
Ressam ve oyuncu Melis Babadağ ikinci kişisel sergisi ile sanatseverlerin huzuruna çıkıyor. Oyunculukta karaktere dair bir brif ve beklenti olduğunu anlatan Babadağ, kendi resimlerinin ise fantastik realizmi temsil eden doğaçlamalar olduğunu söylüyor. Babadağ, “Belki başka biri için bu iki sürecin benzer özellikleri olabilirdi ama seçtiğim tarzdan dolayı ressamlığım ve oyunculuğum benim için iki ayrı uç” diyor.
Oyunculuk gibi resim yapmaya da küçük yaşlarda başlayan Melis Babadağ, ikinci kişisel sergisi “Güneşin Başına Gelen Bir Durum” ile bir kez daha sanatseverlerin karşısında. Kalabalık iç dünyası ve doğadan kesitleri harmanlayarak oluşturduğu soyut dünyaları resmettiğini söyleyen sanatçının bu sergisinde toplam 25 eser yer alıyor. “Eserlerin kronolojisi çok keskin çizgilerle ayrılmıyor, kesinlikle iç içeler” diyen Babadağ, resimleri nihayete erdikten sonra aralarındaki hikâye akışının farkına vardığını söylüyor. “Kendi iç dünyamı deniz altındaki istiridyelerle bağdaştırmışım. Önce o kabuklar kırılıyor. Daha sonra yavaş yavaş su yüzeyine çıkıyor ve nihayetinde sudan koparak havaya, belki de uzay boşluğuna kadar yükseliyor. Bunların hiçbirini ben bu şekilde tasarlamadım. Geriye dönüp baktığımda öyle geliştiğini görüyorum” diye anlatan Babadağ, “Bu yüzden Soren Kierkegaard’ın ‘Hayat ileriye doğru yaşanır ancak geriye bakınca anlaşılır’ cümlesini çok seviyorum. Belki benim için de bu tam olarak böyledir” diyor.

Ben çok küçük yaşta resimle tanıştım. 2-3 yaşında alıyorum boya kalemlerini, resim yapmaya başlıyorum. 4-5 yaşlarında ilk yağlı boya eseri çıkarıyorum. Sürreal bir resim: Bir kadın silüeti, yerlerde çiçekler ve resmin ortasında bir yuvarlak... Merkezden aşağı doğru saçılan bir kompozisyonda rengarenk bir resim yapmışım. Annem görünce “Kızım bu resmin adı ne?” diye sormuş. Ben “Güneşin başına gelen bir durum” cevabını vermişim. Sonraki zamanlarda da benzer resimler yapmaya devam etmişim, sanki bir seri gibi. Annem “Peki, bunun adı ne?” dediğinde, “Güneşin başına gelen başka bir durum” demişim. O küçücükken çizdiklerim, kompozisyon olarak bugünden çok da farklı değil aslında. Merkezden dışarı açılan bir “durum” var gerçekten. Aynı sürrealizmi taşıyor içinde. Serginin hikâyesini oluştururken küratörüm Zeynep Öztürk’e bu hatıramı anlattım. Çok hoşuna gitti ve “Tamam sen zaten serginin adını çok küçükken koymuşsun” dedi.
Eserin hikâyesi izleyiciye bağlı
Resmimde her ne kadar realistik öğeler de bulunsa da bu tarz, “fantastik realist” olarak tanımlanıyor. Bu resimler biraz da izleyicinin kendisinin hikâyeleştirdiği görseller. Her izleyici farklı bir şey görüyor, anlatıyor. İnsanların bu resimlere bakıp yorumlamasını izlemek çok hoşuma gidiyor.
Aslına bakarsanız ben suyun altında gözlerimi bile açamam. Ayrıca deniz altına veya su sporlarına meraklı da değilim. Ama geriye dönüp bu seriye başladığım zamanlardaki hayatıma baktığımda o dönem biraz daha kabuklarımı kırıp kendimi yeniden inşa ettiğim bir dönemde olduğumu görüyorum.Muhtemelen bilinçaltımda bunu deniz altındaki bir istiridyenin dışarı çıkması gibi düşündüm. O zaman “neden” diye sorsaydınız, “hiçbir fikrim yok” derdim. Şimdi ise evimde profesyonel mikroskop var. Veteriner kliniği olan arkadaşlarımdan edindim. Onlar manuel mikroskopları ellerinden çıkarmak istediler ben de hemen aldım. Hoşuma gidiyor, her şeye bakıyorum. Doku görmeyi seviyorum. Yani mikroskobu alalı çok olmadı ama bu tarz resimleri yapmaya başlayalı çok uzun zaman oldu diyebilirim.

İç mimar kimliğim, gönüllüsü olduğum vakıflar ve oyunculuğum sayesinde enteresan bir çevre yaptığımı düşünüyorum. Güzel sanatlar mezunu olduğum için çevremde çok fazla sanatçı var, pek çok insanla tanıştım. Dolayısıyla ben yaptığım şeyleri paylaşmaya başladıktan sonra eserlerim çok görünür oldu. Bu görünürlüğün getirdiği bir taleple eserlerim pek çok koleksiyona dahil edildi.
Belki başka bir ressam için bu iki yaratım sürecinin benzer olduğunu söyleyebilirdi ama seçtiğim tarzdan dolayı benim için iki ayrı uç. Oyunculukta belirleyiciler var; size sunulan bir brif ve beklenti var. ‘O an’ sizden çıkıyor olabilir ama sizi ‘o an’a götüren çok insan var. Sınırları var. Ben de eğer bir hikâyeyi resmetmek istiyor olsaydım veya gerçek bir anı ya da mesaj içerikli bir ortamı resmediyor olsaydım, benim de belirgeçlerim çok olacaktı. Ama fantastik realizmi tercih ettiğim için tüm bunlar doğaçladığım şeyler. O yüzden ressamlığım ve oyunculuğum benim için iki ayrı uç diyebilirim. Her ikisi de benim için ayrı deneyimler.

Yapay zekâ eşliğinde yeni dokular ürettim
Ben iç mimarlık mezunuyum. Dolayısıyla dijital programlarda alt yapım iyidir. Şimdi işin içerisinde bir de yapay zekâ var. Ben de bu sergi için bilgilerimi profesyonel bir şekle dönüştürdüm. Tasarımlarımı reprodükte ederek, yapay zekâ, Photoshop kullanarak ve üzerine yeni el çizimleri de katarak sıfırdan eserler çıkardım. Dijital eserlerim tamamıyla bu sergiyi kapsamında tasarlandı. Dolayısıyla bütün tuşlara basılan bir iş oldu. Bu benim için önemli bir denemeydi. Bu anlamda küratörüm Zeynep Öztürk beni çok güzel destekledi. Sergiye üç eserin başka türlü hikâyeleştirilmiş versiyonları dijital olarak dahil oldu.