
Kibele Sanat Galerisi’nin yeni sezondaki ilk konuğu 60 yıllık sanat hayatıyla Prof. Hayati Misman. Uzun yıllar akademide sanat eğitimi veren Misman, dünyanın hiçbir yerinde sanat eğitimi veren kurumlardan mezun olanların ‘sanatçı’ olmadığına dikkat çekiyor. Misman, “Sanat eğitimi alan kişinin, sanatçı olmak için kat etmesi gereken mesafeyi kısalttığına inanıyorum. Alaylı olanlar da çok çalışarak aynı mesafeyi kat edebilir. Önemli olan çok çalışmak ve üretmektir” ifadesinde bulunuyor.
İş Sanat Kibele Sanat Galerisi, yeni sezonunu “Hayati Misman Retrospektif” sergisi ile açtı. Sergi, resim, gravür, heykel ve metal dekupe gibi farklı disiplinlerde 170’ten fazla eserle Prof. Hayati Misman’ın altmış yıllık sanatsal birikimine ışık tutuyor. Eserlerinin birer günce olduğunu, geçmişe dönüp baktığında anımsadıkları ile geleceğe ilişkin hayallerini, kaygılarını ve beklentilerini yansıttığını söyleyen Misman, “Buradaki sergim bana altmış yılımın muhasebesini yapma fırsatı verdi” diyor. Misman, kendisi için temel ifade aracı olan gravürlerle birlikte, tuval çalışmalarında da gravürden gelen çizgisel disiplin ile renk katmanlarını birleştirerek özgün bir dil geliştiriyor; heykellerinde ise gravürle ördüğü anlatıyı üç boyuta taşıyor. Eserlerinin merkezinde kadın figürü bulunan Misman, kadını sadece bir betimleme ögesi olarak değil, varoluşun ve toplumsal kimliğin simgesi olarak ele alıyor. Geleneksel Anadolu kültüründen beslenip, evrensel bir dile ulaşan yaklaşımı, Misman’ın sanatına güç katıyor. Sanat kariyeri boyunca hem binlerce öğrenci yetiştiren hem de sürekli geliştirdiği sanatsal diliyle Türk sanat ortamına kalıcı katkılarda bulunan Misman, gelenekle modernizmi buluşturan, malzeme ve teknik sınırları zorlayan eserlerini üretmeye, Ankara’daki atölyesinde devam ediyor. Özellikle baskıresim konusunda Türkiye’nin önde gelen isimlerinden biri olan Misman ile “Retrospektif” sergisi vesilesiyle sanat hayatını hakkında konuştuk.
***
Sanat hayatımı belli başlıklarla, belli dönemlere ayırmayı gelecek kuşaklara bırakıyorum. Ben geçmişten bugüne yaptıklarıma bakınca çok şeylerin değiştiğini ama bu değişimi belli dönemlere ayırmadan, bir iç içe geçmişliğin söz konusu olduğunu gözlemliyorum. Bir resimden diğerine belli belirsiz bir değişikliğin olduğunu ve değişimin zaman içinde belirgin farklılıklara dönüştüğünü, ancak bu farklılıkları belli dönemler veya belli başlıklar altında çeşitlendirmenin benim için çok zor olduğunu söyleyebilirim.
Almanya’ya gitmeden önce, Avrupalı sanatçıların bizden daha üstün olabileceği veya daha iyi resim yapabileceği düşüncesine kapılmıştım. Almanya’daki eğitimimin bana kazandırdığı en önemli şey özgüven diyebilirim. Bir de ne kadar yetenekli olursanız olun, çevre, sanat ortamı ve müzeler gibi çevresel faktörler, ister istemez sanatçıyı etkiliyor, besliyor ve üretimlerini çeşitlendiriyor. Almanya’ya gitmeseydim, bu sergiye baktığımızda, sanatımdaki özün ve güçlü anlatımın aynı kalacağını, ancak beslendiğim kaynakların bu denli çeşitlenmemiş olacağını görebilirdik. Almanya’daki deneyimim, sanatsal ufkumu ve renk paletimi zenginleştirdi.
Özgün baskı tekniği, benim bu teknikle çalışmaya başladığım yıllarda ne kadar zorsa, bugün de zor bir teknik. Bugün sadece bu tekniğe uygun malzeme bulmak daha kolay. Bu tekniği benimsememin nedenlerinden biri hocalarımın, özellikle de Mürşide İçmeli hocamın benim işlerimi beğenmesi ve teşvik etmesi. Diğeri ise, benim karakter olarak malzemeyle oynamaya ve alet kullanmaya yatkın birisi olmam.
Bir ressam olarak ‘9-5, adeta memur gibi’ çalıştığınızı ifade ediyorsunuz. 60 yıl sonra halen böyle disiplinli bir şekilde çalışmanızın önemini açıklayabilir misiniz?
Değişik malzemelerle resim yapmak, her şeyden önce disiplin gerektiriyor. Çalışmayı bir yaşam biçimine dönüştürmelisiniz. Devamlı çalışmak ve sürekli denemeler yapmak da yaratıcılığınızı çeşitlendirip zenginleştiriyor ve diri tutuyor. Çeşitli denemeler size birçok tesadüf sonucu yeni şeyler yaratma imkânı da sağlıyor.
Sanat eğitimi veren kurumları, gençlerin sanatla ilgilenmeleri ve sanatçı olma hayallerini zenginleştirmeleri bakımından çok önemli buluyorum. Dünyanın hiçbir yerinde sanat eğitimi veren kurumlardan mezun olanlar ‘sanatçı’ olmuyor. 15 kişilik bir sınıfta 2 veya 3 kişi sanatçı oluyorsa, bunun büyük bir başarı olduğunu söyleyebilirim. Sanat eğitimi alan kişinin, sanatçı olmak için kat etmesi gereken mesafeyi kısalttığına inanıyorum. Alaylı olanlar da çok çalışarak aynı mesafeyi kat edebilir. Önemli olan çok çalışmak ve üretmektir.











