Fransa’da Toprağın Kadınları Yarışması’nda birinci olan mimar Özgül Öztürk, aldığı 20 bin avro ödül ile memleketi Elazığ’da topraktan yaptığı binada Anadolu Meleği Kadın Eğitim ve Üretim Merkezi Projesi’ni hayata geçirdi. Kadın emeğini değerlendirmek için kurulan merkezin binası tamamen ekolojik. Yani kerpiçten... Elazığ depreminde hiç hasar almayan, hatta depremzedeleri ağırlamak için kapılarını açan merkezin nasıl ortaya çıktığını ve kerpiç yapının neler sağladığını Öztürk’le konuştuk. Öztürk, “Amacım özümüzde olanı bugüne getirmek” diyor.
Babam mimardı ve ben de çocukluğumdan itibaren mimar olmak istiyordum. İstanbul Teknik Üniversite’sinde mimarlık eğitimi aldım. Okurken de hep kendi işimi kurmak istedim. 22 yıl önce kadın bir girişimci olarak mimarlık şirketimi kurdum. Bunun yanında ekolojik mimari kavramıyla 2007 yılında tanıştım. Ancak çocukluğumdan itibaren bir yanımla da hep doğayla ilgiliydim. İş hayatına atıldığımda da hep geri dönüştürülebilir ofislerden, projelerden, işlerden yana oldum. İlk ofisimi 1998 yılında İstanbul Çiftehavuzlar’daki eski bir apartmanın müştemilatıydı. Kapıcı evi olarak tasarlanan bu tek katlı yapıyı onararak, mevcut kaynaklarının bir kısmını kullanarak bir kısmını geri dönüştürerek 750m2 bahçe kullanımlı harika bir ofisimiz oldu. Aynı dönemde ilginç biçimde arkadaşlarımdan tepkiler de aldım. Bana “Sen İTÜ’lü bir mimarsın. Bir müştemilatta ofis açman hoş değil. Gerçek müşteri kitlen Nişantaşı’nda” diyorlardı. Ancak aynı insanlar bahçe içindeki ofisimize gelip, vakit geçirmeye bayılmaya başladılar. Ağaçların altında, tavuklarımız, köpeklerimiz, ufak bostanımızla doğanın içinde bir mimarlık ofisi oluşturduk ve adeta ‘başka bir dünya mümkün’ü yaşadık. Tabi bu dönemde çocukluktan gelen içgüdüyle doğaya çekilerek uygulamalı çalışmalar yapsam da 2007 yılında ilk kez ekolojik mimariden kavramsal olarak haberim oldu ve parçası olduğumu anladığımda da bu konuda eğitimler almaya başladım.
2007’de Çedbik (Çevre Dostu Binalar Derneği) yeni kurulma aşamasında iken çalışmalarına, seminlerine katıldım. Dünyada neler oluyor takip etmeye başladım. Amerikalı ve Fransız hocalardan toprak ev yapımı, saman balya ev yapımı eğitimler aldım. Yüzyıllar boyunca kendi kültürümüzde yaşamımızda olan doğal yapılar, doğal yaşam, köyden kente yoğun göç ile ülkemizde çok ciddi bir sekteye uğramıştır 2013’te İTÜ’nün değerli emekli hocalarından Prof. Ruhi Kafescioğlu’nun Toprak Yapılar Çalışma Grubu’na katıldım. Burada çok faydalı çalışmalar yaptık. Hocamızın 1980’lerde icat ettiği toprak yapım tekniğini genç nesillere ve doğada yaşam kurmak isteyen toprak yapı dostlarına aktarmak amacıyla ilk olarak Ağustos 2014’te yaptığımız pek çok atölye düzenledik. Kıymetli hocamızın toprak yapı konusundaki kitap çalışmasında yardımcılar arasında yer aldım. Diğer kitabı “Uygulayıcının El Kitabı” nda ön hazırlık çalışmasında ise kendisiyle birebir çalışarak kendisinin bilge, zarif, derin deneyimlerinden yararlanma şansını gururla yaşadım. Bence en güzel eğitim Ruhi hocamla sohbetlerde satır aralarındaydı. Ekolojik mimari asılda bizim toprağımızda var sadece hatırlamamız gerekiyor. Maalesef bu kavramlar bize yurtdışından geldiğinde sempatik geliyor. Ekolojik mimari dediğimiz yerel ve doğal malzemelerle, az enerji tüketen, sağlıklı, bakımı kolay, ekonomik yapılar yapmaktır. Biz binlerce yıldır bu kültürü zaten sürdürdük. Modernleşme sürecinde ise maalesef eskiye, kendi kültürümüze yüzümüzü dönüp beton binalarla etrafımızı doldurmaya başladık. Kendi öz kaynaklarımızdan uzaklaşmaya başladık. Oysa en az karbon ayak izi bırakan, yereli kuvvetlendiren, güçlendiren işte bu geleneksel yapılardı. Göbeklitepe’den bu yana biz bunları yapıyoruz. Karadeniz’de ahşap, Orta Anadolu’da kerpiç...
Ekolojik mimari üzerine düşündüğüm dönemlerde maalesef babamı kaybettik. Babam, vefatından kısa bir süre önce memleketimiz olan Elazığ Keban’ın Nimri köyünde yıkılmış olan dede evimizin yerine bir ev yaptırmış, yaz aylarında vakit geçirmeye başlamıştı. Aslında yeğenlerim ailemin İstanbul’daki beşinci nesli. Yani köyle maalesef organik bağımızın koptuğu, kapımızın kalmadığı bir dönemdi. Babam son ziyaretinde köydeki evde vefat etti. Ertesi sene çekirdek ailemiz ile Nimri’ye adım attık. Orada geçirdiğim zaman gerçekten ilginç oldu. Manevi boyutta özel hisler yaşadım. Köyüme bir şeyler yapmam gerektiğini hissettim. Bazıları bakımsız olsa da estetik kerpiç yapılarla dolu bir köy...
Bir mimar olarak ne yapabilirim şeklinde düşünürken köyün dernek yönetiminde iki dönem yer aldım, aktif çalıştık. Yıllar sonra bir yarışmadan haberim oldu. 2016 yılında Fransa’da Yves Rocher Vakfı ile Fransa Institute’nin düzenlediği «Toprağın Kadınları Yarışması”na köyüm için hazırladığım «Nimri’de Yeniden Hayat” projesi ile katıldım. “Sürdürülebilir kalkınma” dalında dünya birincisi oldum. Hem de jüri özel ödülünün birinciliğini aldım.
Toprak bir yapı, tamamen doğal yani ekolojik biçimde yapılacak bir yapı inşa edip, kadın emeğini burada değerlendirmek... Hem bölgenin geleneksel yapılarını günümüz modern insanına hatırlatmak hem de kadın gücünü kullanmak, bir kooperatif kurarak bölge kadınını güçlendirmek, eğitmek, emeklerinin karşılığını almalarını sağlamak. Yani bir eğitim ve üretim merkezi. Bundan bir buçuk ay önce de kapılarını halkımıza açtık.
Projem için verilen maddi ödülü de bu yapının inşası için ayırdım. Hemen Elazığ’a gidip valilikle görüştüm. Herkes Elazığ için yurtdışında aldığım bu ödülden çok memnun oldu ve yapı için ellerinden gelen maddi manevi desteği sağlamaya çalıştı. Ancak biz projeyi hayata geçireceğimiz dönemde maalesef 15 Temmuz Darbe Girişimi yaşandı. Biz de bundan ötürü devlet destekleri durdurulunca mecburen projeyi yavaşlattık. Yeniden başladığımızda ise Nimri’de proje için seçtiğimiz arazinin yapının inşasında farklı sorunlar ortaya çıkaracağını fark ettik. Ben de bu esnada merkezin köyde değil, ilçe merkezinde daha fazla ilgi göreceğini düşünerek Keban’daki yetkililerle görüştüm. Araziyi belirleyince de beş ay içinde yapıyı tamamladık. Bu proje tabi ki tek başına sadece bir yapıdan ibaret değil. Aynı zamanda kadınların eğitimi ve üretimlerini desteklemek de gerekiyordu. Pek çok kalemi var...
Yeni başladık ve pek çok güzel tepki alıyoruz. Kadınlar çok heyecanlı... Orada ürünlerini sergilemeye başladılar. Çeşitli eğitimler vermeye, onlarla farklı projeler oluşturmaya başlıyoruz. Şimdiden hem tekstil hem de gıda ürünleriyle varlık gösteriyorlar. Yerel rehberler mekânı gezi rotalarına eklediklerini söylüyorlar. Ben de süreci başlatıp, yapıyı inşa edip aradan çekilmedim. Sürdürülebilirliği için sürekli bir ayağım orada olacak. Her türlü desteği sağlıyorum. Proje ortaya çıktığından beri farklı Anadolu kentlerinden insanlar da Anadolu Meleği’ne dahil olmak istediklerini söylüyorlar. Kim bilir, belki de her kentte oranın yerel mimarisiyle inşa edilen bir merkez açmak mümkün olabilir! Anadolu Meleği’yle benim amacım özümüzde olanı bugüne getirip, ön açmak... Belki bu projeyi gören birileri de kendi köyleri için bir adım atar.
Toprak bina, enerji ihtiyacını güneşten sağlarken, yağmur suyunu depoluyor. Duvarları tamamen nefes alan binanın yeşil çatısı yağmur sularını depolandıktan sonra da hidrofor ile rezervuara veriyor. Aynı zamanda da güneş enerjisi ile de elektrik ihtiyacını karşılıyor. Tamamen doğa dostu. Görünüşüyle de dedemin köydeki evinden farklı değil. Sofası, mutfağı, bahçesi… Banyo ve tuvaleti ise binanın dışına, bahçe içine yaptım. Dediğim gibi, proje modern tekniklerinden yararlanarak oluşturduğumuz bir Anadolu evi.