Türk şiirinin büyük ustası Necip Fazıl Kısakürek, Çile şiiri için şöyle der: “Bir şiir, benim bütün sanat ve dünya görüşümün içinde kesafet bağladığı nazım tecrübesidir. “ Bugüne kadar hiç yayınlanmamış olan bu yazıda, Çile şiirini yaşadığı bir fikir buhranına borçlu olduğunu söyleyen Kısakürek, şöyle devam eder: “Nitekim Bir Adam Yaratmak isimli piyesim de aynı kafa krizinin mahsulü. Şu kadar ki bu krizin bana verdiği ilk hamle Çile olmuş, yalnız şiirin istediği azametli enerji karşısında uyuşan cesaretim ilk iş olarak Bir Adam Yaratmak piyesine el atmıştır. Yoksa piyesi şiirin bir şubesi telakki edebilirsiniz. Bir Adam Yaratmak, Çile'deki mücerret fikrin vakaya hayati münasebet ve saiklere entrika ve maddeye kavuşmuş şeklinden başka bir şey değildir.”
Yazının sonunu ise şu cümleyle bitirir: “Uzun lafa ne hacet! Benim söyleyemediğimi şiir söyleyecektir.”
Necip Fazıl Kısakürek için Çile şiiri çok önemlidir. Büyük din alimlerinden Abdulhakim Arvasi Hazretleri ile tanıştıktan sonra hayatı tamamen değişen Kısakürek, bu değişim üzerine Çile şiirini kaleme alır. Şiirin ilk ismi Senfoni’dir. "O ve Ben " kitabında anlattığına göre bir gün şeyhine kendi ruhiyetini anlatmak için bu şiiri okur. Kısakürek o anı şu cümlelerle okurla paylaşır: “Çile şiirimi derin derin dinlediler. Ve sükut… Hatta memnuniyetsiz bir sükut… Sonradan ben de derin derin düşündüm ve bu memnuniyetsiz sükutu, şiirin kendilerine okunan ilk şeklindeki edeb hatalarına yordum. Gerçekten şiirde onun ilk yazılış şeklinde mukaddes ölçüleri taşırır gibi edaları vardı. Vefatlarından sonra bunları düzelttim. Ne yapayım yavaş yavaş adam oluyordum. Okyanuslar gibi dalgalanan çamur nefsimi yüksük yüksük süzmeye mecburdum.”
İşte hayatının adeta özeti olan, üzerinde defalarca çalıştığı Çile şiiri bu defa 5. Uluslararası CNR Kitap Fuarı’nda ziyarete açılan bir sergiye ilham oldu. “Bir Şiir/Bir Hayat” adlı serginin küratörü Şeyma Kısakürek. Bir buçuk aylık emeğin sonucunda hazırlanan sergi, bizi Çile şiirinin eşliğinde Üstad'ın fikir dünyasına doğru bir yolculuğa çıkarıyor.
Necip Fazıl’ın torunları Şeyma ve Emrah Kısakürek’le buluştuk. Hem sergiyi birlikte gezdik hem de bu serginin etrafında Necip Fazıl Kısakürek’i konuştuk.
Sergi fikrinin nasıl ortaya çıktığını Şeyma Kısakürek şöyle anlatıyor: “Biz Necip Fazıl Kısakürek Kültür ve Araştırma Vakfı olarak ‘Bir Şiir /Bir Hayat’ temasından yola çıkarak sergiler hazırlayalım diye düşündük. Bu serinin ilk şiiri ise elbette Çile oldu. Çünkü bu şiir kendisinin de çok önem verdiği bir şiir. Çile'nin mısralarının akışına Üstad'ın fotoğraflarını, özel eşyalarını, el yazısı bazı notlarını yerleştirdik. Sergiyi gezenler şiirdeki fikir buhranını hissedecekler. Yine sergide daha önce hiç yayınlanmamış bir yazısını ziyaretçilerle paylaşacağız. Bu yazıda Çile şiirinin kendisi için ne anlama geldiğini çok açık ve net şekilde dile getirmiş. Dolayısıyla onun ruh dünyası Çile şiirinde aslında. “
Sergide yer alan eserlerle ilgili ise şunları söylüyor bize: “Daha önce yazılmış ama bilinmeyen şiirleri karşılayacak ziyaretçileri. Yine ilk baskısından bu güne Çile kitabının koleksiyonu olacak. Dört bölümden oluşan serginin benim için en önemli bölümü ise üçüncü oda yani Has Oda. Burada ziyaretçiyi büyük bir sürpriz bekliyor. Özetle sergiden ‘ver cüceye onun olsun şairlik’ mısrasını söyleyip çıkacağız.”
Bu sohbetten sonra birlikte sergiyi gezmeye başlıyoruz. Sergi salonu dört ana bölümden oluşuyor. İçeriye girince “büyücü büyücü ne bana hıncın/bu kükürtlü duman nedir inimde” mısralarındaki gibi havayı kaplayan duman karşılıyor bizi. Fonda ise Necip Fazıl Kısakürek’in sesinden Çile şiirini duyuyoruz. Fondaki müzik ise Felix Mendelssohn’ın eseri olan The Hebrides Overture. Bu müziği Necip Fazıl Kısakürek'in dikkatli okurlarıı daha önce Üstad'ın kendi sesinden şiirler okuduğu kasetinde “Zindandan Mehmet’e Mektup’tan hatırlayacaktır.
Koridordan geçerken Kısakürek’in fotoğraflarını, el yazısından mısralarını duvarlardan okuyoruz. Yine Üstad'ın bir konferansta giydiği kareli ceketi, aile fotoğrafları, keçe siyah kalemi var. Şeyma Kısakürek dedesinin ömrünün son yıllarında şeker hastalığından dolayı göz ışığının zayıfladığını ve notlarını bu keçe kalemden tuttuğunu söylüyor. Sergiyi gezerken öğrendiğimize göre Necip Fazıl Kısakürek daktilo kullanmazmış. El yazısıyla notlarını tutarmış. Hatta bütün eserlerini kendi el yazısıyla defterlerine kaydetmiş. Bu notları daha sonra büyük oğlu Mehmet Kısakürek başta olmak üzere gençler daktiloya geçiriyormuş.
Serginin en can alıcı bölümünü ‘Has Oda’ oluşturuyor.
Has Oda’ya ulaşmak için insanın içinde hafakanlar uyandıran dar bir koridordan geçmek gerekiyor. “Sen, bütün dalların birleştiği kök/ Biricik meselem Sonsuza varmak” mısralarını okuyarak ikinci perdeyi kaldırıp ayna ve camla kaplı Has Oda'ya geçtiğinizde ise sizi yarısı yanmış ve eskimiş bir kitap karşılıyor. Cam fanus içindeki bu kitabın hikayesi çok etkileyici. Abdulhakim Arvasi Hazretleri'nin kaleme aldığı ve Necip Fazıl'a hediye edilen Er-Riyazüt Tasavvufiyye adlı bu kitabın hikayesi O ve Ben adlı eserinde şu cümlelerle anlatılır: “ Buhranımın içinde, en uzun 180 derecelik kavsi tutan bir rakkas gibi tam inkarla tam iman arası gedip geldiğim bir an, Efendimin kitabını sobaya attığımı, sonra bir lahzada, tek bir lahzacıkta sobaya, ateşin içine atıldığımı, alevli yaprakları elimle söndürdüğümü Allah biliyor siz de bilin! Kalplerimiz ilahi kudret elinin iki parmağı arasında... Dilediğini çeviriyor.Kenarları yanık o kitabı saklıyorum.
İnşallah ben öldükten sonra da saklayan olur. “
Emrah Kısakürek’in aktardığı bir anekdota göre Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve yakın arkadaşı Abdullah Sarımermer Büyükdoğu Yayınları’ndadır ve Çile kitabı basılmıştır. Matbaadan gelen Çile kitabını iki arkadaş sırtında taşır ve Necip Fazıl Kısakürek kitapla ilgili yayınevine yapılan ilk ödemeden iki arkadaşı Sultanhamam’a götürüp buradan takım elbiselik kumaş alarak hediye eder.
Sergide ayrıca Necip Fazıl Kısakürek’in şiir kitaplarının da koleksiyonu var. Kitaplar arasında aile fertlerine imzaladığı kitaplar da yer alıyor. Mesela Çile’nin 1962 baskısı “Kızım Ayşe’ye “ diye evladına imzalanmış. Emrah Kısakürek’in anlattığına göre dedesi başta eşi Neslihan hanım olmak üzere aile fertlerine kitaplarını imzalarmış. Ancak kitap imzalama etkinliklerini sevmezmiş. Bunun sebebini de Tanrıkulundan Dinlediklerim kitabında anlatıyor.