Sofra kurmak tarih yazmaktır

04:002/11/2025, Pazar
G: 1/11/2025, Cumartesi
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.

Tarih boyunca sofralar yalnızca yemek yenilen yerler değil, kararların verildiği meclislerdi. Osmanlı’dan günümüze, bir lokmanın gücü bazen bir imzadan daha etkili oldu…

Ramazan Bingöl

Tarih kitapları savaşları, antlaşmaları, taç giyme törenlerini anlatır. Oysa bütün o büyük kararların bir kısmı, aslında bir sofra etrafında verilmiştir. Yemek sadece bir ihtiyaç değil, insanın diğerine yaklaşma biçimidir. Sofra, kılıçtan daha keskin bir diplomasi aracıdır. Birlikte yenilen lokmalar, yüzyıllık düşmanlıkları unutturmuş; yanlış kurulan bir sofra ise krallıkları yıkmıştır.

Osmanlı’da siyasetin gizli dili: Sofra

Osmanlı sarayında yemek, yalnızca karın doyurmak değil, iktidar göstergesiydi. Sarayda padişahla aynı sofraya oturmak bir lütuftu; o sofradan dışlanmaksa bir cezaydı. Hangi beyler başköşeye oturacak, kim kenarda bekleyecek hepsi bir mesaj taşırdı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Fransa elçisine verilen ziyafette, yemeklerin seçimi bile diplomatik bir dildi. Ziyafet sofraları, kelimelerle değil, yemekle yapılan siyasetin en zarif biçimiydi.

Avrupa saraylarında diplomasi sofraları

Yalnız Osmanlı’da değil, Avrupa’da da yemek siyasetin merkezindeydi. Fransa Kralı XIV. Louis’nin sarayında akşam yemekleri devlet işlerinden ayrı tutulmazdı; sofrada oturan herkes, kralın “kimlerle aynı tabaktan paylaştığına” dikkat ederdi. Bir sofraya davet edilmemek, artık o çevreden dışlanmak demekti. 18. yüzyıl Avrupa diplomasisinin temel cümlesi şuydu:

“Birlikte yemek yiyemediğin kişiyle anlaşma yapamazsın.”

Sofra bir okuldur: Fikirlerin ve kararların piştiği yer

Sofra, yalnızca ikramın değil, düşüncenin de merkezindeydi. Devlet adamları, bilginler ve sanatçılar aynı sofrada buluşur; konuşulan her konu bir fikre, her fikir de bir karara dönüşürdü. Bir tabak yemeğin etrafında toplanan insanlar, bazen bir dönemi şekillendirecek kadar etkili olurdu. “Aş pişmeden söz pişmez” diyen atalar, aslında tam da bunu kastederdi.

Tarihte sofralarıyla iz bırakan yemekler

Zerde: Zaferin tatlısı

Osmanlı mutfağının en gösterişli tatlılarından zerde, sadece bir lezzet değil, siyasi bir semboldü. Mohaç Zaferi’nden sonra İstanbul’da üç gün boyunca halka pilav ve zerde dağıtılmış, bu tatlıyla zafer paylaşılmıştır. Zerde, hem kutlamanın hem birliğin sembolüydü; tatlıyla verilen mesaj, “bu zafer hepimizin”di.

Şerbet: Diplomatik içecek

Elçilere, konuklara ve antlaşmalarda sunulan şerbet, Osmanlı diplomasi kültürünün ayrılmaz bir parçasıydı. Gül, amber ve demirhindi şerbetleri, zarafetin ve dostluğun simgesi sayılırdı. Soğuk şerbet “öfke sönsün, kalpler serinlesin” anlamına gelir; bugün hâlâ “bir tatlı yiyelim” sözünde o diplomasi zarafeti yaşar.

Kahve: Dostluğun fincanı

Kahve 16. yüzyılda Osmanlı’dan Avrupa’ya yayıldı. Elçiler, krallar ve devlet adamları kahveyle ağırlanır; fincandan alınan her yudum bir dostluk jesti sayılırdı. Zamanla Viyana’dan Paris’e uzanan kahvehaneler fikirlerin ve tartışmaların mekânına dönüştü. Kahve, tarihte hem ticaretin hem diplomasinin kokusunu taşıdı.

Hünkâr beğendi: Doğu ve Batı’nın tabağı

Bu yemek 19. yüzyılda Sultan Abdülaziz’in sarayında Fransa İmparatoriçesi Eugénie için hazırlanmıştır. Köz patlıcanın beşamel sosla buluştuğu bu tabak, Doğu’nun közünü Batı’nın sosuyla birleştirir. Hünkâr Beğendi, iki kültürün tabağa sığan uzlaşma sembolüdür.

Tuz ve ekmek andı: Kadim sadakat sofrası

Orta Asya Türkleri arasında birlikte tuz ve ekmek yemek bir dostluk yeminiydi. Aynı ekmekten yiyen, aynı tuza dokunan kişiler birbirine ihanet etmezdi. Bu gelenek, binlerce yıl sonra hâlâ sofralarımızda yaşar: “Tuz ekmeği var” deriz; yani aramızda söz vardır.

Düğünlerden dayanışmalara: Sofranın toplumsal gücü

Sofra sadece sarayda değil, halkın içinde de birleştirici güçtü. Anadolu’da düğünler yemekle başlar, cenazeler helvayla son bulurdu. Her lokma bir duygunun ifadesiydi: sevinç, yas, umut. Birlik sofraları, köylerde, mahallelerde, meydanlarda dayanışmanın sessiz sembolüne dönüşmüştür. Tarih boyunca insanlar aynı sofraya oturdukça, aralarındaki duvarlar kalktı.

Günümüzün sessiz sofraları

Bugün politik kararlar kapalı kapılar ardında alınıyor; sofralar ise ekran başına taşındı. Oysa bir sofranın başında yüz yüze bakarak konuşmanın, paylaşmanın yerini hiçbir şey tutamaz. Siyaset, aile, dostluk — hepsi aynı şeyin etrafında döner: “sofra.” Bir toplumun geleceğini anlamak istiyorsanız, onun sofrasına bakın: kim kiminle oturuyor, kim dışarıda kalıyor?

Son lokma: Sofra, medeniyetin aynası

Yemek, insanlığın en kadim ortak dilidir. Sofra ise o dilin konuşulduğu meclistir. İlk çağdan bugüne, tarih yemekle başlamış, yemekle yazılmıştır. Bir çorba kazanının etrafında toplanan insanlar, aslında kaderlerini paylaşıyordu. Bugün hâlâ aynı gerçek geçerli:

Sofra kurmak, medeniyet kurmaktır.


Zerde (Osmanlı’nın bayram ve barış tatlısı)

Malzemeler:

1 litre su

1 litre süt

1 su bardağı pirinç

1,5 su bardağı toz şeker

1 tatlı kaşığı zerdeçal

1 çay bardağı gül suyu

2 yemek kaşığı nişasta (biraz suyla açılmış)

Üzeri için kuş üzümü, çam fıstığı, nar taneleri

Yapılışı
: Pirinci bol suda haşlayın. Üzerine süt ve suyu ekleyin, kısık ateşte yumuşayana kadar pişirin. Şekeri, zerdeçalı ve gül suyunu ilave edin. Koyulaşması için nişasta karışımını ekleyin ve birkaç dakika daha karıştırın.Kaselere paylaştırın, oda sıcaklığında soğutun. Üzerini kuş üzümü, çam fıstığı ve narla süsleyin.

Not: Zerde, Osmanlı’da yalnızca tatlı değil, bir şükran ve paylaşma sembolüydü. Zafer, düğün veya doğum sonrası pişirilir, komşulara dağıtılırdı. Bu yönüyle “birlik sofrasının” en zarif hatırasıdır.



#Mutfak Sanatı
#aktüel
#hayat
#tarih