Mustafa Bakırcı, Giresunlu bir akademisyen. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede Din Sosyolojisi alanında yüksek lisans ve doktora yapmış. Artvin Çoruh Üniversitesinde üç yıl çalıştıktan sonra Ordu Üniversitesine geçmiş. Orada görevliyken George Washington Üniversitesinde post-doktora çalışması yürütmüş (2014-2015). 2017 yılından beri Giresun Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde görevli.
Mustafa Bakırcı’nın iki kitabını gördüm. İlki, Dini ve Kültürel Değerlerin Taşıyıcısı Olarak Üç Nesil – Giresun Örneği başlıklı doktora tezinin gözden geçirilmiş hâli: Üç Nesil Üç Hayat / Dinî ve Kültürel Değişim. İkincisi, Amerika’daki Giresun / Göç, Kültür ve Din. İki kitap da Ekim 2019’da Bir Yayıncılık tarafından İstanbul’da yayımlanmış. Bakırcı’nın Amerika’da gerçekleştirdiği araştırma ve gözlem sonuçlarını içeren Amerika’daki Giresun’un aralık ayında ikinci baskısını yapmış olmasını hiç yadırgamadım. Çünkü bu eserde çoğumuzun bilmediği, birbirinden ilginç hayat hikâyeleri, maceralar, tecrübeler, gözlemler ve yorumlar sergileniyor. Fotoğraflarla da desteklenen çalışma, 328 sayfa.
Amerika’da Giresun’un başta Yağlıdere olmak üzere çeşitli kasabalarından göç etmiş kırk bine yakın insanın yaşamakta olduğunu bu kitaptan öğrenmiş oldum. Bu insanların Amerika’ya göçmelerine ve orayı vatan edinmelerine vesile olan kişi, Lefter Çember. “Lefter’in 1963 yılında ziyaret için Yağlıdere’ye gelmesi ve burada tanıştığı İzzet Aydın’ın (Terzi İzzet) 1966 yılında ABD’ye Lefter’in yanına gitmesiyle başlayan hikâye, 2015 yılına gelindiğinde 40 bine yakın Giresunlu göçmenin hikâyesi haline gelmiştir (s.15). Yağlıdere’nin Gebekilise köyünde doğan Rum çocuğu Lefter’in kendisini koruyup kollayan Hacce Ana’ya duyduğu sevgi ve minnet, büyük maceranın anahtarı sayılsa yeridir. Mustafa Bakırcı, bir bilim insanına yaraşır soğukkanlılık ve titizlikle Lefter Çember çevresinde üretilen yanlış bilgileri de derleyip sergilemiş.
Çalışmasının başında “Ön Söz” ve “Giriş”ten sonra “Konu ve Problem”, “Kavramlar ve Kuramlar”, “Literatür”, “Araştırmanın Yöntemi ve Süreci”, “Alana ve Araştırmaya Dair Bazı Notlar” ile bilimsel çerçeveyi ve sınırları belirleyen Bakırcı, çalışması boyunca görüştüğü 33’ü kadın, 62’si erkek 95 kişinin deneyim ve görüşlerini aktarıp değerlendirmiş. Bunlardan bazılarının hikâyelerini isim vererek anlatmış. Böylece Terzi İzzet ile oğlu Sebahattin’i, Ömer Hoca’yı ve eşi Rabiye’yi, Onbaşı Hüseyin ile Hostes Mustafa’yı... daha yakından tanıyoruz. “Düzen” ülkesi ABD’ye girişi için hangi yasadışı yollardan geçildiğini öğreniyoruz. Korkulması gereken siyahilerin nasıl iyiliksever olabildiklerine tanık oluyoruz. 500 dolar alabilmek için kaçak hemşehrisini ihbar eden insanlar içimizi sızlatıyor. Uçaktan indiğinin ertesi günü çocuğunu doğuran Rabiye Hanım’a, ona yardımcı olan Rum asıllı doktora hayranlık duyuyoruz. Okumadığı halde “bir mühendis kadar tecrübe” ve “7 gemi sahibi” olan “Ecevit Mustafa”yı alkışlamak istiyoruz. “Kar yağdığı zaman herkesin evinin önündeki yürüme yollarını temizlemek zorunda olması”, özel hayata saygı, özel mülkiyetin dokunulmazlığı, kanun önünde eşitlik, işini iyi yapmak, “polis devleti” ile “özgürlükler ülkesi” olmanın çeşitli tezahürleri, “polisin bile giremediği semtler”, içselleştirilen ilke: “Kanunlara uyacaksın, vergini vereceksin.” Hiçbir olgunun tek boyutlu olmadığını, insan ilişkilerinin ve toplum sorunlarının karmaşıklığını hissediyorsunuz.
Bahçesinde ısırgan yetiştiren Giresunlu, komşunun çocuğu bahçeye girip bacaklarını yakınca şikâyet edilmiş. Polis gelince “bunları biz diktik, bunlardan yemek yapıyoruz” diyememişler, “kendiliğinden bitmiş, keseriz” demişler ve hepsini kesmişler (s. 119).
“Giresunlu göçmenlerin evlerini ayırt etmenin en önemli işareti”ni tahmin edebilirsiiniz: Perde (s. 122). Amerikan okullarına giden çocukların orada buldukları sevgi, ilgi, sıcaklık, yardım ve eğlencenin çekiciliğine karşılık cami dersliklerinde karşılaştıkları boşluk ve sıkıntı. O okulların kantinlerinde Müslüman çocuklarına domuz ürünlerinin verilmemesi. Türkiye’ye gezmeye gelen göçmenlerin gördükleri “kaba davranışlar, dedikodu ve çekememezlik” karşısında şaşırmaları...
Tarihinin sığlığıyla sık sık alay edilen ABD’nin 1902 yılında çalışmaya başlayan “iyi niyet” kurumu Goodwill’i tanıyorsunuz. Bugün 12 ülkede faaliyet gösteren kurum, insanların ihtiyaç fazlası eşyasını alıp temizleyerek satışa sunuyormuş. Personelin kendi mağazalarından alışveriş yapması yasakmış (s. 123-124).
Kitabın çarpıcı cümlelerinden biri şu: “Biz burada çalıştığımız gibi Türkiye’de çalışsaydık, buraya gelmemize gerek kalmazdı.” (s. 172)
Amerikan toplumunun hayat şartlarına ve kurallarına uymayı başarmış olan Giresunluların Fazlı’nın Kahvehanesi”nde yahut derneklerinin düzenlediği piknik alanında alkol yasağını delmelerine esef de edebilirsiniz, tebessüm de.
Çocuklarının ve torunlarının Türkçeyi ve Müslümanlığı öğrenebilmeleri için çabalayan Giresunluların cami kurma girişimleri, Süleymancı ve Fethullahçı hareketlerin faaliyetleri, Diyanet İşleri Başkanlığının hayli gecikmiş olmakla birlikte yürütmekte olduğu çalışmalar hakkında da ilginç ve ibretlik gözlemlerle karşılaşıyorsunuz.
Amerika’daki Giresun, bir yandan sosyolojinin göç ve göçmen sorunlarına ilişkin yorum ve değerlendirmelerini sunar ve zaman zaman tartışırken öte yandan ve sanki daha ağırlıklı olarak bir roman tadı da sunuyor.