Tasavvuf ve sanatla yarım asır

Sevda Dursun
Sevda Dursun
04:0027/03/2025, Perşembe
G: 27/03/2025, Perşembe
Yeni Şafak
Sanatçı Ahmet Özhan
Sanatçı Ahmet Özhan

Sanatçı Ahmet Özhan, yarım asırdır birlikte yürüttüğü tasavvuf ve sanat hayatını Yeni Şafak'a anlattı. Cerrahi Tekkesi 22. Postnişini Ahmet Özhan, popüler kültürün nefse hizmet ettiğini söyledi.

Türk Tasavvuf Musikisini ve Folklorünü Araştırma ve Yaşatma Vakfı (TKMFAV) Başkanı ve aynı zamanda Tarihi Nureddin Cerrahi Tekkesi’nin 22. Postnişini Ahmet Özhan ile teravih sonrası buluşup sahura kadar sohbet gerçekleştirdik. Hem hayatını hem ümmetin dertlerini hasbihal ettiğimiz röportajda, son günlerini yaşadığımız Ramazan’ı ve önümüzdeki bayramı nasıl idrak etmemiz gerektiğini konuştuk. Bir yanda sanatçı kimliği diğer yanda mutasavvıf kimliği olunca, sohbetteki çeşitlilik arttı. Bundan 50 yıl önce bir Ramazan teravihinde tekkeye gelen Özhan, yarım asırlık sanat hayatıyla tasavvuf hayatının nasıl birbirine geçtiğini de anlattı.

Henüz 24 yaşındayken Cerrahi Tekkesi’ne geldiğinizi biliyoruz. Tekkeden önce ve sonrasını değerlendirecek olsanız, neler söylemek istersiniz?

Çok farklı değildi. Çocukluğumdan beri tasavvuf ilgimi çeker, bana heyecan verirdi. Babam hafız ve bilgili bir insandı. Ben küçükken arkadaşlarıyla sohbet ortamı kurduklarında, bir şey anlamasam bile neşelenirdim. Sonra konservatuara geldim, dini musiki dersleri meşk ettik. Ömer Tuğrul Efendi’yle arkadaştık. 1974 senesinde bir Ramazan akşamı beni teravihe buraya getirdi. Geliş o geliş, yarım asırdır buraya gelip gidiyorum. Sinemada oynayıp, gazinolarda söylediğim, şarkıcı olarak ünlü olduğum zamanlar da buraya gelirdim.

Zaten buraya sanatçılar da geliyor, dışarıda başka bir hayat yaşarken buraya devam edebiliyorlar. Sanata yakınlığı olan bir tekke diyebilir miyiz?

Her tekkenin sanata yakınlığı vardır. Bestekârlar, divan sahipleri falan Mevlevihanelerden çıkmıştır. Burası ise hem sanata çok yakın hem de irşadla memur olan kişiler hep sanatla alakalı. Buranın dini musiki repertuvarının temelinde Fahreddin Efendi vardır. Çünkü Devrânî bir tasavvuf yolu burası. Devran dediğin zaman musikiyle, ilahilerle olur. Eski tekke mensupları, Zâkirler veya Zâkirbaşları, hepsi zamanın ses sanatlarıyla uğraşan insanlarıydı.


MUZAFFER EFENDİ KAPILARI AÇTI

Her yeni postnişinle birlikte değişim ve dönüşümler de oluyor mu? Siz nelere şahit oldunuz?

Her dönemde yeni bir sosyal ve estetik boyut açığa çıktı. Mesela Fahreddin Efendi zamanında tekkeler kapatılmıştı. Burayı vakıflara devretmiş. Vakıfların onu türbedar tayin etmesiyle burası hiç kapanmamış. Vesayetin baskı dolu günleri olduğu için, etrafındaki çok az insanla yoluna devam etmiş. Kendisinden sonra Muzaffer Efendi posta oturdu. Çok sevilen bir vaizdi, konuştuğu yerler dolup taşıyordu. Onun döneminde kapılar açıldı, onu takip edenler de buraya gelmeye başladı. Muzaffer Efendi zamanında büyük bir açılım oldu, o günlere bizzat şahidim. Amerika’ya gidildi, oralarda vakfın şubeleri açıldı. Hepsinde vardım. Sonra Safer Efendi’nin zamanı geldi. Onun döneminde burası akademik hale geldi.


REPERTUVARIN KAYNAĞI SAFER EFENDİ

Tasavvuf müziğinin yaygınlaşması da o dönem mi oldu?

Tasavvuf müziğinin yaygınlaşmasında Safer Efendimin büyük hizmeti vardır. 50’li yıllardan itibaren o kocaman bavul gibi teyplerle dolaşır, ilahiler toplardı. Yüzlerce makara bant elimize geçti. İstanbul’da veya yakın çevrelerde kapanmış tekkelerin Zakirlerinden çok sayıda bant toplamış. Repertuvarın kaynağı o. İlk bantı bu fakire verdi. Muharrem ilahileri vardı içinde. Üzerinde çalıştım, onları notaya aldım. Sonradan Amerika seyahatleri sıklaşınca, oradaki müzelerde, üniversitelerde, kütüphanelerde bu ilahilerden konserler verdim. 80’lerin başından itibaren Güldeste konserlerime 10-15 dakikalık tasavvuf müziği ekledim. Oradan bir kıvılcım çıktı, ardından tek başına tasavvuf müziği konserlerine dönüştü.


İSLAM EN YÜKSEK İLİMDİR

Ömer Tuğrul İnançer Hoca ve sizin zamanınızdaki dönüşümü nasıl tanımlarsınız?

Tuğrul Efendi kendini çok iyi yetiştirmiş bir insandı. Edebiyatı, tasavvufu, tarihi çok iyi bilen, sözüyle sohbetiyle daha başka entelektüel bir boyut kazandı burası. Herkes kendi ihtiyaçlarından ve hissettiklerinden yola çıkarak bir şeyler ortaya koymaya çalışır. Ben de estetiğe ve ilme çok önem verdim. İslam’ın Cenab-ı Hakk’ın alim sıfatının açılımı olduğunun iddiasını sürerim. İslam en yüksek ilimdir. Benim dönemimin derdi ve davası da budur. İslam’ın açılımı varlık ilminin özüdür. İnsanlar bunu unutmuş. Bugün Gazze için ağlıyoruz değil mi, sebep olan biziz aslında. Niye aciz düştün? İslam’ın, Muhammediliğin hakikatini anlasaydın, insanlığa hizmet eden kanun koyucu olurdun. İslam’ın hakikatini ortaya koyabilecek dersler koydum.


BİR KİŞİYDİM ŞİMDİ BİN KİŞİ VAR

Şarkıcı olarak meşhur olduğunuz dönemlerden bahsedecek olursak, repertuvarınıza eklediğiniz musiki müzik halk arasında olumlu karşılandı ama sanat camiası tarafından tepki aldı mı?

Bizim sanat camiası çok duyarlıdır, güzel insanlardır. Hiç reddeden olmadı, hatta takdir ettiler. “Helal olsun, bizim yapamadığımızı sen yaptın” dediler. Netice itibariyle tasavvuf müziği çok tutuldu. Yüz binlerce kaset satıldı. Ben bir kişiydim, şimdi bin kişi var. Bir sektör oluştu. Hayra vesile olsun inşallah.


POPÜLER KÜLTÜR NEFSE HİZMET EDİYOR

Popüler kültürü takip edebiliyor musunuz? Buraya gelen sanatçıları nasıl gözlemliyorsunuz?

Benim geçtiğim eski yollardan geçiyorlar işte. İnşallah hakikate ererler. Buraya gelenlerin bir kısmı gönülden geliyor ve kalıcı oluyor. Fakat çoğu sanatçı; çekeceği filmde sufi sahnesi vardır, gözlem yapmaya geliyor. Buraya gelsin gelmesin, popüler kültüre baktığım zaman nefse hizmet ettiğini görüyorum. Boşa gayret.

Popüler kültür nefsi önceliyor, tekkeler de nefisle mücadele ediyor. Buradaki çatışma bu anlamda daha mı büyük?

Elbette. O mücadeleden zevk alan kalıyor, o öze yaklaşamayan gidiyor. Sanatçı olması şart değil, insandan bahsediyorum. Sanatçı bunların içinde en masumudur. Sanatçı, Cenab-ı Hakk’ın Musavvir sıfatının öne çıktığı insandır. O estetiğin, o sesin, o kabiliyetin kime ait olduğunu algıladığı zaman, kendinin bir maket olduğunun farkına varıp, sonra o maketten ancak gerçek senaristin verdiği repliklerin açığa çıktığını düşünebildiği zaman, sanatını yapmaya devam etsin. Zaten neyi yapıp yapmayacağını bilir o zaman. Farkındalığı olan insan için bu geçerli.

Gençlere bir tavsiye vermek isteseniz bu ne olurdu?

Ben gençlere hiçbir şey söylemem. Ben gençler için ne yapmalıyım, nasıl gönlüne girmeliyim, nasıl ona doğruyu ve güzeli sevdirmeliyim diye düşünürüm. Gence ne söyleyeceksin, genç vücudunu tanımak zorunda, bir takım nefsi dürtüleri var, onların peşinden gitmek gibi sıkıntıları var, bütün bunlardan çocukları uzaklaştırabilecek ve onları daha zevkli daha güzel şeylere kanalize edebilecek bilge kişilere ihtiyaç var. O çocuklara bizim çok şefkatli ve neşeli yaklaşmamız lazım.

Nasıl neşeli yaklaşacağız? Müslümanlar neşesini kaybetmiş görünüyor.

Kaybeder tabii. Dertleri var, üzüntüleri var. Peki bunların olmaması mümkün mü? Elbette mümkün. “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de” buyuruyor Ayet-i Kerime’de. Allah’la dost olmak, bütün varlıkla barışık olmak demektir. Eşyanın hakikatine ermiş olmak demektir. Gayret gösterdikten sonra rıza makamıyla Allah’a teslim olmak demektir.


Takvim bayramı yaşayacağız

Mübarek Ramazan ayı içerisindeyiz ve önümüz bayram. Hem Ramazan hem de bayramla ilgili nasıl bir mesaj vermek istersiniz?

Bu şartlar altında bayram edebilecek miyiz? Edemeyeceğiz. Sadece takvim bayramı yaşayacağız. Ne zaman bayram biliyor musun, ötekisizliği yakalayıp, bütün bu akan kanlara dur diyebilecek hale geldiğimiz gün. O zaman hepimiz biraraya gelelim bayram edelim. Onun haricinde bayram bize haram. Tarih itibariyle şu güne denk geliyor diye bayram ediyoruz. Ramazan ise bir arınma dönemidir. Beşer boyutundan hakkın boyutuna hicret dönemidir. Kadire erdiysen, Ramazan’ı değerlendirdin demektir. Ramazan arifesinde neysen, bayram arifesinde de öyle kaldıysan, Ramazan’ı da takvim Ramazan’ı olarak yaşadın demektir.


Mesnevi bir Kur’an tefsiridir

Mevlâna ile ilgili görüşlerinizi merak ediyorum. Sizce Mevlâna günümüz insanına ne söylüyor?

Hz. Mevlana’nın evvela Molla Celaleddin halini bilmek lazım. Anadolu’nun önde gelen fakihlerinden biriydi. Medresesi vardı, ilim öğretiyordu. Aynı zamanda tasavvuf yolu da vardı. Zülcenaheyn yani iki kanatlı bir zattı. Fakat Hz. Şemsle karşılaştığında, ondaki aşk açığa çıkıyor. Ondan sonra bütün o zahiri ilmini, manevi letafetiyle tekrar söylemeye başlıyor. Mesnevi bir Kur’an tefsiridir. Divan-ı Kebir ayetlerin çözümlenmesinden ibarettir. Her zerrede Rabbinin hikmetini ve cemalini müşahede eden bir veliden bahsediyoruz. İnsanların bu şekilde tanıması ve bu şekilde eserlerini ve kimliğini okuması lazım. Ve illa Hz. Pir anlaşılmaz. Biz Hz. Mevlâna aynasında kendimizi görmeliyiz, kendi yamuklarımızı görüp düzeltmeliyiz.


#Ustalarla Sohbet
#Ahmet Özhan
#tasavvuf
#sanat