mustafa Kutlu’nun ‘Sır’rından çıktık.”

Bekir Şamil Potur

ÖYKÜYÜ GÖSTERME GİRİŞİMİ

Bekir Şamil Potur, öyküye yıllar önce Kitap-lık Dergisi’nde başlamış. Bir dosya oluşacak kadar Kitap-lık ve Geceyazısı dergilerinde öyküleri biriktikten sonra on beş yıl kadar hiçbir şey yazmamış. Yeniden yazmaya başladığında ise Dergâh Dergisi’nde görünmüş. Dergâh’ın öyküyü önemsediğini ifade eden Potur şu tespitlerde bulunuyor: “Şiirin gerisinde bırakılmadı. Mizanpajda bile bunu yaptı. Derginin kapağı olan ilk sayfa şiirden başka öyküyle de başladı; fiziksel de bir alan açma, öyküyü gösterme girişimi… Sonuçta bugün derginin öykücüleri şairlerinden ön planda ya da daha fazla iz bıraktı. Öyküyü değil hikâyeyi tercih etti. Sadece metni adlandırma anlamında kalmadan gerçekten öykü değil hikâye yazdı. Modern bir biçime, anlatıma, şiirselliğe bağlı kalarak hikâye dedi ve hikâye yazdı. Ferid Edgü olmadı, olmak istemedi. Kısa öykü yazdığım/yazabildiğim için bazı hikâyeleri dikkatimi çekmiştir. Doksanlı yıllarda bir gün Erzincan’dayken kısa hikâyelerinden sonra işin bir satırlık hikâyelere varacağını söylemişti. Ama tam tersi oldu. Bir kitaplık hikâyelerle okurun karşısına çıktı. Hiçbir zaman beceremeyeceğim bir şey…”

Ayşe Dilara Akdeniz

ÖYKÜLERİ BU TOPRAKLARA DİKKAT KESİLMİŞ

Genç öykücülerden Ayşe Dilara Akdeniz’in yolu Mustafa Kutlu ile çocukluk yıllarında kesişmiş. O günleri Akdeniz şöyle anlatıyor: “Yıllar evvel kardeşlerim ve ben küçük birer çocukken sobalı evimizde uyumadan evvel babam bize öyküler okurdu. Bir gün Uç Selahattin Uç isimli bir Mustafa Kutlu öyküsü okudu. İçli içli ağlayarak uyuduğumu hatırlıyorum. O öykünün bende çok tuhaf bir tesiri oldu. Günlük hayatın rast geleliliği içerisinde dikkat göstermeden öylesine bakıp geçtiğimiz hikâyelere kulak kesildiğimizde hayatı besleyen o kılcal damarlarda ne büyük bir zenginlik kaynağı olduğunu fark ettim. İnsana dikkat, doğaya dikkat, kelimeye dikkat, kısacası hayata dikkat. Yazmak da tıpkı aşk gibi bir dikkat problemi değil mi zaten? Kutlu’nun öyküleri bu topraklara ve bu toprağın insanına dikkat kesilmiş öyküler. Büyük hikâyeyi kovalarken hayatı ıskalamıyor. Bu anlamda Kiyarüstemi’nin Arkadaşımın Evi Nerede filmi gibi sanki onun öyküleri. Ve bunca telaş ve gürültü arasında insanı ve hikâyeyi o kadar ıskalıyoruz ki Kutlu’nun o münzevi hayatı, kendi köşesinde sessizce akışı, bunları yaparken de öyküleriyle, denemeleriyle sonrakilere yol gösterişi gerçekten hayranlık uyandırıcı. Ve ayrıca ilave etmem gerekir ki kendisini arayan herkese gösterdiği o muntazam nezaket ve nahifliği ile halen telefonun bir ucundan dünyaya olan dikkatini koruyor. İncecik ve çiçekten duruşu ile hep var olsun.”

Ersin Yılmaz

BAKIŞI BANA ÇOK ŞEY DÜŞÜNDÜRÜYOR

İlk kitabı Mahcubiyet Öyküleri’nin Dergâh Yayınları arasında çıktığını söyleyen Ersin Yılmaz, Kutlu’nun öykülerinin üzerindeki izleri için ise şunları anlatıyor: “Özellikle Tirende Bir Keman ve Ya Tahammül Ya Sefer kitapları benim için çok ayrı bir yerlere sahiptir. Kutlu’nun eserlerinde insan ruhunun derinliklerine ve aynı zamanda insanın ‘evrensel’ sorunlarına değinmesi yani ne tamamen bir içsel anlatı ne tamamen bir toplum anlatısı olan anlatım tarzı beni daima etkiledi ve benim için her zaman ilham kaynağı oldu. Ben kendi yazma sürecimde bu tür bir anlatıyı ulaşılması gereken bir hedef olarak görüyorum. Onun hayatı ve eserleri ve söz gelimi şiire ve hikâyeye bakışı bana hâlâ çok şey düşündürüyor ve öğretiyor diyebilirim. Mustafa Kutlu’nun yazar olarak tercih ettiği tekniklerinden ve incelikleri kendi yazma alışkanlıklarımda uzaktan izliyor olsam da onun edebiyat yolculuğu başlı başına ilham vericidir. Kendi yazma maceramda daima bulmaya çalıştığım şeyin onun eserlerindeki derin kavrayış olduğunu söyleyebilirim.”

Fatma İçyer

BİZDEN ÖNCEKİLER ŞANSLI BİR NESİL

“Dergâh Dergisi edebiyata ilgi duyan birçok arkadaşım gibi benim de 15 yaşımdan beri hayallerimdeydi. Kitapçılara gider bazı sayılarını alırdım ve heyecanla okurdum. Bununla beraber daha çok onunla uzaktan bakışırdık. O günlerde Dergâh benim için ulaşılmaz bir dergiydi” diyen Fatma İçyer, bunun sebebini “Çünkü Dergâh Dergisi’nin Yahya Kemal’e kadar uzanan köklü geçmişi ve Mustafa Kutlu ile devam eden yolculuğu yazmayı arzulayan gençler için çok önemli bir yere tekabül ediyordu. Bir geleneğe dahil olmak, köklenmek, yazıyla kurduğun bağı sağlama almak demekti. O yıllarda duyardım, genç yazar adayları eserlerini postayla Dergâh’a gönderirlermiş ve hiçbir cevap alamazlarmış. Ancak eserleri yayımlanırsa anlarlarmış ki metinleri kabul edildi ve bazen de Mustafa Kutlu dergide bir eleştiri yazısıyla yer verirmiş. O nesil bence beklemenin bütün zorluğuna rağmen şanslı bir nesil. Çünkü gerçekten beklemeyi bilmeyen, reddedilmeye, yazdıklarının beğenilmemesine hazır olmayan birisinin has yazar olabileceğine inanmıyorum. Sanırım Dergâh’ın genç öykücüler için yaptığı en önemli şey buydu. Belki zorlu bir yokuştu genç yazarlar için ama aşıldığında gerçekten edebiyat meclisine girdiğin bir okuldu adeta” diye anlatıyor. İlk öyküsü Döngü’nün 2021 yılında Dergâh’ta yayımlandığın söyleyen İçyer, “Yazarlık hayatımı başlatan, beni kitapsız yazar olduğuma inandıran, kişisel hayatımda çok önemli bir dönüm noktasıydı. Yol çok uzundu ama edebiyat meclisi beni kabul etmişti, o kapıdan içeri girmiştim, o günkü sevincimi tarif etmem mümkün değil. İlk öykümün yayımlanması için daha iyi bir başlangıç hayal edemezdim” diyor.

#Mustafa Kutlu
#Aktüel
#Edebiyat
19 gün önce