Okur yazarlıktan yazar öğretmenliğe bir yolculuk

04:0015/11/2023, Çarşamba
G: 14/11/2023, Salı
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.

Reşat Nuri Güntekin’den Arif Nihat Asya’ya, Halide Nusret Zorlutuna’dan Necip Fazıl Kısakürek’e kadar pek çok ünlü yazar ve şairin öğretmenlik mesleğiyle yolları kesişti. Behcet Necatigil ya da Yahya Kemal gibi pek çok şair ise ileride şair olacak pek çok ünlü isme hocalık yaptı. Türk edebiyatında öğretmenlik yapmış yazar ve şairlerin dünyasına bir yolculuk yaptık. Bu mesleğin yazarlık ve şair kimliği üzerindeki etkisini masaya yatırdık.

FUNDA ÖZSOY E.

Öğretmenlik ve yazarlığın birbirini tamamlayan, dengeleyen ve de besleyen tarafları pek çoktur. Hatta diyebiliriz ki, yazarlıkla en iyi örtüşen mesleklerden biridir öğretmenlik.

Yazmak, bencil bir eylemdir esasında. Yazar/şair kişi, yazdıklarıyla hiçbir zaman uzlaşamayıp kendini gönüllü cenderelere sokandır, yaşadığı hayatla yetinmeyip öldükten sonra da eserleriyle yaşamaya devam etme hevesinde olandır. Her asırda birkaç kişinin başarabildiği bu ölümsüzlüğe ulaşabilmek uğruna, yaşadığı ‘an’ı da huzursuzluğun, gönül açlığının içinde ziyan edendir. Öğretmenlik ise o yazar egosunun şişkinliğini alır işte. Ruhundan üflerken eserine, yazarlığını öğretmenliğiyle buluşturabilmiş kişi, aslında o ruhun sorumluluğunu kendine hatırlatır. Tam da sözün burasında şair bir öğretmeni, Behcet Necatigil’i hatırlayalım. Onun Besinler şiirinde “Kağıtlar gururu besliyor…” mısraları ile sanatçı kibrine telmihte bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu kibrin dönüp dolaşıp egoyu besleyen bir yanı vardır. Oysa Behçet Necatigil, mütevazılığı şiar edinmiş bir şairdir. Onun aynı zamanda bir öğretmen oluşu, egoyla beslenen şair kibrini kırmış olabilir mi?

ÖĞRETMENLİK VE YAZARLIK

Yazarlığın bencil, doyumsuz, hoyrat dünyasına öğretmenliğin şefkatli parmakları değdiğinde akıl ve zeka gibi birbirini tamamlar bu iki tecrübe.Ne mutlu ki yazarlığını öğretmenliğinde çoğaltan, güçlü kaleminden taşan iradesini vicdanıyla -ki, öğretmenlik baştan ayağa vicdandır, unutulmasın lütfen- birleştirmeyi başarabilmiş,Türk edebiyatının nice çınarları vardır.

Öğretmenlik ve yazarlığın kimyasını birleştirdiğinizde bir altın orana ulaşmak mümkündür. Hani öğretmenlik için ömür boyu gönüllü olarak öğrenci olmaya devam etmektir denir ya, yazarlık da öyle değil midir? Öğrenme yolculuğunda önüne çıkan cam kırıkları yüzünden kanamayı göze alabilecek cesarete sahip olursun böylece. Sabırla, bir iğne oyası işler gibi çocuğun ruhuna güzellikleri işlemek, o ruhu bir kahramana, şefkatli bir anne babaya, dürüst bir işçiye, işverene ve eserleriyle varoluşunu anlamlandıran bir sanatçıya dönüştürmek öğretmenin, o bilge kişinin dehasıdır.

YAZAR VE ŞAİRLERİN ÖĞRETMENİ

Yine Türk şiirinin önemli ismi Behçet Necatigil ile devam edecek olursak; Kabataş Erkek Lisesindeki öğretmenlik yıllarında edebiyata ilgi duyan öğrencilerine yol göstermesi, Hilmi Yavuz, Demir Özlü, Hasan Pulur gibi kalemlerin yetişmesine katkı sağlaması önemlidir. Ama illa ki bunun da öncesi vardır tabii: Necatigil’in Kastamonu’daki ortaokul yıllarına gittiğimizde, kısmetine düşen bir şair öğretmenin, Zeki Ömer Defne’nin, öğrencisinin yeteneğini keşfetmesi, hatta Türkçe defterine onu teşfik edecek notlar yazması-yıl 1930’dur- bir öğretmenin mucizesi olarak kabul edilebilir pekala. Çok ilginç, aynı Zeki Ömer Defne, Necatigil’den beş altı yıl önce, yine Kastamonu’da, Rıfat Ilgaz’ın da Türkçe öğretmeni olmuş ve yazı yolculuğunda Hababam Sınıfı romanının yazarı için de bir işaret fişeği yakmıştır. Bu iki önemli edebiyat insanını daha tohumken fark eden bir şair öğretmene sahip olmak, Türk edebiyatının da kazancıdır.

Güçlü hikayeci ve romancı Tarık Buğra’nın öğrencilik hayatına bakacak olursak; Konya Akşehir’deki ortaokul yıllarında Türkçe öğretmeninin, ders kitaplarında şirini okuduğu şair Rıfkı Melul Meriç olması tesadüf olamaz. Zira Meriç, daha çocuk yaştaki öğrencisine şiiri sevdirdiği, hayata bakışı ile onu etkilediği gibi, yıllar sonra tıp fakültesinde okurken İstanbul’da karşılaştıklarında onu Küllük Kahvesi’ne götürmüş, böylece edebiyat dünyasının önemli isimleri ile tanışmasına vesile olarak Buğra’ya edebiyat adına bir eşik atlatmıştır.

ARİF NİHAT ASYA VE ADANA’DA BİR LİSE

Yazar bir öğretmenin öğrencisi olmak, bizi illa edebiyatçı yapmasa da mutlaka bakış açımızı zenginleştiecektir. Bayrak şiirinin şairi Arif Nihat Asya’nın yirmi yılı aşkın görev yaptığı Adana Erkek Lisesindeki öğrencilerinden biri olmak, 1940 yılından bu yana her okuyanın göğsünü genişleten bu şiiri edebiyat derslerinde bizzat şairinin sesinden dinlemek nasıl olurdu acaba? Ya da Halide Edip’in ünlü Sultanahmet Mitingi’nde yanıbaşında olan, 1920-1960 yıllarında yazdığı roman ve hikayelerinde, Türkiye’nin geçirdiği toplumsal değişimleri gözlemleyebileceğimiz aktivist yazar Şukufe Nihal’in öğrencisi olmak? Ya da Necip Fazıl Kısakürek, Yahya Kemal’in ya da Tevfik Fikret’in dersine bir kez olsun girmeyi kim istemezdi ki?

REŞAT NURİ’NİN ÖĞRETMEN KARAKTERLERİ

Reşat Nuri Güntekin,yüz yıldır gönüllerimizde yaşamaya devam eden Çalıkuşu romanının şefkatten yoğrulmuş Öğretmen Feride’si ile Acımak romanındaki merhameti sonradan öğrenen Zehra Öğretmen’ini, hafızalarımızda derin izler bırakan bu iki farklı öğretmen tipini yaratabilir miydi acaba, öğretmenlik tecrübesi olmasaydı, hiç sanmıyorum. O Reşat Nuri ki, maarif müfettişliği yıllarında, daha ortaokul öğrencisi olan, bugünün duayen çocuk yazarı Gülten Dayıoğlu’na kendisini yetiştirebilmesi için teftiş ettiği okulun kütüphanesinin anahtarını teslim etmiştir, daha çok okuyabilsin diye; öyle bir sezgi gücü kazandırmıştır işte öğretmenlik tecrübesi bu büyük yazara.

Kim bilir, belki de Tanpınar gibi bir ested kalem, Ankara Erkek Lisesinde Orhan Veli’nin edebiyat öğretmeni olmasaydı, yıllar sonra Türk şiir anlayışını alt üst eden Garip akımının doğuşu gecikecekti. Türk şiirine l.Yeni Şiiri olarak geçen Garip akımının temelllerini attığının, Tanpınar o güçlü yazar/şair sezgisiyle fark etmiş midir acaba?Ama şu da var ki; günlüğünden okuduğumuz üzere, gönlünde şiir hep ağır basan Tanpınar için “hocalık ve faydasız nesir, birkaç evde yaşamak gibidir; birini bırakıp öbürünü almakla iş olmuyor, asap yoruluyor.” diyebilecek kadar öğretmenliğe mesafeli olduğunun da altını çizelim.

ÖĞRENCİLERİNİ YAZDI

Oysa Halide Nusret Zorlutuna, öğretmenlik yaptığı uzun yıllar boyunca öğrencileriyle biriktirdiği anılarını Benim Küçük Dostlarım kitabıyla okurlarının dikkatine sunacak kadar sevmiş ve içselleştirmiştir mesleğini. Bu kitabı okuduğunuzda Zorlutuna’nın edebiyatçı duyarlılığı ile eğitimci yönünün birbirini nasıl tamamladığını ve de nasıl çoğalttığını çok iyi anlıyorsunuz.

Recaizade Mahmut Ekrem, Faruk Nafız Çamlıbel, Halit Fahri Ozansoy, Celal Sahir Erozan, Behçet Kemal Çağlar, Cahit Külebi, Orhan Şaik Gökyay ve daha nice yazar/şair öğretmenimiz, hem ruhunda iz bıraktıkları öğrencileri hem de onları bugüne taşıyan eserleriyle hala belleklerde yaşamaya devam ediyor ve edecekler.

GÜNÜMÜZDE ÖĞRETMENLİK YAPAN YAZAR VE ŞAİRLER ANLATIYOR

24 Kasım Öğretmenler Günü vesilesi ile Yeni Şafak Kitap Eki’nin kasım sayısında yazar-öğretmenler üzerine bir dosya hazırladık. Yazar ve şair kimliğini, dünyanın en saygın ve onurlu mesleklerinden biri kabul edilen öğretmenlik mesleği ile taçlandırmış olan günümüz usta kalemlerinden bazılarına öğretmenliğinin yazdıkları eser üzerindeki izlerini ve yazar/şair kimliklerinin, öğrencilerinin edebiyat dünyasıyla güçlü bağlar kurmasında nasıl bir etkisi olduğunu sorduk:

Hayatımda yazmak eğitmekten hep önce gelmiştir

HÜSEYİN AKIN

Öğretmen-yazı ilişkisi yazarlık noktasında iki tip kimlik oluşturur: Yazar- öğretmen ve öğretmen-yazar. Yazarlığın eğitimciliğinin üzerinde bir üst kimlik olarak yer alıyorsa o kişiye yazar- öğretmen demek daha uygundur. Hayatımda yazmak, eğitmekten hep önce gelmiştir. Eğitirken yazan değil, yazarken eğitendim. Bir yazar-öğretmen için eğitimciliğin avantajları kadar dezavantajları da vardır. Yazarlık (şairlik, öykücülük vb.) sessizliğe ihtiyaç duyar. Öğretmenlik buna kolay kolay imkân veren bir meslek değildir. Bu durum yazma melekesinin ve söyleme ihtiyacının körelmesine yol açmaktadır. Öğretmenliğimin mesleki anlamda yazarlığıma olumlu katkı anlamında bir katkısı olduğunu sanmıyorum. Aksine bir yerde edebiyat söyleşisi yaparken hasbelkader öğretmen olduğunuzu söylediğinizde konuşmanın büyüsü sanki bir anda kayboluyor. Görev yaptığınız okullarda da belki birkaç istisna dışında yazarlığınız özellikle okul idarecileri için bir yük olarak görülmekte. Hem entelektüel ağırlığınızla ortamı bozuyorsunuz hem de gelen söyleşi davetleri, paneller, imza günleri vb. okulun size nasıl davranacağı konusunda bir bocalama yaşamasına sebep olabiliyorsunuz. Türk edebiyatının çok önemli isimlerinin öğretmen olduğu ve dönemlerinde büyük itibar gördükleri bir vakıa olmasına rağmen ne yazık ki bugün bu değerbilirlik geleneği kaybolup gitmiştir. Yazarlığımın öğretmenliğime katkısına gelince, bu tartışılmazdır. Eğitime dair yazdığım eleştirel nitelikli üç kitap bunun somut göstergesi sayılabilir.

Öğrencilerimin metinleriyle dergilerde karşılaşmak öğretmen olarak gurur verici

RAMAZAN EKİCİ

Öğretmenlik mesleğinin beni ve yazdığım eserleri beslediğini çok rahatlıkla söyleyebilirim. Okul sıraları her zaman olmasa da karşımıza yepyeni dimağların çıkmasına vesile oluyor. Mesleğim gereği gençlerin ilgilendiği her şeyle yakından ilgilenmeye çalışıyorum. Onların ne okuduklarını, ne dinlediklerini, hangi oyunları oynadıklarını ve estetik zevklerinin nasıl geliştiğini yakından takip ediyorum. Tabii meslek gereği anlattığımız bir müfredat var. O müfredatın içinden iyi eserleri öğrencilerin dikkatine sunarken kendim de bu eserlere daha eleştirel bakmayı öğreniyorum. Bu da doğal olarak yazdığım eserlere yansıyor. Öğrencilerin neyi, neden beğendiğini veya beğenmediklerini tam ifade edemezlerse dahi iyi eserleri sezdiklerini hep gördüm. Bu noktalarda onların kavramlara dökülmeyen sezgileri beni hep heyecanlandırıyor. Bazen yazdığım bir hikâyeyi, hatta yeni romanımın bir bölümünü okur, onların açık yürekli fikirlerini alırım. Özellikle roman karakterlerimin isimlerini çoğunlukla öğrencilerimle karar veririm. Ben kendi beğenilerimden ziyade öğrencilerimin beğenilerinden yola çıkarak daha geniş bir estetik bakış açısı geliştirmeye çalışıyorum. O nedenle öğrencilerimin okuduğu her kitaba ilgiyle yaklaşıyorum. Bazen de o kitabı öğrencimden ödünç alıp, okuyup onlarla tartışmaya çalışıyorum. Zaman içinde onlar da benim elimdeki kitaba, kitabın yazarına dikkat kesiliyor. Tabii az da olsa zaman içinde öğrencilerimin metinleriyle dergilerde karşılaşmak öğretmen olarak gurur verici bir şey.

Yazmak bazen kendini bazen diğerini eğitmeye çalışmaktır

AYŞE ÜNÜVAR

Öğretmenlik mesleğinin yazın hayatımda ve edebi duruşumda pekiştirici bir görev üstlendiğini düşünmekteyim. Yazı, herkesin kendince yürüdüğü bir yoldur. Yazar kalemiyle, kelimeleriyle ağırlar yaşamın getirdiklerini. Bu bazen zor bazen kolaydır.Bazen parlak bazen mattır… İçselleştirdiğimiz evrensel bildirimleri, kalbimizle yoğurup yazıya dökerken algımız önemlidir ki işte mesleğimiz de daha diğer birçok şey gibi yazıyı ve yazgıyı anlamlandırmaya etki eder… Nietzsche’nin “yazgını seveceksin, hem de öyle bir seveceksin ki sürekli en baştan tekrar bir daha ve bir daha tazecik bir coşkuyla yaşamak isteyeceksin” dediği gibi. Yazgının beni getirdiği nokta hep kalem ve kâğıt olmuştur. Bir de insanları yeni baştan sabırla dinlemek ve anlamak… İşte bunların hepsi hem öğretmenlikte hem de yazarlıkta vardı. Öyleyse “varmak” mı,“yolda olmak” mı?Kelimelere döküp sonuna üç nokta koyarak bu son değil, son yazmak Tanrı’nın işi diyebilmekti zannımca! Zannımca diyorum, zira yazar hep bitmemişi kovalayandır. Kovalamak ki taze bir fidanı sulayarak hayatına katkıda bulunmaktır. Bu düşsel bakışla; fidan, bazen öğrenci bazen yeniyetme güdük bir kelime/hikâye/anı/deneme/roman vb.dir… Öyle ise yazmak bazen kendini bazen diğerini eğitmeye çalışmak ve eğitirken, eğitilmektir. Bir anlamda yazar toplumun öğretmenidir. Başka bir anlamda öğretmen, taze dimağların yazıcısı… Nasıl bakarsak öyle olsun isteriz ya! İyi bakalım. Saf, şeffaf ve sevgiyle. O vakit hem kelimelerimiz yeşerecek hem de öğrencilerimiz edebi dilde çiçek açacaktır…

“Beni yaz” diyen insanlarla karşılaştım hep

İMDAT AVŞAR

Mesleğim, kâinatın en masum varlıklarını, çocukları derinlemesine gözlememi sağladı. Onların her birinin farklı bir dünyası olduğunu gördüm. Öte yandan görev yaptığım taşra vilayetlerine bağlı uzak dağ köylerinde çaresiz, mağlup, coğrafyayı kader kabul eden insanlarla iç içe oldum. Öğretmenlik hayatımın ilk yıllarında o mağlup ve mağdur insanların ve onların çocukları olan öğrencilerimin hayatına dair hadiseleri ve o bölgelerde gördüğüm insan manzaralarını yıllarca biriktirdim hafızamda. “Beni yaz” diyen insanlarla, karakterlerle; “beni anlat” diye bağıran hadiselerle karşılaştım hep. Eğer sanatçı bir kişiliğe sahipseniz, biraz da hikâyenin üstüne üstüne gidiyorsunuz. Ben de öyle yaptım. Pek çok hikayemin mekânı o dağ köyleri, kahramanları da öğrencilerim ya da onların ebeveynleri oldu. Çok ilginçtir ki, öğretmenlik yaptığım yıllar boyunca, öğretmenlerin pek okutmak istemedikleri, “birinci” sınıfları okuttum hep. Müfettiş olduktan sonra da hep birinci sınıfları denetledim. Bir de rotasyonlar gereği sık sık görev yerimiz değişti, öğrencilerimle uzun süreli ilişkilerim olamadı. Bu yüzden ben öğrencilerimi ve onların yaşadığı hayatı biriktirip sonradan yazdım. Müfettişlik döneminde Türkçe derslerini denetlediğim sınıflarda mutlaka edebiyattan, şiirden, hikayeden, romandan bahseder, onlara kendi kitaplarımdan hikayeler de okurdum. Kısacası benim yazar kimliğimin öğrencileri etkileyip etkilemediğini bilemesem de onların hayatları, yaşadıkları coğrafya ve o dağlardaki insanların hayata bakışları benim hikayelerimin ana vatanı oldu.

Yazılarımı ilk tenkit eden öğrencilerim oldu

BESTAMİ YAZGAN

Allah’ın kulunu sevip sevmediği, onu ne işle meşgul ettiğinden anlaşılır diye güzel bir söz var. Bu açıdan bakınca öğretmen olduğum için ömür boyu mutlu oldum. Mesleğimin bir faydası daha oldu. Yazarlar, aynı zamanda iyi bir gözlemci olmak zorunda. Yani yaşadığı çağa şahitlik etmeliler. Öğretmenlik sebebiyle yurdumun bütün çiçeklerini tanıma ve onları koklama imkânına sahip oldum. Bazı şiir, hikâye, hatta masallarımda onlardan bir parça vardır.Yazılarımı ilk dinleyenler ve tenkit edenler öğrencilerim oldu. Onlardan doğan metinler, onlarla zenginleşti. Bunun için öğrencilerime minnettarım. İlkokul öğretmenleri bir sınıfın, ortaokul öğretmenleri bir okulun, sanatçılarsa bir milletin öğretmeni olurlar. Mesleğimle beraber kalemim de olgunlaşınca aziz milletimizin aciz bir öğretmeni olma yolunda küçük adımlar atmaya başladım. Allah, cümle öğrencilerimizin ve öğretmenlerimizin yolunu açık eylesin!

Öğretmekten öğrendiğim çok şey oldu

GÜLŞEN FUNDA

Türkçe öğretmeni olarak atandığımda “öğretmekten” çok “öğreneceğimi” düşünüyordum, gerçekten de öyle oldu. Yazdığım metinlerden ziyade dünyaya bakışımı değiştirdi mesleğim, ya da öğrencilerim. Dünyaya bakış değişince bir kırılma oldu tabii. Gerçeğin kendine has sertliği, kırıcılığı vardır ya; Sait Faik’in “İp Meselesi”, Füruzan’ın “Yaz Geldi”, Cemal Şakar’ın “Matematik Defteri”, M. Özgür Mutlu’nun “Pencereden Gelen Top” öyküsü gibi. Kırdı beni, paramparça etti. Okul benim yaşama açılan kapım oldu böylece, bilmediğim ve zorlayan bir yaşama. Bu yaşama alışmış on iki yaşındaki çocuklarla göz göze geldiğinde kavrıyorsun meseleyi. Yoksulluğun, başarısızlığın, akşam altıda bomboş kalan sokakların, pencere demirlerinden dışarı bakan çocukların berisinde, kimliğin, ihmalin, suçun ve suçluluğun, öteki ve biz’in meselesi döner dolaşır. Hikâye de burada filizlenir; zekice veya iyi bir fikirden değil de esaslı hikâyeden yola çıkınca. Açıkçası bu kırılmadan dolayı hâlâ bir zemin arıyor, mesafemi ayarlamaya çalışıyorum. Şimdilik, öykü anlayışımı dönüştürdüklerine şahit olabiliyorum, yalnızca gerçek oluşlarıyla. Öğrencilerimi incitmeden, okuru da istismar etmeden yazmak nasip olsun istiyorum. Diğer türlü yazdığımız üç satırın bir kıymetiharbiyesi yok gibi geliyor.

Öğretmenlik bir gönül mesleği

İSMAİL ZORBA

Mesleğimiz karakterimize, hayata bakış açımıza hatta hayatta duruşumuza bile etki edebiliyor. Her şey sevmekle başlar diyor ya Sait Faik. Öğrencilerimiz bizim için her şeyden önce bizim hikâyemizin odak noktası. Onlar her zaman hayatımızın merkezinde. Zaman zaman özel hayatımızın bile önüne geçebiliyor öğrencilerimizle yaşadıklarımız. Öğretmenlik mesleği bir gönül mesleği. Hayatlarına dokunduğumuz öğrencilerimiz aynı şekilde bizim de hayatımıza dokunuyorlar. Bu öyle bir kaynak ki öğretmeni hayatın içinde tazeliyor, yeniliyor. Tazelendikçe yazdıklarımız da tazeleniyor, yenileniyor. Bir öğretmen için her bir öğrencisi okunacak bir kitap, keşfedilmeyi bekleyen yepyeni bir dünya. Bu kitapları okudukça, bu dünyaların içine girdikçe mesleğimizin anlamı derinleşiyor, gönül heybemizde biriktirdiklerimiz bizi yazmaya itiyor. Öğretmenin söylediği bir cümle bile bir öğrencinin ufkunda yepyeni pencereler açabiliyor. Bu yüzden öğrencinin dünyayı keşfinde, güzele ve estetiğe bakışında edebiyatla hemhal olmasında özellikle edebiyat öğretmenlerinin yeri çok özel.Bir öğretmen olarak fidanlarımızın yazdıkları her mısranın, her cümlenin bir şiire, bir denemeye, bir hikâyeye dönüşmesini izlemek mesleğimizin bize yaşatabileceği en büyük güzellik. Ve yıllar geçiyor; o birlikte dergi, kitap okuduğumuz, sohbet ettiğimiz öğrencilerin ellerinde kitapları ile bizi ziyaret ettiklerinde yaşadığımız mutluluğun tarifi yok.

Öğrenci için güzel olduğu kadar benim için de eşsiz bir haz

İLHAN KURT

Bir eğitimci olarak en büyük gücüm daima edebiyat oldu. Edebiyat öğretmeni olmadığım halde bazen nesrin sürükleyici özelliğini bazen şiirin büyüleyici yönünü kullandım. Ancak bu bağıl bir etkidir. Samimiyet, gayret, çile ve sancı ister. Sadece edebiyatla adanmışlık sağlanamaz.Adanmanın bir yönü öğretmense bir yönü de öğrencidir.Öğrenci okulunda akranlarından arkadaşlar edinir ancak bu yeterli olmaz çünkü insan hep samimiyetle inanacağı bir otoriteye de ihtiyaç duyar. Öğrenci bunu öğretmende bulursa yapışır hırkasına. Kaynağı eğitim yuvası olan edebiyatçı çok şanslıdır. Çünkü ilham, an olur öğrencinin hikâyesiyle, an olur gamzesine düşen gülümsemeyle, an olur yaşattığı hüzünle konar şairin kalemine. Buna örnek olarak yılkı atlar gibi özgür, ele avuca sığmayan, en sonunda da dünyaya sığamayıp genç yaşta vefat eden öğrencim Alihan Çiçek için yazdığım “Yılkı Atlar” şiirimi verebilirim.Tersinden bakıldığında edebiyata yatkınlığı olan bir öğrenci için şair, yazar bir öğretmeni olması harika bir imkândır. Öğrencilik hayatında bu boşluğu hissetmiş biri olarak bazı öğrencilerimin edebi türlerde eserler vermelerine, dergilerin mutfaklarında olmalarına yardımcı olmayı görev bildim. Çok bencilce bir sözle belirtmeliyim ki bu, öğrenci için güzel olduğu kadar benim için de eşsiz bir haz kaynağı oldu.

Öğrencilerime yazmayı öğrettim yazdıklarını yayımladım

GÜLHAN TUBA ÇELİK

Öğretmenlik mesleğinin yazdıklarımın şekillenmesinde direkt olarak etkisi yok fakat insanı anlamak ve tanımak noktasında yararlandığımız havuzun çok daha renkli olmasını sağladığı su götürmez. Bir sınıf ortamında ya da öğretmenler odasında, bu çeşitliliğin bir parçası bir anda sivrilebilir zihnimizde. Bir bakış, bir cümle, bir hareket, bir ses öykünün özünü oluşturabilir. Onu yakalar ve büyütürüz. Öğretmen edebiyatçıların yazarlık hayatımdaki etkisi ise çok daha doğrudan olmuştur. Bir yazarın öğretmen olması, onunla tanışırken çoğu şeyi kaldırıp atar aradan, birdenbire yakın olursunuz. Bir “Hocam,” kelimesi aylardan ya da yıllardan tasarruf olur çoğu zaman. En yakın yazar arkadaşlarım aynı zamanda öğretmen olanlar olmuştur. Yazarlığımın öğretmenliğime etkisi ise çok daha fazladır. 2009’dan beri çalıştığım her okulda edebiyat bültenleri, fanzinler, okul dergileri, ilçe dergileri çıkardım. Öğrencilerime yazmayı öğrettim, yazdıklarını yayımladım. Yazdıkları bir şeyi fanzinde, bültende, dergide görmeleri inanılmaz bir mutluluktu onlar için. Yazın imza günüme gelen bir öğrencim on iki sene önce şiirini yayımladığım dergiyle gelmişti mesela. İlerleyen yıllarda onlardan birini bir yazar, çizer, şair olarak görebilmek ve bu gelişimin en temelindeki şeylerden biri olduğunu bilmek hayatımın en anlamlı parçalarından olurdu kuşkusuz.

Yazar kimliği öğrenci gözünde öğretmeni daha saygın kılıyor

ERHAN GENÇ

Yazarlığın birtakım sıfatlarla takviye edilmesi bana her zaman üstü kapatılmak istenen bir şeyler varmış izlenimi verir. Eğitimci, öğretmen, psikolog, hukukçu vb. sıfatları yazar kişiliklerinin önüne getiren isimlerin yazdıkları metinlere kuşkuyla yaklaşırım. Yazarlık yazarlıktır. Elbette insanın bir mesleği olacaktır; bir mesleğin kişinin yazarlığına etkisi de yadsınamaz fakat yazarlık hepsinin üstüne çıkmaktır bana kalırsa. Bir yazar sadece mesleği çerçevesinde metinler yazıyorsa yazar deyince zihnimizde canlanan “yazar” imajını tam olarak dolduramaz diye düşünüyorum. Bu anlamda öğretmenliğimin yazarlığıma katkısını şu şekilde açıklayabilirim: Öğretmenlik toplumun tüm kesimlerinden insanlarla birebir ilişki kurmayı gerektirdiği için bir yazara gereken tüm malzemeyi verebilir. Bu bir imkandır yazar için. Öte yandan öğrencilerin yazar bir öğretmenlerinin olması da hem onların kişisel ve eğitsel gelişimleri açısından hem de ailelerin öğretmene karşı bakış açılarında olumlu bir etkiye sahiptir. Ayrıca günümüzde birçok mesleğin insanın neredeyse yirmi dört saatini doldurduğunu düşünürsek öğretmenlik mesleği sayesinde birçok resmi tatili ve hafta sonu tatilini yazı mesaisine dönüştürebilme fırsatı da bir yazar için büyük bir imkan olarak karşımızda duruyor. Yaz tatiline girmiyorum, çünkü benim gibi kaostan beslenen yazarlar için yaz tatilleri nadasa bırakılmış topraktan farksızdır maalesef. O günleri de okumalar ile dolduruyorum tabii ki.

#Aktüel
#Edebiyat
#hayat