Türk figüratif resim sanatının önemli isimlerinden Ressam Orhan Umut’un “Gece Görüşü” isimli son sergisi geçtiğimiz günlerde sanatseverlerle buluştu. Kültürel çeşitliliğin, renklerle bütünleştiği eserleri ile izleyicileri derin bir düşünceye ve duygusal bir yolculuğa çıkartan Umut, bu son sergisinde de çalışmalarında sıklıkla gördüğümüz ifadesiz yüzleri ve mühürlü gözleriyle izleyicinin karşısına çıkıyor. Ana teması “Gece Görüşü” olan bu sergide, bazı şeylerin üstesinden gelemeyeceklerinin farkında olan kahramanlar, bir hayal unsuru olan gündüzü ve aydınlığı konuşmaya devam ediyor. Kendilerine ait münhasır alandan çıkıyor ve kolektif bir üretim alanı olan sokağa taşıyorlar. Eserlerinde somut gözlemlerle kavramsal düşüncelerin buluştuğu bir dünyayı karşımıza çıkaran Orhan Umut ile Zeynep Öztürk küratörlüğünde hazırlanan “Gece Görüşü” isimli son sergisini ve Diyarbakır’dan İstanbul’a taşınan sanat yaşamını konuştuk.
Eserler bu sergiye özel olarak hazırlandı. Bu sergi benim tahminimce 65. kişisel sergim. Daha önceki yıllarda rutin her yıl İstanbul’da ve Ankara’da sergilerim olurdu. Son 20 aydır da DG Art Project ile çalışıyorum. Temsiliyetimi onlar üstlenmiş durumda. Küratörüm Zeynep Öztürk Hanım’la DG Art Project aracılığıyla tanıştık. Sergiye yaklaşık 14 ay gibi bir sürede hazırlandım. Bugün iki görmüş olduğunuz bu iki sallonda yaklaşık 50 eserim sergileniyor. Bu sergide yeni bir serinin başlangıcını yaptık: Gece serisi. Bu nedenle de ismini “Gece Görüşü” koyduk.
Resmimde insan teması ön planda, merkeze oturtulmuş, konumlandırılmış durumda. Duygu ön planda, ifadeler ön planda. Elbette her resmi kendi kompozisyonu kendi değerleri içerisinde değerlendirmek gerekiyor. Verilmek istenen mesaj, resmin kendi hikayesi ve kendi duygusuna da göre arkadaki seçenekler değişebiliyor. O ifadeyi, o hikâyeyi daha güçlü kılmak adına değişken olabiliyorlar. Kimi zaman bir at figürü veya bir zebra olabilecekken bir lokomotif, bir gemi, bir ev, kapı önü de olabiliyor. Aslında benim resimlerim hep bir seri üzerine inşa ediliyor. Önceki dönemlerde mesela göç serisi vardı, kimlik serisi vardı… Bütün bunların ana başlığı var tabi ki. O ana başlığı bir arada tutan bir şey, bir ayak diye düşünürsek o ana başlık da “hayat bilgisi”. İşte o hayat bilgisi çatısı altında yaptığım seriler de onu ayakta tutan kolonlar oluyor.
Evet. Benim öğrencilik yıllarımdan tutun bugüne kadar hep figürü merkezleyerek, öne çıkararak yapmış olduğum resimler var. Ve hiçbir zaman da bu rotadan şaşmadım. Hep figüratif resim tercih ettim. E tabii bu tercihin nereden derseniz tabii ki o desen dediğimiz karakalem altyapısının sanırım iyi olmasından. İyi bir gözlemci olmamdan. İnsan hareketleri, ruh yapısı, ondan sonra duygusunu öncelememden kaynaklandı. Tuvalin karşısına oturduğumda hangi konuda resim yapacağım belli değildir. Sadece o anda spontan bilinç akışım, ruh halim belirler. Figürü önceleyerek, figürden başlayarak, kurguyu, bütün o örüntüyü gerideki ilişkiyi resmederim.
Aslına bakarsanız son 20 aydır İstanbul’da yaşıyorum. Bu sergideki hemen her resmi de İstanbul’da Nişantaşı’ndaki atölyemde ürettim. Ama öncesinde bir beş yıllık eğitim ve yüksek lisans dönemin dışında hep Diyarbakır’daydım. Son iki yıla yakın bir süredir İstanbul’da olmak mutlaka resimlerimi yansımıştır. Renklerde bunu net bir şekilde görmekteyim. Figürlerimde biraz esnemeler oldu. O sert ifadeler biraz daha yumuşadı diyebilirim. Buradaki üretimlerin tamamı İstanbul’da oldu. Yavaş yavaş o değişim, o dönüşüm, o etkileşimi burada bulunmanın tesirini resimlerde ben de hissediyorum, görüyorum. Resmimin arka planı böyle daha canlı, daha hareketli…Ve birazcık daha şehrin içine akmış. Çünkü bulunduğum yer Nişantaşı, çok hareketli bir lokasyon. Çok cıvıl cıvıl. Gecenin her saati, gündüzünün her saati. Belki de çıkış noktalarımdan bir tanesi de odur bu seride.
Dediğiniz gibi, aynı zamanda eğitimci bir kimliğim de var. 26 yıldır kamuda görevliyim, bir lisede resim öğretmenliği yapıyorum. Diyarbakır’da bulunduğum okul nitelikli bir liseydi. Hem öğrencilerim, hem meslektaşlarım hatta velilerimiz aynı zamanda sanatçı kişiliğimin farkındaydı. Ve bunu kendileri için büyük bir şans olarak düşündüler. Bunu kolaylıkla bana yaklaşımlarından okuyabiliyordum. Tabii ki bu süreç içerisinde çok yetenekli öğrencilerim de oldu. Şu anda üniversitelerde akademisyen olan veya serbest bir şekilde fakülteyi bitirip resim çalışmalarını sürdüren birçok öğrencim var.
Üniversiteyi bitirdiğimde kendimi bir kalıba sokmadım. Hem öğretmen hem sanatçı olmaya devam ettim. Birçok ödülle eğitim hayatımı bitirmiştim. Önceliğim sanat oldu. Oysa Diyarbakır’da lise 2. sınıfa kadar bir resim öğretmenim hiç olmamıştı. Bir yıl bir öğretmenimiz geldi ve sonrasında yine gitti. O kısacık sürede onun da yönlendirmesiyle, bende de bir farkındalık oluştu. Dokuz Eylül Üniversitesi Resim Bölümü’nü bitirdim. Öğrencilere, yeni nesil gençlere veya bu işi yapmak isteyenlere çok çalışmayı ama istikrarlı bir şekilde çalışmayı tavsiye edebilirim. Çok gezmek, görmek, çok eser incelemek, yenilikleri takip etmek önemli. Öyle bir dönemdeyiz ki her şey çok hızlı gelişiyor. Son olarak; evet yetenekli olabilirsin, yaratıcı olabilirsin, çok çalışabilirsin, işte istikrarlı olabilirsin. Ama bana sorarsanız, hepsinden daha önemli bir şey daha var; süreci doğru yönetebilmenin becerisi. Siz süreci doğru yönetemiyorsanız, doğru hamleler, doğru müdahaleler, doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişiyle buluşturamıyorsanız eserinizi sadece yaparsınız, ve kenara koyarsınız.