Hayatı boyunca sazını ve sözünü yoldaşı edinerek insanlara sevdayı, hasreti, gurbeti, aşkı ve hüznü anlatan büyük usta Neşet Ertaş’ın vefatının ardından 12 yıl geçti. Neşet Ertaş’ın vefatının ardından kendi kendine Neşet’in irfanını insanlara aktarmaya yönelik bir eser kaleme almayı düşündüğünü anlatan Savaş Ş. Barkçin, bu düşüncesini Gönül Dağı ile gerçekleştiriyor. Kaleme aldığı eserle, “Neşet Ertaş kimdir?” sorusunun ötesine geçerek “Neşet Ertaş’ın gönlünde neler saklıdır?” sorusuna yanıt arıyor ve büyük ustanın türkülerinin ardındaki gizemleri, ruhundaki derinliği ve yaşamındaki hikâyeleri, her döneme ışık tutan anekdotlarla Gönül Dağı’nda bir araya getiriyor. Baskısı yıllar önce tükenen Gönül Dağı, bu kez Ketebe Yayınları aracılığıyla bir kez daha okurla buluşuyor. Kitabıyla okuyucuyu Ertaş’ın dizelerinde bir yolculuğa çıkaran Savaş Ş. Barkçin ile Gönül Dağı’nı konuştuk.
Evet. Hayatımda dinlediğim ilk canlı müzik Neşet’indir. Ankara Yenidoğan’da ben belki beş-altı yaşımda iken onun bir gün kahvede çalıp söylediğini duydum. Koştum, onu dinledim. Meşhur “Leyla” da bizim sokağa gelirdi. Onu da o yaşlarda gördüğümü hatırlıyorum. Neşet Usta ile daha sonraları üç kez başka yerlerde bir araya geldik. Hepsinden de zevk aldım, ibret aldım.
Benim genelde sanat ve özelde müzik ile ilgili temel düşüncem sanatın anlamına ermektir. Bizde bu bakış açısı eksiktir. Genellikle ya teknik açıdan, kimsenin anlamayacağı müzik terimleriyle bir şeyler anlatırlar ya da hiç tevhide yanaşmayan edebî çözümlemeler yaparlar. Bunları yapanlar mümin olunca işin farklı olması gerekir. Ben hasbelkader bunu müzik başta diğer klasik sanatlarda da yapmaya çalışıyorum. Mümin ilgilendiği her işi Hakka ayna kılandır. Televizyonda “Gönül Makâmı” programını da aynı düşünceyle yaptım. Müzik, müzikten çok fazla bir şeydir. Sadece bir eğlence, bir güzellik, bir meslek değildir. Her şey öyledir mümin için aslında...
Neşet Ertaş gibi bir ârifin hem eserlerinde, hem hayatında insanın ders alacağı sayısız hikmetler var. Ben onlara talibim. O yüzden Neşet vefat ettikten sonra kendi kendime Neşet’in irfanını insanlara aktarmaya yönelik bir eser kaleme almayı düşündüm. Allah’ın işine bakın, bir özel firma Neşet Ertaş’ın birinci vefat yıldönümü için benden fikir sorunca bu projemden bahsettim. Onlar da hemen kabul ettiler. Kitabı yazdım, eserleri seçtim, ayrıca Kalan Müzik müsaade etti, bu türküleri içeren bir CD’yi kitabın ekine koyduk. Kitap, ilk defa 2013’te kitap-albüm şeklinde şirketin prestij yayını olarak dağıtıldı. Sonra kitabı Erdem Yayınları bastı. Uzun yıllar geçti ve bu baskının mevcudu kalmadı. Bu sene kitabı en baştan ele aldım, gözden geçirerek Ketebe’den yeni hâliyle tekrar basma imkânımız oldu.
Kesinlikle. Neşet Ertaş örnek bir sanatçıdan öte örnek bir insandı. Tevazuu, güleryüzü, sözleri gerçekti. Onda gösteriş, ikirciklik yoktu. Onu büyük yapan da bu samimiyetiydi. İnsanları gerçekten sever, onlara gerçekten saygı duyardı. Çünkü ona “abdal” diyerek çocukluğundan beri ayrımcılık yapanlarda sevgisizliği ve saygısızlığı görmüştü. O, onlar gibi olmadı. Yanlışa karşı doğruyu yaptı. Önyargıya karşı hoşgörüyü, nefrete karşı aşkı öne çıkardı. İnsan böylesi bir insanı görse sevmez mi? Hepimizin övdüğü, dost edinmeye çalıştığı da zaten böyle insanlar değil mi?
Okuma-yazma bir araçtır. Kişinin hakikâte ulaşmasında, kendisi olmasında, kendini bilmesinde, bulmasında sadece bir araçtır. Önemlidir ama başka birçok araç vardır. Asıl mesele irfandır. O da kendini bilerek Rabbini bilmektir. Kişi, Rabbini bilince O’nun yaradışını, yarattıklarını da hâliyle bilir. Harf-satır bilmeden, ilim-kilim bilmeden, okul-mokul okumadan ârif olur. O zaman da Neşet’in dediği gibi “Ârife târif ne hâcet/Hak meydanda gördü isen/O senindir, sen onunsun/Eğer bilebildi isen.” Karacaoğlan öyle değil mi? Sümmânî, Âşık Veysel öyle değil mi? Asıl mesele kişinin âleme hangi gözle baktığıdır. Şu baştaki gözle mi sadece, yoksa kalp gözüyle mi? Neşet, kalp gözüyle bakandır.
TRT o dönemde kitlesel iletişim tekelini elinde tutuyordu. Özal zamanına kadar, yani 1980’lere kadar Türkiye, kapalı bir ülkeydi. Neşet’in ilk tanınırlığında TRT’nin rolü vardır. Ama onun asıl tanınırlığı 1960 ve 70’lerde plaklarıyla oldu. Maalesef bu plakların çoğu ona beş kuruş para vermeden, aldatılarak kaydedilmişti. Neşet, Almanya’ya göçtükten sonra uzun süre ülkemizde ismi sevenleri hariç unutuldu. Hatta ondan “rahmetli” diye bahsederlerdi. Bu dönemde de ona beş kuruş para vermeden plaklarından yapılan kasetleri satıldı. Yani halk katında şöhreti devam etti ama devlet katında öyle değildi. Onu tekrar halkıyla buluşturan Bayram Bilge Tokel üstaddır. Gitti, kendi hâlinde Almanya’da yaşayan ustayı buldu, onunla bir belgesel yapıp TRT’de yayınladı. Böylece sadece onu eskiden bilenler değil, gençler de bu değeri hatırlamış, onunla buluşmuş oldular.