Daha çok tarihi konuları anlatan filmlerde rol alan oyuncu Serdar Gökhan, "Sinemaya direkt tepeden inme gelmedim. Bizim zamanımızda şimdiki gibi öyle akşam yat sabah kalk artistlik yok. Ufak ufak rollerle kendimizi göstermeye çalıştık. İki yıl dublörlük yaptım ufak rollerde oynadım" dedi.
TRT1'de yayınlanmaya başlanan "Mehmetçik/Kut'ül Amare" isimli dizide rol alan, hayatını ve sanatını anlatan Gökhan, 15 Mart 1946 yılında Bolu’nun Mudurnu kazasında doğduğunu belirterek, "Babam askeri kökenli olduğu için doğduktan iki sene sonra tayini çıktı Kırklareli tarafına. Önce o tarafa geçtik sonra İstanbul’a geçtik. Ben 5 yaşındayken anne baba ayrıldı. Ayrılınca babasız bir hayat geçirdim. Annemin İstanbul gibi bir yerde çalışarak bize bakması bir de ablam vardı zor oldu. Bazı yerlerde çalışarak bizi büyütmeye çalıştı ama yoksul bir dönem geçirdim ben çocukluğumda" diye konuştu.
Gökhan, Bab-ı Ali’de 7 yıl ressamlık yaptığını ve resimli çocuk romanları çizdiğini ifade ederek, sinema hayatına ilk adımı atışını şöyle anlattı:
"Hiç unutmam Türkan Şoray’la Murat Soydan’ın bir filmiydi. Oturduk kenarda seyrederken sahne çekildi. Zengin oğlan, fakir kız... Murat Soydan, Türkan Şoray’la arkadaşlık kurmuş fakat bu arada zengin arkadaşlarına parti veriyor. Türkan Şoray da mağdur olmuş vaziyette geliyor, camdan kadınlarla kızlarla arkadaşlık yaptığını görüyor. Onuruna yediremiyor, kendini denize atıyor. Murat Soydan da atlayıp onu kurtarması lazım. Rahmetli yönetmen Nejat Saydam, Türkan’ın sahnelerini falan çektiler denize atlayışını. Murat Soydan’ın sahnesi geldi denize atlayıp kurtarması için fakat Murat, ‘’Abi ben yüzme bilmem’’ dedi. Çılgına döndü adam. 'Sen bu senaryoyu okumadın mı bilmiyorsan niye kabul ettin ya da bilmiyorsan niye öğrenmedin bu zamana kadar' dedi. Nejat Saydam’la aralarında bayağı tartışma geçti, sinirlendi. Etrafa bakınırken benim tarafa baktı rahmetli Nejat Saydam, 'Sen, sen gel buraya' dedi. Ben de bana mı diyor diye etrafa baktım, benden başka kimse yok. Gittim yanına. 'Dön şöyle bir' dedi, etrafında döndük manken gibi. 'Smokini buna giydirin' dedi. Ama zımba gibiydim o zamanlar spor da yapıyordum. Dedim, 'abi ne yapacağım ben onu giyip','Yüzünü hiç göstermeyip bu kazmanın dublörlüğünü yapacaksın. Buradan atlayıp Türkan hanımı kurtaracaksın' dedi. 'İyi peki', dedim. Şimdi ben de sinemaya karşı aşırı bir zaaf var ya dedim fırsatı ele geçirdim nasıl olsa sıkışık durumdalar ben de ağırlığımı koyayım. Dedim, 'ben öyle atlamam'. 'Ne diyorsun' dedi. 'Ben öyle camdan çıkıp atlamam', dedim. 'Nereden atlayacaksın', dedi. 'Kapıyı açmadan camdan fırlar gider atlarım' dedim. Seti hazırladılar. Ben de kendimi göstereceğim ya. Gerildim gerildim hakikaten o camı bir patlattım slow motion çekselerdi harika olurdu, o zamanlar yoktu. Direkt suya... Kafamı çıkardım bütün ekip beni alkışlıyor, Nejat Bey de gelmiş o da beni alkışlıyor. Çıktım, 'gel bakayım buraya' dedi, gittim yanına. 'Şu kartımı al yarın bana uğra', dedi. Sinemaya ilk adımı böyle attık"
Askerlik görevini tamamladıktan sonra iki seneye yakın ufak rollerle dublörlük yaptığını kaydeden Gökhan, "Direkt tepeden inme gelmedim. Bizim zamanımızda şimdiki gibi öyle akşam yat sabah kalk artistlik yok. Ufak ufak rollerle kendimizi göstermeye çalıştık. İki yıl dublörlük yaptım, ufak rollerde oynadım. 1969’da askerden döndükten sonra bir derginin (Ses ve Nüans) sinema oyuncusu yarışması vardı, artist yarışması oraya katıldım. Üç bin kişi falan müracaat etmişti ilk ona kadar kaldım ben. Fakat jürideki prodüktörün birkaç tanesi benim geçmişimi birkaç tane filmde oynadığımı tespit edince beni elediler. Elediler fakat rahmetli Saltuk ve Dadaş filmi sahipleri Kadir Kesemen ağabeyimiz vardı. O beni kenara çağırdı dedi ki, 'şu kağıdı al yarın bana yazıhaneye gel'. Orada moralimiz bozuldu ama bir prodüktör kartı aldık, sevindik tabii. Yani o zaman hakikaten bu meslek çok onurlu bir meslekti. Dahil olabilmek çok zordu büyük bir mücadele gerekiyordu. Çok gururlu bir meslekti şimdiki gibi ayaklar altında bir iş değildi o zaman sinema sanatçılığı, sinema sektörü. Ertesi sabah gittim. Hemen mukaveleyi koydu, 10 film anlaşma yaptı benimle. Direkt hiçbir şey konuşmadık. Kabul ettim, etmez miyim, başka bir seçimim var mı? Zaten girmek için can atıyorum, camları kırıyorum. İşte on filmlik anlaşma yaptık. 1970’de ilk başrolümü oynadım. O gün bugün 120 tane sinema filminde başrol oynadım. Aslında benim şanssızlığım Şişli'de bir film deposu yandığı zaman 30’a yakın film negatifim yandı benim o yangında" şeklinde konuştu.
Serdar Gökhan, sinema hayatı boyunca daha çok tarihi filmlerde oynamayı tercih ettiğini dile getirerek, şöyle devam etti:
"Ben biraz vatanperver bir insanım. Benim iki dedem de Balkan harbinde şehit düştü. Biraz aşırı milliyetçi bir yapım var. Tarihimizi, geçmişimizi çok seviyorum ve bağlıyım. Tarihi filmlerde oynamayı tercih ettim, salon filmlerinden ziyade. O tür projelere öncelik verdim. Diğer projeleri elimle geri ittim. Büyük bir özveriyle, büyük bir aşkla bir şeyler hayata geçirmeye çalıştık. Yaptığımızdan da mutluyuz. Çünkü başka imkanımız yoktu. Yapılabileceklerin en iyisini yapmaya çalıştık. Sinemanın benden evvelki jenerasyonundaki bütün oyuncular bir daha yerine gelmeyecek insanlar. Ayhan Işıklar, Belgin Doruklar o kadar çok var ki hangi birini sayayım liste yapmak lazım. Bunlar hakikaten çok değerli ve saygın insanlardı. Topluma uygun yaşayan insanlardı. Hiçbir zaman şimdikileri şey yapmak istemiyorum ama bu kadar saçma sapan yaşantıları yoktu, adam gibi adamdı, oyuncu gibi oyunculardı. Topluma hep örnek olmaya çalıştılar, hayali işler peşinde koşmadılar. Toplumdan soyutlamıyorlardı kendilerini. Zaten sanatçıların özelliği nedir, toplumun aynasıdır. Topluma bazı mesajlar verebilmek, toplumu iyi yönde yönlendirebilmek, bunların hepsini yaptı bu insanlar. Allah gani gani rahmet etsin. Şimdi şu an kimse ortada yok. Ondan sonra gelen bizim jenerasyondan da kimse kalmadı. Saysak 5-6 kişi ancak olur. Yani son nesiliz kıymetimizi bilin kardeşim"
Yabancıların sinema imkanlarının zenginliğine işaret eden Serdar Gökhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ben yabancı filmlere çok özlem duyuyorum. Hasretlik çekiyorum çünkü adamların imkanları çok geniş. Çok büyük filmler yapıyorlar. Ben her zaman istemişimdir ki bizim kendi şanlı tarihimizdeki Türk büyükleri canlandırayım, onları yeni nesillere anlatayım, çocuklarımızın gençlerimizin kafasında filizlendireyim. Çünkü yeni nesil maalesef geçmişini bilmiyor, nereden geldiğini bilmiyor, tarihini bilmiyor. Çünkü okumuyorlar. Hep Batı’nın özentisi içinde Batı ahlakına uygun yaşamaya çalışıyorlar. Anadolu’da yok mu var ama genelde bu böyle. Ben isterdim ki mesela Amerika’da adamlar yapıyorlar çok büyük bütçelerle. Ama bizim bu bütçemiz yoktu. Bir de bizde yanlış olan sansür diye bir şey vardı başımızda. Bize sansür heyeti bir daire çizmişti onun dışına çıkamıyorduk. Bu yüzden bizim Yeşilçam filmleri konu olarak birbirine benzer. Konunun dışına çıkamıyoruz çünkü. Devlet memuruna dokunamazsın, düğmesini koparamazsın, polise bir suç isnat edemezsin ve her yapılan filmin sonunda suçlu muhakkak polisçe yakalanır. Dikkat edin, filmlerin sonunda polis arabaları gelir. Çocuklar hep o karaktere bürünüyor, o kahramanı kendi yaşıyor. Siz şimdi onu yanlış yönlendirirseniz, yanlış yola sevk ederseniz toplumu uçuruma sürüklemiş olursunuz. Bunlara sansür olsun istiyorum ben. Devlet aleyhine olsun, ülke aleyhine olsun, yapılan işleri tasvip etmiyorum. Düzgün, toplumumuzu yönlendirebilecek olan, iyi mesajlar verebilecek her film yapılsın ama serbest bırakılsın yani. Özgürce yapılsın"
Gökhan, TRT'de yayınlanan Diriliş Ertuğrul isimli dizide, Ertuğrul Gazi'nin babası Süleyman Şah'ı canlandırma teklifi kendisine geldiği zaman çok heyecanlandığını belirterek, "Teklif geldiği zaman zaten tüylerim diken diken oldu. Senaryoyu okuduğum zaman da tüylerim diken diken oldu. Ben onlara bir teklifle geldim. İstedikleri şey Süleyman Şah’ın yaşlılık dönemini oynamamdı. Onu biraz yadırgadım. Hani Süleyman Şah bıçkın bir adam girdiği yeri almadan çıkmayan bir adam, savaşçı bir adam. Ama biz yaşlılık dönemini oynadık çünkü ölümüne yakın olacağız ki üç kategoride hazırlandı proje. Birinci kategori Süleyman Şah’ın ölümüne kadar, ikincisi öldükten sonra Moğollarla Anadolu’da savaş, önümüzdeki sezon oynayacak da Selçuklulara yardımlarından dolayı Selçuklu sultanı Söğüt’te verdikleri araziyle burada kalıcı olun göçebeliği bırakın diye oraya yerleşmeleri Kayıların ve orada Osmanlı Devleti’ni kurmaları... Böyle bir konsept içinde yapıldığı için kabul etmek zorunda kaldım ama ben Süleyman Şah olmanın hazzını, mutluluğunu çok benimsedim. Kendimi onun yerine koydum. Çok duygulandım onu oynarken gerçi yaşlı oynadım dikkat ettiyseniz görünümüm yaşlı ama ben hala delikanlı sayılırım. Ama çökük oynadım. Dizi de zaten birinci oldu yürüyor. Allah daim etsin bu tür projelerin önü açılsın. Sık sık yapılsın, bunlara ihtiyacımız var bizim, millete olarak gençlik olarak ihtiyacımız var" dedi.