251 Mektup/15 Temmuz Şehitlerine Mektuplar adlı kitaptaki mektuplardan birisi de Yeni Şafak gazetesinde çalışan ve o gece şehit düşen gazeteci Mustafa Cambaz için kaleme alındı: “O gece en yiğidimiz sendin...”
Mustafa,
Beş yıl, bazen bir an bazen de bir ömür…
Sen gideli beş yıl olmuş Mustafa. Hasretin yüreklerde büyüdü, kök saldı. Yıllar geçse de biz seni unutmadık, unutamayız bilesin. Hasretle selam ederim o cennet yurduna.
Günler geçti, haftalar, aylar ve yıllar… Sen bizi bırakıp gitsen de masan, bilgisayarın hala aynı yerde bir gün çıkıp gelecekmişsin gibi seni bekliyor. Masandaki fotoğrafına ne zaman baksam boğazıma yumruk gibi inersin. Dostlarla her bir araya geldiğimizde adın dökülür dudaklarımızdan. Sen gittin gideli gözyaşımız hiç kurumadı, kurumayacak Mustafa.
Geçen gece oturup eski haberlerimizi, fotoğraflarımızı karıştırdım yeniden. Yollarımızın kesiştiği o ilk günlere, 1999 sonbaharına gittim. İşini gücünü bırakıp gazeteci olmaya gelmiştin hani. İstihbarat servisindeki ilk günlerin… Hepimizin gönlünü nasıl da fethetmiştin, çalıştığın her serviste, gittiğin her yerde nasıl da fethederdin gönülleri. Yoksa cenaze töreninde yıllardır görmediğimiz o kadar insanı senden başka kim bir araya getirebilirdi ki?
Senin dostluğundan, arkadaşlığından nasibini almayan kim vardı ki Mustafa? Çünkü vefalıydın, yardımseverdin, dürüsttün, neşeliydin, şefkatliydin, hepimizi severdin. Şu hayatta kimseyi kırmamak ve kimseye kırılmamak adına ne varsa onları en değerli cevher gibi taşırdın kalbinde.
Farkına bile varmadan bize ne çok şey öğretmişsin meğerse. Sana yaklaşan herkes iyilikten nasibini alırdı. Kötülük gördüğün insanları bile iyilikle anardın. Gülen yüzünü, vefanı, dostluğunu unutmadık ah Mustafa.
Neyi seversin, neler yaparsın çok geç fark etmişim meğerse. Elinden düşürmediğin fotoğraf makinasıyla çektiğin resimleri ve siteni gösterdiğinde yaptığın işlere nasıl da hayran kalmıştım, hatırlar mısın? Hangi ara yapmıştın sen onca işi?
Her fırsatta bahçede sohbet ederdik. Bir elinde sigara diğerinde muhakkak gelip yanına sokulan bir kedi. Ne çok kedileri severdin ve onlar ne çok severdi seni Mustafa.
İş yerinin bahçesinde tatlı tatlı anlatırdın gezdiğin yerleri, çektiğin fotoğrafların hikayesini. İstanbul başta olmak üzere bütün Anadolu’yu karış karış dolaşıp tarihi eserleri fotoğraflamıştın hani! “Benim yaptığım işin adı kayıt fotoğrafçılığı” demiştin o zaman. Sen o dönemde Türkiye Ulu Camileri kitabı için çalışıyordun. Ne çok emek vermiştin o kitaba.
Sırada çeşmelerle ilgili kitabın vardı. Çok heyecanlıydın. “Cami fotoğrafları için bir sergi açalım” dediğimde bunu ulu camilerden birinin avlusunda hayal ettiğini söylemiştin. Hiç unutmam. Ayasofya ibadete açıldığında en çok senin bu sözünü hatırladım bu yüzden.
Ah be Mustafa! Yıllarca ne çok uğraştın Türk vatandaşı olmak için! Şu bürokrasi var ya, bir türlü geçit vermedi. Oysa en büyük hayalindi doğup büyüdüğün köyünü, evini, çocukluk arkadaşlarını yeniden görmek. Ama pasaportunu alıp oralara bir türlü gitmek nasip olmadı işte. Kimliğin olmadığı için yaşadığın sıkıntıları, nezaretlere düşme hikayelerini anlatırdın gülerek.
Ama o gece bu vatanın en önde koşan evladı sen oldun Mustafa. O gün ne kahrolası kimliksizliğin aklına geldi ne de başka şey. Hainlere karşı göğsün açık başın dik hesap sormak vardı bir tek aklında, öylece çıktın evden. Hayat arkadaşın, ilk gençlik aşkın, canındaki can “gitme!” diye yalvardı da “Beni bu gece kimse evde tutamaz!” deyip çektin kapıyı çıktın Mustafa!
O gece en yiğidimiz sendin. Seni ve o geceyi nasıl unuturuz? O çok sevdiğin semtte, Çengelköy’de, o ağacın altında boylu boyunca yere düşüşünü, yağmur gibi yağan kurşunlar yüzünden kimsenin yanına gelemediğini, yattığın o ıslak toprakta çok kan kaybettiğini, hastanede yapılan tüm müdahalelere rağmen bizi bırakıp gittiğini… Nasıl unuturuz?
Çok düşündüm: Seni kim o gece tutabilir, öfkenin önünde kim durabilirdi ki Mustafa?
Ah o geceyi kim unutabilir?
Gazeteye o gece gelen telefonu, senin şehit olduğunu öğrendiğimiz o anı, sabaha kadar dökülen gözyaşlarımızı, hainlere karşı o büyük öfkemizi kim dindirebilir? Senin o son yolculuğunu, o çok sevdiğin Çengelköy’de ebedi istirahate çekilişini… Ardından akan gözyaşlarımızı kim kurutabilir?
Kim unutabilir seni Mustafa?