Sinemanın hem kitle iletişim aracı, hem de sanat dalı olarak etkisi her dönem dönüşerek artıyor. Özellikle son 30 yıl dünya kamuoyunun kanaatlerinin büyük oranda filmlerle belirlendiğini söyleyebiliriz. Örneğin; 1980’lerde Rus işgaline karşı savaşan Afganlar’ın yardımına Rambo gitmişti. Ve Rambo, direnen Afganlar’a ‘mücahit’ diye sesleniyordu. Aradan sadece 15 yıl geçtikten sonra Afganlar yine işgale karşı savaşırlar. Bu defa karşılarında ABD ve NATO vardır. Birkaç sene önce mücahit olan Afganlar bu defa terörist nitelemesi ile karşı karşıyadır. Rambo film serisinin etkisi ve 2001 sonrası Afganistan ile ilgili yapılan filmlerin yaklaşımı düşünüldüğünde sinemanın kanaat oluşturma potansiyeli ortaya çıkıyor.
Yıl olmuş 2021 fakat değişen bir şey yok. Şimdi de küresel güçler ya da küresel akıl ne istiyorsa sinema onu normalleştirip manipüle ediyor. Bu defa şapkadan çıkan tavşanın adı LGBT. Dünya kamuoyu bu hususta yönlendirilmeli ve LGBT normalleştirilmeli. Üstelik silahlar bu defa daha etkili. Zira dijital platformlar bu hususta televizyonda olamayacak kadar net ve sansürsüz. Ulaşılması da çok ama çok kolay. Hollywood ve dünyanın önemli festivalleri de LGBT konulu filmlere ayrıcalık tanıyor, ekibinde belli oranda LGBT bulundurmayan yapımları kara listeye alabiliyor. Artık gizli-saklı bir şey de değil... Tüzüklere, yönetmeliklere konuyor. Mesela Oscar, 2024’ten itibaren LGBT şartı uygulayacak. Geçtiğimiz aylarda açıklanan karara göre başrol oyuncusunun ‘yeterince temsil edilmeyen bir gruptan olması ve yan rollerin yüzde 30’unun azınlıklardan oluşması ya da filmin, bu toplulukların yaşadığı sorunlara işaret etmesi gerekiyor. Ayrıca kamera arkası yönetici ekibin veya teknik ekip üyelerinin tarihsel olarak dezavantajlı gruplardan seçilmeli; ayrıca bu grubun kadınları, farklı ırkları, LGBT’leri ve engellileri de kapsaması bekleniyor. ‘Yeterince temsil edilmeyen kişiler’e staj ve eğitim sunulması, filmin pazarlama ve dağıtım ekiplerinde aynı çeşitliliğin sağlanması da diğer beklentiler... Anlayacağınız, hikayesinde ve ekibinde LGBT birey olmayan yapımın Oscar şartı daha baştan yok oluyor.
Festivallerde de durum farklı değil. Bağımsız sinemanın kalesi olarak kabul edilen Sundance Film Festivali bir süredir LGBT konulu filmlere geniş yer veriyor. Ayrıca artık festivale başvurup yarışmak isteyen yapımların hikayesinde ya da ekibinde LGBT olup olmadığı soruluyor. Olmaması durumunda ne olacağını tahmin ediyorsunuz sanırım!
Bu durumda akla bir soru geliyor; pozitif ayrımcılık nâmına bile olsa böyle bir unsurun dayatılması özgürlükle ne kadar bağdaşıyor? Bunun adı da faşizm olmuyor mu?
Peki, Netflix bu tablonun neresinde?
Aslına bakarsanız bu örneklerden çok daha etkili olacak şekilde yaygınlıkta durum söz konusu. Netflix’te -yazılı bir kural olmasa da- içerik üreticilere LGBT şartı koşuluyor. Netflix özel içeriği olduğu halde LGBT unsuru barındırmayan yapım yok denecek kadar az. Dünyanın 190 ülkesinde hizmet veren, her yıl yüzlerce film ve dizi üreten, özel içerik üretimi için sadece 2018 senesinde 8 milyar dolar harcayan Netflix’in, LGBT’nin normalleşmesi noktasında nasıl bir etkisi olduğunu/olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Türkiye pazarında yüzde 25 dolayında paya sahip olan ve her geçen gün pazar payını arttıran Netflix içeriklerinin internet ortamında çok daha fazla kişi tarafından izlendiğini ve kitlenin de daha çok gençlerden oluştuğunu düşünürsek, tehlikenin çoktan içimizde gezinmeye başladığını anlamış oluruz.
Netflix yalnız değil tabi. Sadece Türkiye piyasasına baktığımızda, gençleri hedef kitlesine oturtan dijital mecraların içeriklerinde LGBT ağırlığının arttığını ve normalleştirme çabasının devam ettiğini söyleyebiliriz.
LGBT’nin normalleştirilme çalışmalarına karşı yasaklama köklü çözüm değil. Elbette denetim mekanizmaları üzerine düşeni yapmalı. Ancak esas mesele, içerik üretimine karşı içerik üretimidir. Mecraya karşı mecradır. Yani karanlığa küfür ederek değil, mum yakarak ilerlemek gerekir. Ve bununla da kalmayarak sonraki adımı öngörüp hareket etmelidir. “Netflix yapmak” değil, Netflix’ten sonrasını harekete geçirmek gerekir. Çünkü siz Netflix yapana kadar seneler geçer ve Netflix çoktan format ve zemin değiştirmiş olur. 1997’de kurulan Netflix’in tek işi “evlere DVD servisi” idi. İnternet ile beraber bu iş zemin değiştirdi. İçerik üretimiyle beraber yepyeni bir yola girildi.
LGBT’nin normalleştirilmesine karşı mücadele etmek isteniyorsa, mutlaka ama mutlaka yapılması gereken şey özel içerikler üretilmesidir. Kamu spotu formundan uzak, zamanın ruhuna vâkıf ve istikrarla devam eden içerik üretimi sağlanmalı.