Suriyeli yazar İbtisam Şakuş yazdığı kitaplarla, Arap dünyasında dört kez en iyi kadın yazar ödülüne layık görülmüş. Şakuş, şimdilerde İstanbul’da kitap çalışmalarını sürdürüyor. Ancak bir gece hiç tanımadığı insanlarla sabaha kadar Türkiye’ye yürüdüğü günü unutamadığını söylüyor ve ekliyor: “Hatay’da gidecek hiçbir yerim yoktu. Yolda tanıştığım Meryem isminde bir Türk evinin kapılarını açtı. İki ay onunla kaldım. Şimdi kardeş olduk.”
Muhalif bir yazar olarak Suriye’de kalmam mümkün değildi. 2012 yılında Lazikiye’deki evimden çıktım. Hiç tanımadığım bir grup insanla yola koyuldum. Sabaha kadar hiç durmadan yürüdük. O günü hiç unutamam. Hatay’a ulaştığımızda insanların bir kısmı mülteci kamplarına, kimi tuttukları evlere gitti. Ben nereye gideceğimi bilmiyordum. Yolda, Türk bir kadına, “Kalacak yer arıyorum. Müftüyü nasıl ulaşırım” diye sordum ve yazar olduğumu söyledim.
Çok daha fazlasını yaptı. Beni evinde misafir etti. Meryem’in yanında tam iki ay kaldım. Bana kardeşi gibi davrandı.
Meryem’in evinden ayrılıp Mısır’a gittim. Orada bir süre kaldıktan sonra tekrar Türkiye’ye döndüm ve Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesindeki kampta dört yıl kaldım.
Evet zorlandım ama halkıma yardım etmeliydim. Bir kültür merkezi kurdum.Bu merkez kamplarda ilk ve tekti. Suriyeli çocuklara, gençlere, kadınlara eğitim verdim.
Evet, edebiyat çalışmalarıma burada devam edeceğim. Ceylanpınar’daki kültür merkezi emin ellerde. İstanbul’da da Suriyeli kadınlar ve yetimler için çalışmalar yapıyorum.
Ortaokul son sınıfta bir öğretmenim bana, senin geleceğinde edebiyatçı olmak var demişti. O yaşlarda bu söz anlamlı gelmedi. Ancak zihnimin bir köşesinde duruyordu. Sağ ve sol demeden tüm görüşlerden durmadan okurdum. İlk hikayemi yazdığımda ise nereye gideceğime ve nasıl yayınlayacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Ben de Arap yayıncılar birliğine gittim.
Elbette hayır.
Hayır etmedim. Oradaki sekreter bir hikaye yarışmasından bahsetti. Belki dereceye girersin ve hikayen yayınlanır dedi.
Suriye genelinde büyük bir yarışma idi ve birinci oldum.
1994 yılıydı. Bu ödülün ardından hikayem yayınlandı. Doktor ve yazar Abdusselam El-Udeyri’yi görmeye gittim. “Şöhret ve para için yazar olmak istiyorsan yazmayı hemen bırak. Fikirlerini insanlara ulaştırmak ve bir şeyleri değiştirmek için yazacaksan devam et” dedi. Ben zaten Hama’da doğdum ve büyüdüm. Devrim ruhuyla yaşadım. Benim için yazarlık, fikirlerimi insanlara ulaştıracağım ve düzenin bozukluğuna dikkat çekeceğim tek yoldu. O yüzden yazmayı bırakmadım.
O zamanlar internet yoktu. Mısır, Cezayir, Libya ve Ürdün gibi pek çok ülkedeki dergilere öykülerimi gönderdim. Zamanla Suriye dışında tanınan bir yazar oldum.
1994 yılından bugüne kadar Suriye’de herhangi bir yayında hakkımda tek bir kelime yazılmadı. Asla aldığım ödüllerden bahsetmediler. Ben yokmuşum gibi davrandılar.
Suriye rejimine doğrudan bir eleştiri yöneltmem mümkün değildi. Ben de dolayı yollardan yapıyordum. İçişleri bakanlığına bağlı nüfus dairesinde uzun yıllar memur olarak çalıştım. Orada en üst düzey yetkiliden sıradan vatandaşa kadar çok farklı kesimden insanlarla görüşme fırsatım oldu. Ülkede rüşvet, fesat, adaletsizlik ve daha pek çok kötülüğün hüküm sürdüğüne şahit oldum. Bütün bilgileri kendime sakladım. Bazen müstear isimle bazen de bir öykü kahramanı üzerinden ülkede yaşananlara gönderme yapıyordum.Mesela “Kesik Yüz” adını taşıyan bir öyküm var. Kitap yetim, kimsesiz bir kız çoçuğunu anlatıyordu. Kızın yaşadığı ekonomik, sosyal, toplumsal ve psikolojik sorunlar üzerinden sistemi eleştirdim.
Suriye’de bu kentin ayrı bir yeri var. Çünkü Hama devrimin sembolü. Baas partisine karşı ilk olarak 1964 yılında ayaklandı. En büyük devrim hareketi ise 1980 yılında gerçekleşti. Bin kişi hayatını kaybetti. Fakat Suriye rejimi yalanlarıyla devrimi gölgeledi. Medyada sadece Müslüman Kardeşler’in başlattığı bir mezhep savaşı gibi gösterdiler. Oysa ki bu ayaklanmaya Hıristiyan, Alevi ve Sünni tüm halk katılmıştı. 80’li yıllarda devrim ateşini söndürdüklerini sandılar. Aslında sessiz bir mücadele devam ediyordu. Ancak mazlum ve ezilmiş halk susmadı. Şimdiki olayları başlatan devrime kadar, Sesleri çok duyulmadı.
1980’li yıllarda Tedmur cezaevinde yüzlerce insanı öldürdüler. O insanların çocuklarının yaşamları suçlunun evlatları damgasıyla zindana çevrildi. İşte kitapta bu çocuklardan birinin hikayesini anlatıyorum. Babasına düşman olarak büyüyor. Ancak onun gerçekten değerli ve ülkesindeki haksızlıklara karşı duran bir kahraman olduğunu öğreniyor. Savaşta yaralanıyor ve Türkiye’ye getiriliyor. Okulda ona Osmanlı’nın Suriye’yi işgal ettiği ve Türkler’in düşman olduğu bilgisi verilmiş. Tedavi süresince hem Türklerden hem orada tanıştığı Suriyeliler’den gerçekleri öğreniyor. Hayatında doğru sandığı yanlışlarla yüzleşiyor. Hatta Suriye’nin Osmanlı’nın bir parçası olacağı günleri hayal edecek kadar Türkiye’yi seviyor.
Kimse kendi isteğiyle göç etmedi. Suriyelilerin büyük çoğunluğu ülkesine dönecekleri günün hayaliyle yaşıyor. Onların umuda, kimliklerini korumaya ve aynı zamanda göç ettikleri yerlere uyum sağlamaya ihtiyaçları var. Elbette ümitliyim. Özellikle Türkiye bana ümit veren ülkelerin başında geliyor. Devletiyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, halkıyla bizi ayağa kaldırdılar. Biz Osmanlı’nın torunlarıyız. Geçmişteki güçlü bağların tekrar kurulacağına ve Suriye’nin geleceğini birlikte inşaa ettiğimiz günlere kavuşacağımıza inanıyorum.
Mülteci kampında yaşayan iki farklı kadının hikayesini yazıyorum. Biri “Keşke devrim olmasaydı ve hayatımıza olduğu gibi devam etseydik” fikrini savunuyor. Diğer kadın ise 1980’li yıllarda Hama devriminde yakınlarını kaybetmiş. İki arasında geçen diyaloglarla, Suriye gerçeğini anlatıyorum.
Elbette. Aslında bu devrim çoktan olmalıydı. Geç bile kalındı. Bundan rahatsız olanlar, ülkedeki bozuk düzenden faydalanan insanlardır.