Orhan Kemal, Önce Ekmek’inde pazarları anlamak için pazartesiye ve cumartesiye odaklanıyor. Şöyle diyor ünlü yazar: “Şu pazartesi günleri galiba herkes mendeburlaşır. Cumartesi öğleden sonra, bütün bir pazar, gece yarılarına kadar gez, dolaş, eğlen, çok geç yat. Pazartesi sabahı dinlenmeye vakit bulamadan kalk gel işe. Bütün püf burada işte. Yoksa hiç kimse mendeburlaşmazdı!” Durduk yere “pazar”a düşman olmamızın nedeni de sadece budur, olamaz mı? İşte tüm bu düşünceleri bu hafta yazar Naime Erkovan’la masaya yatırıyoruz. Erkovan, klasik bir pazarını tarif ederken, “İşimin olmadığı ya da en azından yoğun olmadığı günlerde sabahları uyumaya çalışsam da pek başarılı olamam” diye başlıyor söze. Sonra da şunları anlatıyor: “Çoğunlukla ve neden bilmem erken uyanır, tekrar uykuya dalmaya çalışır, genellikle de yapamam. Yine de sabırla beklerim çünkü en azından o gün doğru düzgün uyumak isterim. Tabii nafile. Daha en baştan sözümün geçmediği bir gün başlar. Birkaç iş yapmayı planlamış olurum fakat plan yapmış olmak kalır bana sadece. Hayalimdeki işlerin çoğu zaman bir kısmını yaparak günü bitiririm ama aslında onu bile bitiremem, kendisi son bulur yine başaramadın der gibi. Şair demişti hâlbuki ‘Ne doğan güne hükmüm geçer’ diye. Pazartesi uykusuna dalmadan önce yetişmeyen işleri hafta içine serpiştirip sıkıştırır, bir sonraki pazarın daha başarılı geçmesini umarak uykuyu beklerim.”
Peki, diyoruz kendisine, bugünü sıkıcı olmaktan kurtarmak için ne önerirsiniz? Soru zor farkındayız, Erkovan’ın cevabı da bu zorluğun altını çizecek türden: “Pazarın cumartesi olduğunu düşünmek iyi gelebilir fakat acı gerçek sürekli kendini hatırlatır. Nitekim pazartesinin ve haftanın gölgesi çoktan pazarın üstüne düşmüştür. İsteseniz de kaçamazsınız yani. Gece uykularım genellikle sorunlu olduğundan ve sıkça bölündüğünden en büyük lüksüm gün içinde canımın istediği anlarda kestirmek ayrıcalığımın bulunduğunu kendime hatırlatmaktır. Sadece hatırlamayıp başarırım da bazen. Her şey yolunda gider ve tam uyku diyarının görkemli kapılarının önüne kadar gelmişken dipte köşede kalmış bir işin hayali canlanır. Görmezden gelmeye çabalarım ama o canlanınca diğerlerinin harekete geçmesi gecikmez. Daha gün bitmedi diye kendimi avutmaya çalışırken henüz hiçbir iş yapmamış olduğumu bilirim. Film izlemek her zaman iyi gelir; müzik dinlemek de öyle. Yürüyüş yapmayı her zaman severim, pazar sabahları da keyifli olur. Küçük zevklerle günü süslerim ancak sonra annem içeriye girer ve ‘Pazarları hiç sevmem,’ deyince ona katılmak pek cazip görünür o an.”
Pazar günü için daha somut öneriler almak için, film önerileirni soruyoruz kendisine. “Çok duygusal olmayan filmler çünkü rehavete kapılma lüksünüz yoktur çünkü pazartesi kapıdadır.” diyor Erkovan ve şöyle devam ediyor: “Romantik komediler çoğunlukla tercihim olur; zihnim girift kurguları takip edemeyecek kadar yorgundur. Yine de biraz hareketli kurgulara sahip olmalı filmler ki yavaş yavaş pazartesinin temposuna alışmış olayım. Kış aylarında özellikle karlı filmler tercihim olur çünkü kar her şeyi güzelleştirir ve bir süreliğine bütün kötülükleri unutturur.”
Erkovan’ın pazar günü okunacak özel bir kitap tercihi olmuyormuş. Atölyeler sebebiyle takip etmem gereken kitapları olduğunu belirtip, “Sıra kimdeyse genellikle onu okurum ama pazarları roman okumayı daha çok severim” ifadelerini kullanıyor.
“Erkovan’a “Pazarları favori mekanınız neresidir ve neden?” diye de soruyoruz. “Salonum ve L koltuğum.” diye cevap veriyor. Sonrasında da şöyle devam ediyor: “Orası aylaklık ve sorumluluk dünyalarımın arasındaki arafımdır aynı zamanda. Battaniyem yanı başımda olur çoğunlukla. Çalışmaktan yorulmam an meselesidir ne de olsa ve hazır uyku gelmişken kalkıp battaniye alma fikri bir eziyete ve bitmeyen bir hikâyeye dönüşür.” Gelelim soruşturmanın en zor sorusuna: “En güzel ve en kötü geçen pazar gününüz hangisi?” Erkovan haklı olarak, “Güzelliği hatırlamak, kötülüğü hatırlamak kadar kolay olmuyor sanki.” diyor. Ardından da şu cevabı veriyor: “En kötü pazarım -belki de en zor geçen demeliyim- ablamın ansızın yoğun bakıma alındığı ve ertesi gün hayata veda ettiği gündür. Başka zor bir pazarımsa çok sevdiğim bir dostumun evlenerek uzaklara gitmesi oldu. Annem haklıymış belki de pazarları sevmeme konusunda.”
Kendisi pazarları evden çıkmayı pek sevmediğini de ekliyor. Bu durumu açıklarken, “Malum ertesi gün ve onu takip eden diğer günler istemesem de dışarı çıkmak zorundayım” diyor. Ancak yine de pazar günü görüştüğü arkadaşları olduğunu da belirtiyor. Bunu da şu cümlelerle açıklıyor: “Bazı arkadaşlarımın pazarları dışında boş günleri olmadığından kabul ediyorum. Sanırım pazarımı feda edecek kadar sevmeliyim onları.”
Ve geldik son ve en eğlenceli soruya: “Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu?” Hadi gelin, Erkovan’ın cevabını birlikte okuyalım: “Uzun zamandır beklediğiniz güzel bir gün için plan yapan ve yaptıran, sonra siz sabırsızlık ve heyecanla beklerken, üstelik her şeyi tamamlamışken o günü son anda iptal eden güvenilmez biri olurdu. Hayal kırıklığımızın ve üzüntümüzün tarifi mümkün olmaz ama bundan bir ders çıkarmadan o sizi yumuşatmak ve başka bir tarih için hazırlık yapmak üzere yeniden kandırır. Gerçek olacağına inandırır sizi üstelik çünkü siz de kanmaya hazırsınızdır ancak bilin bakalım o gün geldiğinde neler olur…”
Pazar günleri çalışmamayı tercih eden yazar, yine de hayatın her zaman bizim istediğimiz gibi akmadığına vurgu yapıyor. Erkovan şunları anlatıyor: “Akıl dışı denebilecek şekilde çalıştım bir dönem pazar günleri. Altı ay boyunca sabah erkenden Ankara’ya gidiyor, farklı okullardan seçilmiş lise öğrencilerine yazarlık dersi veriyor, sonra da akşam İstanbul’a dönüyordum. Çalışmam çalışmam, sonra da böyle çalışırım. Çünkü hayatım asla tahmin edilebilir şekilde yol almadı fakat şikâyetçi değilim. Her şey merkezinde, her şey olması gereken zamanda ve mekânda oluyor büyük hikâyeye göre. Razı olunabiliyorsa bizden ne âlâ.”