Sinemanın toplumları ve insanı yansıttığı gerçeği malumunuz. Her dönemin sineması, yaşayışın karşılığıdır. Hem içeriden dışarı bakmak, hem de dışarıdan içeriye yöneltmek için sinema yapılır. Özellikle filmlerin ele aldığı konular bu bağlamda bazı noktalara yoğunlaşır. Mesela İki dünya savaşı gördükten sonra özellikle Avrupa’da savaş karşıtı filmler çoğalmıştı. Yine İkinci Dünya Savaşı sonrası Nazi karşıtı ve Yahudilere yapılan katliamları anlatan filmler çoğaldı (Holokost bir endüstri haline geldiği için hala devam ediyor bu tarz filmler).
Son dönemde ise özellikle festival filmlerinde adalet, hukuk ve toplumsal kabullerden küresel algılara kadar çok katmanlı bir arayış söz konusu.
Cannes Film Festivalinde büyük ödülü alması sonrasında bütün önemli organizasyonlarda da rağbet gören Bir Düşüşün Anatomisi, Oscar’ın da en büyük favorisi. Film baştan sona adaletin nasıl tecelli edeceğini, sistemin açmazlarını, insandan kurumlara kadar yapıların sallanan noktalarını işliyor. Çok başarılı bir film. Hikayesinden oyunculuğuna, rejisinden kurgusuna her aşama sağlam bir dil oluşturmuş.
Bir Düşüşün Anatomisi ile ile Cannes’da yarışan Kuru Otlar Üstüne’de de adalet arayışı ya da tanımlaması söz konusu idi. Nuri Bilge Ceylan’ın taşra sorgulaması zaten genellikle yerelde oluşan bu münhasır manzaraya odaklanıyor.
Yönetmenlerin, yaşadıkların toplumdaki adalet mekanizmasını ve toplumsal anlayışı irdelediği, yani filmde adalet aradığı örneklerin en çarpıcılarını Asghar Farhadi’den izliyoruz son yıllarda. Cannes’dan Oscar’a kadar bütün büyük ödül organizasyonlarında heykelcikleri toplayan Farhadi, Elly Hakkında, Bir Ayrılık, Satıcı, Kahraman filmleriyle tam bir hukuk ve adalet arayışına çıkarıyor izleyiciyi. Hatta Farhadi’nin bu tarzının bir modaya dönüştüğünü da söyleyebiliriz. Çünkü devletlerin adalet mekanizmasını ya da toplumsal yapıyı ele alan filmler genellikle büyük meseleler üzerinde yürürken, Farhadi insana dair çok küçük ama etkisi büyük noktalara odaklanıyor. Ülkemiz başta olmak üzere dünyanın dört bir tarafında da Farhadi tarzında filmler yapılmaya başlandı. Bir dönem gençlerin Nuri Bilge Ceylan gibi film yapmaya çalışması gibi…
2022’de Cannes’ad büyük ödülü alan Hüzün Üçgeni de yine sosyolojik yapı ve toplumsal katmanlar arasındaki adalet anlayışına dikkat çeken, absürt mizah ile bunu anlatan bir yapımdı. 2019’da da Parazit filmi dünya çapında bütün büyük ödülleri almıştı. Ve bu film de toplumsal yapının temelindeki adaletsizliğe işaret ediyordu.
John Wick de adaleti kendi başına tesis etmek için çabalıyor ama böyle bir durumdan söz etmiyoruz elbette. O tarz adalet arayışı ya da yaklaşımı ticari sinemanın vazgeçilmez başlıklarından biri. Fekat ismini verdiğimiz diğer filmler ve yönetmenlerin ele aldığı konular günümüze ışık tutan ve mutlaka derinlemesine incelenmesi gereken hususlar barındırıyor.
Altını çizmeye çalıştığımız yaklaşımların en temel sorgulaması adalet mekanizması… Modern hukuk sisteminin dayandığı temeller, değer yargıları ve evrensel olması gerektiğine inanılan kabullerin esasında öyle olmaması gerektiğini ya da öyle olamayacağını anlatıyor, filmlerin neredeyse tamamı. Çünkü hukukun sınırları gevşektir. Toplum dönüştükçe dönüşmesi gerekir. Temel prensipler dışındaki yaklaşımlar her dönem güncellenmeli.
Şu an Gazze’de yaşanan soykırım karşısında halkların ayağa kalmasına rağmen kurumların bir şey yapamamasının altındaki sebep de bu gibi… Küresel/evrensel hukuk sistemi, dünyanın her coğrafyasında adaletin oluşmasını sağlayamıyor. Başında “uluslararası” ifadesi yazan kurumların tarafsızlığı da yazılı kanunları uygulama kapasitesi de sorgulanıyor. Hatta çoktan çöktü bile.
Son dönemde özellikle Avrupa merkezli olarak filmlerin filmlerin adalet arayışı ve hukuk sistemine eğilmesi, insanlığın içinde bulunduğu ruh hali ile ilgilidir. Zira bir yönetmenin yansıttığı dünya veya yansıtması gereken dünya yaşadığı zamandan ve insanlıktan bağımsız olamaz.