Osmanlı’nın hiçbir zaman mimari kompleksi olmamış

Latife Beyza Turgut
Latife Beyza Turgut
04:009/02/2025, Pazar
G: 8/02/2025, Cumartesi
Yeni Şafak
Sofya’da Sofu Mehmed Paşa Câmii’nden dönüştürülen kilise.
Sofya’da Sofu Mehmed Paşa Câmii’nden dönüştürülen kilise.

Osmanlı’da fethedilen yerlerde en büyük yapıları hem sembolik hem de ‘kılıç hakkı’ olarak camiye çevirdiklerini söyleyen Yüksek Mimar Mehmet Emin Yılmaz, gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet döneminde Türklerin farklı inançların ibadethanelerini camiye dönüştürürken yaklaşımlarında dini bir kompleks olmadığının altını çiziyor. Bu yapıların temel mimari özelliklerinin hiç değiştirilmediğini ifade eden Yılmaz, “Amacımız yapıyı kullanmak olmuş. Hiçbir zaman onun mimarisini dönüştürmek olmamış. Özellikle İstanbul’da Bizans eseri olup da II. Bayezid tarafından ya da Fatih döneminde dönüştürülen yapıları minaresine bakarak anlayabiliriz” diyor.

Yüksek Mimar Mehmet Emin Yılmaz yaklaşık 20 yıldır Avrupa’da Osmanlı mimarisinin izini sürüyor. Çalışmalarını “Gül Baba Tekkesi ve Türbesi”, “Gül Baba ve Osmanlı Macaristanı’nda Manevi Miras”, “Sigetvar’da Türk Mimarisi”, “Ekrem Hakkı Ayverdi Usûlüyle Türk Mimarî Eserlerinin Yeniden Tesbiti Slovakya-Macaristan”, “Macaristan’da Osmanlı Mimarîsi Rehberi”, “Sultan Abdülaziz için Hazırlanan Budin Rehberi” ve son olarak üç cilt halinde basılan “Kiliseye Çevrilen Türk Eserleri” adıyla kitaplaştıran Yılmaz, bir zamanlar Osmanlı’nın idare sınırları altında bulunan Avrupa’da 30 bin vakıf eseri olduğunu ifade ediyor. Yılmaz, “Ne yazık ki bu 30 bin mimari eserden biz bugün kiliseye dönüştüürlen 450’sini konuşabiliyoruz. Bu eserlerin yüzde doksan beşi yıkılmış, yok edilmiş ve günümüze ulaşmamış” diyor ve ekliyor: “Bizim esas çalışmamız veya duyurmamız gereken noktanın bu olduğunu düşünüyorum. Sürekli yeni bilgiler çıkıyor. Bizim arşivlerimizde sürekli yeni belgelerin tasnifi devam ediyor. Bu araştırmaların da devam ederek yok edilen eserlerin neler olduğunu en azından tarihe bir not düşmek adına kayda almak gerekiyor.”

2003 yılında Anadolu Üniversitesi Mimarlık Bölümünü bitirdikten sonra 2004 ve 2005 yıllarında Türk Tarih Kurumu’nun Balkanlar’da yürüttüğü “Yurtdışındaki Tarihi Türk Eserlerinin Tespiti Projesi”nde görev alıyorsunuz. Serbest mimarlığın yanında bu projeden sonra da Avrupa’da Osmanlı yapılarını tespit çalışmalarınız hep devam etti sanırım?

Türk Tarih Kurumu’nun projesinde görev aldığım yıllar meslek hayatımın ilk yıllarıydı. İş hayatımdaki çalışmalarım da tarihi eserlerin restorasyonu üzerine devam etti. Dolayısıyla hem serbest çalışmalarım hem araştırmalarım, yayınlarım hep mimarlık tarihi alanında oldu. Böylece yaklaşık 20 yıldır çalışmalarımı ve araştırmalarımı birbirine paralel sürdürüyorum. Doğrusu bundan da büyük keyif alıyorum.

Mehmet Emin Yılmaz

Dönüştürülen yapılar sadece camiler değil

Son olarak “Kiliseye Çevrilen Türk Eserleri” çalışmanızı yayınladınız. Bu çalışmada 451 Türk mimari eserinin kiliseye dönüştürüldüğünü tespit ettiniz. Bu tespit çalışmalarınız halen devam ediyor. Tespit ettiğiniz son rakam nedir?

Çalışmamın konusu Osmanlı döneminde Türkler tarafından, temelden Türk eseri olarak inşa edilip sınırlar değiştikten ve bugünkü sınırlarımıza çekildikten sonra geriye kalarak kiliseye çevrilen yapıları kapsıyor. Örneğin, Ayasofya gibi Bizans yapılarını kapsamıyor, sadece Türk eserlerini içine alan bir çalışma. Ben bu araştırmaya 2010 yılında ilk defa kişisel merakla başladım. Sofya’da Mimar Sinan’ın kiliseye çevrilen bir yapısı var, Sokullu Mehmet Paşa Camii. Büyük bir külliye iken diğer yapıların tamamı yıkılmış ve yalnızca cami kalmış. Geçtiğimiz yüzyılın başında 1901’de kiliseye dönüştürülüyor. Ben bu tarihi yapıdan çok etkilenmiştim. “Acaba Osmanlı coğrafyasında bu Mimar Sinan eseri gibi kiliseye dönüştürülen başka yapılar da var mıdır? Varsa nelerdir?” gibi bir merakla başladı bu çalışma. 2012’de 72 yapıyı tespit eden bir dosya hazırlamıştım. Sonrasında bu çalışmaya devam ettim, aslında halen de bitmiş değil… 2017’de belirli bir aşamaya gelmişti. O zaman Allah rahmet eylesin Prof. Dr. Semavi Eyice, beni evinde kabul etmişti ve çalışmamı ona sunmuştum. Kitap olarak basılmak üzere o zaman hazırlandı. Daha sonra biraz daha genişletilerek 2020’de ilk baskısı Prof. Dr. Semavi Eyice’nin takdim yazısıyla İstanbul Fetih Cemiyeti tarafından yapıldı. Ne yazık ki Semavi Hoca göremedi basımını. O zaman çalışmada 334 eser vardı. 2023’te de yine ciddi sayıda ilavelerle birlikte ve tamamı İngilizceye de çevrilmiş bir şekilde Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı tarafından ikinci baskısı yapıldı. 2023’ten bugüne kadar kitaba 20 kadar daha yapı ilave edildi. Yeni bir baskıda bunları da ekleyeceğiz inşallah. YTB’nin bastığı üç ciltlik son çalışma 19 Osmanlı ülkesinde tespit ettiğimiz 451 eseri kapsıyor. Bu ülkeler içerisinde Türkiye de var. Yapı türlerinden bahsetmek gerekirse bu yapılar arasında sadece camiler yok. 345 yapıyla camiler ağırlıklı olmak üzere; 41 tekke ve türbe, az sayıda hamam, kervansaray ve imaret gibi yapılar var. Çan kulesine dönüştürülen minareler ve saat kuleleri var.

Türk mimari eserlerine en fazla müdahale olduğunu gördüğünüz ülke hangisiydi?

Aslında Macaristan’ı hariç tutarsak diğer ülkelerin hemen hemen hepsinde yapıların özgün mimarisinin bilinçli bir şekilde değiştirildiğini görüyoruz. Macaristan’ı hariç tutmamın sebebi 1960’lı yıllarda başlayan restorasyonlarla Macaristan’daki Osmanlı eserleri kiliseye dönüştürülmüş olsun veya olmasın ayakta kalan tüm yapılar aslına tekrar döndürüldü. Tabi bunları biz eski fotoğraflardan, gravürlerden Avusturya dönemindeki hallerini takip edebiliyoruz.

O dönemde mimarisi değiştirilmiş yapılar 1960’lı yıllardan sonra özüne döndürülüyor. Bunlardan en bilineni

Gül Baba Türbesi veya Peç’teki eserler ...

Temel farkımız mirasa yaklaşımımız

Kiliseye çevrilen eserlerde, Türk mimarisine ait kubbe, kemer, silme gibi unsurların bilinçli bir şekilde yok edildiğini ve mimari özelliklerinin tanınmayacak şekilde değiştirildiğini tespit ettiğinizi söylüyorsunuz. Aslında çalışmanın en can alıcı noktası da belki de burası. Türklerin geçmiş medeniyetlerle hiçbir kompleksi olmamış, bu yüzden camiye çevirdiğimiz yapılardaki mimari özelliklere müdahale etmemişiz fakat tersi bir durumda Türk eserleri tanınmaz hale getirilmiş öyle mi?

Doğrudur. Kitabın değerlendirme kısmını da zaten bu hususa ayırmıştım. “Biz ne yaptık? Bize ne yapıldı?” gibi sorular sorarak buna cevap aramaya çalıştım. Osmanlı’da fethedilen yerlerde en büyük yapıları hem sembolik hem de ‘kılıç hakkı’ olarak camiye çevirmişler. 400 veya 500 yıl fethedilen yerin durumuna göre bu yapılar yeni vakıflar kurularak, etrafına yeni yapılar inşa edilerek ve sürekli restore edilerek bugüne kadar kullanılmış. Pek çoğu Osmanlı döneminden bugüne kadar tekrar kiliseye dönüştürülerek asli işlevini sürdürüyor. Ama aradaki temel fark, bir yaklaşım farkı. Kitabın sonuç kısmında Osmanlı dönemine ait fotoğrafını koyduğum bir Selanik’te bir yapı var, Kasımiye Camii. İçerisinde duvarlarında eski freskler halen duruyor ve cami olarak kullanılıyor bu yapı. Fresklerin üzerinde bildiğimiz basit bir perde konulmuş. İbadet vakti bu perde kapatılıyor. Namaz sonrası açılıyor. Bugün aslında bizim Ayasofya ve Kariye’de yaptığımız da bundan farklı değil. Hem Osmanlı döneminde hem Cumhuriyet döneminde Türklerin bu yapılara bakışı hiç değişmemiş. Böyle bir kompleksimiz hiç olmamış. Bizim amacımız yapıyı kullanmak. Onun mimarisini dönüştürmek hiçbir zaman olmamış. Özellikle İstanbul’da baktığınız zaman Bizans eseri olup da II. Bayezid tarafından ya da Fatih döneminde dönüştürülen yapıları mimarisine bakarak anlayabiliriz. Temel mimari özellikleri hiç değiştirilmemiş. Bazılarına ışık yetersiz olduğu için pencereler ilave edilmiş. Minareler bile ana yapıdan bağımsız inşa edilmiş. Yine kitabın son bölümünde bunları örnekleyen çizimler koymuştum. 16. yüzyıldan ve 1960’lardan iki yapının planı var. Biri Rodos’tan biri Antalya Kaleiçi’nde Alaaddin Camii. İkisi de kiliseden çevrilme yapılar. İkisinin içinde de bir duvar eklenerek mihrap o duvarın üzerine yapılmış yani yapının anda duvarına bile dokunulmamış. Hatta bu Antalya’da bahsettiğim cami de çan kulesi bile bahçenin bir kenarında duruyor. Gerek 16. gerekse 20. yüzyılda bizim tarihi eserlere karşı tutumumuz hep aynı olmuş.

Türkiye’de de kiliseye çevrilen bazı yapılar tespit ettiniz. Bunlar hangileri?

Çalışmanın kapsamı tarihte bir şekilde kilise geçmişi olan yapıları ele almaktı. Malumunuz Balkan Savaşları sırasında Trakya’nın işgali söz konusu. Kırklareli’nde, Lüleburgaz’da Bulgarların işgal ettiği yerlerde yine kısa süreli dönüştürülen eserler var. Yine Mimar Sinan’ın eserleri bunlar. Aynı şekilde Doğu Anadolu’da, Erzincan’da Erzurum’da Ruslar tarafından kiliseye dönüştürülmüş yapılar var. Tabi bunlar işgalden kurtarıldıktan sonra tekrar eski işlevlerine çevriliyor. Bugün halen cami olarak kullanılan yapılar.

Bulgaristan Sofya’da Mimar Sinan eseri Kara Cami.

İki temel kaynağım Evliya Çelebi ve Ayverdi

Avrupa’daki Türk mimari eserlerinin envanterinin çıkarıldığı en kapsamlı eser Ekrem Hakkı Ayverdi’ye aitti. Siz tespit ettiğiniz 451 mimari yapı için bu envanterden yararlandınız mı?

Tabii ki. Benim bu çalışmada iki önemli kaynağım vardı. Biri Evliya Çelebi Seyehatnâmesi, ikincisi Ekrem Hakkı Ayverdi’nin dört ciltlik Avrupa’da Osmanlı Eserleri kitabı. Bu iki kitap olmasaydı böyle bir çalışma olmazdı. Bu iki kitap benim her zaman başucu kitabımdır. Bu alanda yapılan ilk ve en iyi çalışma Ekrem Bey’in çalışması. Ve bana soracak olursanız halen de aşılabilmiş değil. Ben de her zaman Ekrem Bey’in çalışma yöntemini örnek alıyorum. Yapıları önce arşiv belgeleriyle, vakfiyeleri ile ele alıyorum. Yapılar tespit edildikten sonra onların yerinde görülmesi ve tespit edilmesi. Ama tam tersi de var: Hiçbir yerde bir kaydı yok ama orada dönüştürülmüş bir cami olduğunu görüyorsunuz. Dönüştürülmüş ama bizim arşiv belgelerinde bunun hiç kaydı yok. Bunu Yunanistan’daki örneklerde çok gördük. İki ayaktan bir olmazsa çalışma muhakkak eksik kalıyor. Hem belgeyle çalışıp, yerlerini tespit edip hem de yerinde inceleyebiliyorsanız o zaman doğru bir iş yapmış oluyorsunuz. Bir yapı düşünün yapılmış, aradan 400 yıl geçmiş. Belgesi veya vakfiyesi kaybolmuş. Ama baktığınız zaman orada tüm detaylarıyla Türk mimarisine ait bir yapı ortada. Böyle örnekler de çok. Örneğin bütün Macaristan’ı içeren müstakil tek bir vakfiye var. Macaristan’da bin iki yüz civarı Türk eseri var ve bunların çok büyük bir kısmı vakıf eseri. Ama Sokullu Mustafa Paşa Vakfiyesi dışında başka bir vakfiye günümüze ulaşmamış. İşgaller, savaşlar sebebiyle belgeler İstanbul’a gelmemiş olabiliyor.

Mübadele zaten herkes için çok acı bir durum. Bir buçuk milyon Müslüman, beş yüz bin ortodoks vatanlarından ediliyor, yeni bir vatana gidiyorlar. İnsanların temel ihtiyacı barınma. Barınma sağlandıktan sonra ibadethane için en kolay çözüm var olan yapıları dönüştürerek kullanmak. Bizim için kiliseler, onlar için camiler olmuş. Ama yaklaşımlar farklı. Örneğin mübadelenin ilk yıllarında camiler mimari özellikleri değiştirilmeden kullanılsa da aradan 10-15 yıl geçtikten sonra bir tadilat yapılıp ve çatısı ve pencereleri değiştirilerek kilise formuna sokuluyor, bunun çok fazla örneği var. 1960’lara kadar öyle kullanılıp sonrasında ise yıkılıp yerine yeni bir kilise inşa edilmiş.

Temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra bu dönüşüm bilinçli ve sistematik olarak yapılmış.

Budapeşte’de Mustafa Paşa Câmii’nden dönüştürülen kilise.

“Burası eskiden bir Osmanlı camisiydi”

Bir yapının camiden dönüştürüldüğünü hangi unsurlardan anlayabiliyorsunuz?

En önemli husus kıble yönü. Cami kiliseye çevrilirken ilk yapılan şey minarelerinin ve son cemaat yerinin yıkılması. Ondan sonra pencerelerin kapatılması, çünkü biliyorsunuz kiliseler biraz daha loş, yarı karanlıktır. O yüzden bizim klasik bir camide iki sıra olan pencerelerimizden alt sıradakiler kapatılır. Yukarıdaki pencereler de karartılır. Ayrıca içeride mihrap ve minberin kaldırılması özellikle ortodoks kiliselerinde mihrabın kaldırılıp yerine apsis eklendiği çok fazla örnek var. Temel yapılan uygulamalar bunlar. Macaristan’dan bir örnek verebilirim: Budapeşte’de kaleyle Tuna Nehri arasında “Taban” olarak bilinen Osmanlı’da Tabakhane olarak bilinen bir bölge var. Orada bir Mustafa Paşa Camii var. Top atışları sırasında caminin kubbesi yıkılıyor ve dört duvarı kalıyor. Bu dört duvar kullanılarak bir kilise yapılmış. Ancak sonradan çok fazla müdahale edilmiş. Şu an eski Osmanlı dönemine dair hiçbir iz yok ama baktığınızda tam kıble yönünde inşa edilmiş. Bu çok spesifik bir örnek. Bu bahsettiğim yapının üzerine küçük bir A4 büyüklüğünde bir levha asılmış. “Burası eskiden bir Osmanlı camisiydi” diyor. Bu da Macarların yaklaşımından kaynaklı bir şey. Bu tarafa geldiğimizde aynı hoşgörüyü Balkan ülkelerinde görmüyoruz. Sofya’da Mimar Sinan’ın eseri olan caminin girişinde şöyle bir yazı var: “Mimar Sinan bir Bulgar devşirmesiydi. Falanca köyden devşirildi” gibi hiç alakası olmayan şeyler yazmışlar. Bunun başka başka örnekleri var.

Macaristan’da yapıları kiliseye dönüştürenler Avusturyalılar

Çalışmalarınızın bir kısmı Macaristan özelinde. “Macaristan’da Osmanlı Mimarîsi Rehberi” isimli bir başka çalışmanız daha var. Macaristan’ın Osmanlı mimarisindeki yeri hakkında neler söylemek istersiniz?

Macaristan’ın bende ayrı bir yeri var. Çok uzun zamandır üzerinde çalıştığım bir bölge. Osmanlı coğrafyasnı haritasını düşündüğümüzde aslında en kısa süre Osmanlı idaresinde kalan bir bölge diyebiliriz. Kanuni döneminde başlayan bir buçuk asırlık bir Osmanlı idaresi var. 1686’da bitiyor. Sonrasında Avusturyalılar işgal ediyor bölgeyi. Macaristan’daki kiliseye dönüştürmelerin tamamını Avusturyalılar yapıyorlar. 1960’lara kadar yapıların çoğu bu şekilde kullanıldıktan sonra özellikle 1960’lı yıllarda başlayan restorasyonlarla birlikte -Gül Baba Türbesi’nin dönüşümü daha erken. 100 yıl kadar kilise olarak kullanılıyor. Sultan Abdülaziz’in Avrupa ziyareti sırasında tekrar türbe haline getiriliyor.- Peç şehrinde İdris Baba Türbesi var, 1960’lara kadar kilise olarak kullanılıyor. Sonrasında kapsamlı bir şekilde restorasyon geçiriyor. İçerisinde mezar araştırması yapılıyor ve bildiğimiz türbe haline getiriliyor. Türbenin iç mekân teşrifleri de Türkiye’den gönderiliyor. Yine Peç şehrinde Yakovalı Hasan Paşa Camii var. Bu Osmanlı coğrafyasının en uçtaki en batıdaki mevlevihanesi aslında. Burası da Avusturyalılar tarafından kiliseye dönüştürülüyor. 1960’lara kadar İdris Baba Türbesi gibi kilise olarak ziyaret ediliyor. Sonrasında ise müzeye dönüştürülüyor. Avusturyalıların bütün Osmanlı mimarisine aykırı olarak yaptığı düzenlemeler Macarlar tarafından aşama aşama temizleniyor ve yapı tekrar özgün hale getiriliyor. Bugün mevleviliğin anlatıldığı bir müze olarak kullanılmakla birlikte cuma günleri namaz vakti namaz kılabiliyorsunuz.

Bir ihtisas kütüphanesi oluşturduk

Türk mimari eserleriyle ilgili çalışmalarını kurumsal yapıya dönüştürmek için “Türk Mimari Araştırma Merkezini” kurdunuz. Bu merkezde ne gibi faaliyetler yürütüyorsunuz?

Bu merkezi şu an kütüphane olarak kullanıyoruz. Türk mimarisi Türk sanatı, Türk tarihi ile ilgili 10 bin kitaptan oluşan bir ihtisas kütüphanesi oluşturmak amacıyla burayı kurduk. Aynı zamanda ofisimiz de burası. Hem mimarlık hizmetlerimizi hem de araştırmalarımızı buradan yürütüyoruz.

Bir de Rumeli coğrafyası olmak üzere bugünkü sınırlarımız dışında kalan, değiştirilen dönüştürülen Türk mimari eserlerine ait Türk Tarih Kurumu ile hazırladığınız tanıtım videolarını içeren “Yitik Mimari Mirasımız” projesi var. Bu proje nasıl ilerliyor?

Türk Tarih Kurumu’na 2023 yılında yaptığımız bir çalışmaydı. Kitapla ilgili olarak, kiliseye çevrilen eserlerin arasından belli başlı büyük anıtsal yapıları tanıtmak amacıyla, Bulgaristan, Macaristan, Hırvatistan, Yunanistan ve Sırbistan’daki eserleri anlatan altı kısa video hazırladık. Bunlar kurumun sayfasında yer alıyor.



#Tarih
#Aktüel
#Osmanlı