Gün geçmiyor ki sosyal medyada yeni bir akım ortaya çıkmasın… Hızını yetişemediğimiz bu akımların şimdilerde en çok konuşulan ve paylaşılanı Falling Star. Düşen yıldızlar akımı ile sosyal medya paylaşımları yere kapaklanan insan fotoğrafları ile doldu. Yurt dışında popüler olduktan sonra Türkiye’ye gelen bu akımı Seda Sayan başlattı. Sefa Doğanay, Danla Bilic de devam ettirdi. #FallingStar gibi birçok akımının nasıl ve niçin bu kadar çabuk popüler olduktan sonra belli bir süre sonra etkisinin azaldığını Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi ve Dijital İletişim Araştırmacısı Doç. Dr. Ali Murat Kırık ile konuştuk. Sosyal medya üzerine yaptığı araştırmalarla yakından tanıdığımız Kırık, insanların akımlar ile kişiliklerini tamamlayıp sanal dünyada var olmaya çalıştıklarını söyledi. Geçmişte teknolojiyi kullananlar ile kullanmayanlar arasında uçurumlar olduğunu niteleyen Kırık, “Dijital yerliler ve dijital göçmenler diye ifade edilen iki kavram var. Dijital yerliler teknolojiye hâkim olanlarken dijital göçmenler teknolojiye yavaş yavaş adapte olmaya çalışanlardı. Günümüzden dijital göçmenler kavramı kullanılmaz hale geldi. Herkes teknolojinin içinde doğduğu için dijital yerlilik arttı. Herkes bir tekno-vatandaş. Aslında vatandaş gibi gözüken bu yapı bence kölelik… Bu akımları gerçekleştirenlerin hepsi teknolojinin kölesi olan insanlar durumunda ne yazık ki… İnsanlar aslında bunu zararlarını biliyor ama sosyal medyanın verdiği haz gözlerini boyuyor” dedi.
Önceden insanlar evlerinde ya da herhangi bir yerde yaptıklarını teşhir etmezlerdi. Bu durum bizim geleneklerimiz, göreneklerimiz ve maneviyatımızın da yozlaşmasına neden oluyor. Çünkü biz artık bize ait olan özel alanımızı dışarıyla paylaşıyoruz. Bu ifşacı kültür, hedonizm ve narsisizmin yansıması olarak çıkıyor. Geleneksel medyada birey hiçbir şekilde kendi medyasını oluşturamıyordu. Geleneksel medyanın olduğu dönemlerde belli başlı programlar, gazeteciler vardı. Onları rol model alıyorduk. Onlar çok önemliydi. Çünkü başka örnekleri yoktu. Sosyal medyada örnek vermek gerekirse; bir YouTube kanalı açarak kendi haberlerini ya da içeriklerini üretebiliyorsun. İnsanlar seni takip edip izlediğinde fenomen durumuna geliyorsun. Böylelikle kendi medyanın patronu oluyorsun. Dijital yapım maliyetleri de düştü. Akımların ortaya çıkmasında aslında bu da var. Geçmişte kaç kişi fotoğraf makinesi sahibiydi? Şimdi herkes bir fotoğraf sanatçısı. Bugün herkes fotoğraf makinesi almadan akıllı telefonlarıyla çektikleri her kareyi paylaşıyor.
Bu akımların popüler olmasında maddi gücün etkili olmasıyla birlikte teknolojinin gelişmesi de bir etken. Teknolojinin gelişmesi internetin maliyetini de düşürdü. Böylece insanlar daha fazla internette var olmaya başladılar. Özellikle 2000 ve öncesi jenerasyon kontörlerine göre konuşuyordu. Ama artık öyle değil. Taşınabilir iletişim araçları, tabletler, akıllı telefonlar var. Bunlar her anı görüntülememizi kaydetmemizi sağladı. Akıllı telefonlar yokken teknolojiyi evde bırakıp çıkıyorduk ama şimdi mini bilgisayarları cebimizde taşıyoruz. Bu akımların bu kadar yaygınlaşmasının altında yatan en temel etkenlerden biri de bu! Mesela akıllı telefonların gelişimi fotoğraf sanatını öldürdü. Fotoğraf çekimini arttırdı. Bunun sadece sosyolojik boyutları yok. Ekonomik ve psikolojik boyutları da var. Hedonizm ve narsisizmin ön plan çıkması, insanların özenmesi, birbirini taklit etmesi var. Dediğim gibi dili de böyle öğreniyoruz. Ailemiz hangi dili kullanıyorsa onu taklit ediyoruz. Bu bizim genetik kodumuz.
Gelişi güzel akıllı telefona maruz kalan bir kuşak var. Bu 2000 ve sonrası doğan Z kuşağı. Bu kuşağın araştırmayı irdelemeyi sevdiği ve sahip olduğu birçok bilgi olduğu söyleniyor. Şunu unutuyoruz: Bu kuşak fenomen videolarına özenip aynısını çekmeye çalışan bir kuşak. Fakat bunlar sadece teknolojiyi kullanıyorlar. Dijital okuryazarlıkları yok. Var olan içeriğe maruz kalıyorlar. 11-12 yaşındaki bir çocuğun telefonunu annesinden babasından çok iyi kullanması ve her türlü bilgiye ulaşabilmesi o bilgileri doğru kullanacağı anlamına gelmemeli. O bilgiyi nasıl kullanması gerektiğine dair zihnen bilgisinin gelişmesi gerekiyor. Bunu da biz yapamıyoruz. Bundan dolayı da bu sorunlar ortaya çıkıyor, yeni akımlar baş gösteriyor. Çocuklar ile birlikte ailelere de dijital okuryazarlık eğitimler verilmeli.
Akım videoları aracılığıyla marjinallik farklı bir boyuta ulaştı. Marjinallik sosyal medyada boyut değiştirdi. Herkesin yapamayacağını yapmak marjinallik oldu. Bu durum tehlikeyi de beraberinde getirdi. Ölümü göze alarak yapılan akımlar var. Burada egolar devreye giriyor. Haz alabilme adına kendini ölüm tehlikesiyle karı karşıya bırakabiliyorsun. Akım videolarında da aynısı durum söz konusu…
Akımların temelinde kısa yoldan para kazanma hırsı da var. Önceden sınavlardan aldıkları notlarla yarışan gençlik şimdi aldıkları beğeni, takipçi sayılarıyla yarışıyor oldu. Bu durum toplumsal yozlaşmayı beraberinde getirdi. Sosyal medya kanalları tek düze bireylerin oluşmasına neden oldu. Bu videolar, akımlar dünyada herhangi bir ülkede popüler olduktan sonra bize geliyor. McLuhan’ın ‘Küresel Köy’ dediğimiz kavramı burada devreye giriyor: İnternet küresel bir köy. Yurtdışındaki videoları da izleyebiliyoruz. Kendinizi de izletebiliyorsunuz. Dünya aslında teknolojinin büyümesiyle küçüldü. Bunu unutmamız gerekiyor. Bu akım videolarının çıkması da zaten bu yüzden.
İnsanlar, farklı olabilmek, başkalarından ön plana çıkabilmek için yapıyor bunu. Genellikle de ailesiyle yaşadığı sorunları kendi içerisinde büyüten, toplum tarafından ezilen hor görülenler sosyal medyada kendini var edebilme arzusu taşıyor. Burada psikoloji devreye giriyor. Birey tamamlanamadığı için kendini var edemiyor. Bunun yanında ekonomik sorunlar ve ailevi problemler yaşayan birey akım videolarından etkilenip “Ben de bunu yapabilirim” diyor; böylece kendi bu akım ile sosyal medyada var ediyor. Etrafında, sosyal çevresinde, ailesinde yalnız kalan birey narsisizmin doruklarına ulaşmış oluyor. Kendini beğenme, ön plana çıkarma duygusu oluşuyor. Sosyal medyada kitlesel iletişimden bireysel iletişime geçildiği için egoizm de tavan yapıyor.
Kısa yoldan anlık şöhrete kavuşan bireyler daha sonra aynı popülerliği kazanmak için her akımı gerçekleştirmeye çalışıyor. Çünkü tatmin olmuyor. Her yeni akım öncekini öldürüyor. Yeni fenomen bir öncekini unutturuyor. Sosyal medya insanlarda afyon diye tabir ettiğimiz uyuşturucu etkisi yaptı. Bağımlılık oluşturdu. Kitle iletişim araçlarının çoğu ABD merkezli olduğu için kültürel bir yozlaşma söz konusu oldu. Kültür zehirlenmesine uğradık. Bu da zamanla genetik kodlarımızı değiştiriyor. Kodlarımızla oynanıyor. Yani sinir uçlarımızla oynanıyor. Yüzümüzü, sesimizi, parmak izimizi tanıyan bir yapı var. Özelimiz kalmadı. Mahremiyetimizden ödün vermeye başladık bu yeni yapıyla... Sosyal medyanın sahiplik yapılarına baktığımızda zaten ABD ön plana çıkıyor. Haliyle o kültür bize aktarılıyor. Bunun altında kalıyoruz. Toplum olarak çok fazla sosyal medya bağımlısı olduk. Şu an Türkiye’de 51 milyon aktif sosyal medya kullanıcısı var. Yetişkin nüfusun yüzde 98’i ise cep telefonuna sahip. Bu çok önemli bir oran. Geçmişteki teknolojik uçurum artık kalmadı. Dijital yerliler ve dijital göçmenler şeklinde nitelendirilen iki kavram vardı. Dijital yerliler teknolojinin tam merkezinde doğmuş, dijital göçmenler ise sonradan teknolojiye sonradan dahil olmuştu. Günümüzde dijital göçmenler azaldı, dijital yerliler ise arttı. O büyük uçurum hali hazırda söz konusu değil. Artık herkes teknolojinin göbeğine dünyaya geliyor ve tekno vatandaş halini alıyor. Aslında vatandaş gibi görünen ama köleliğe doğru giden bir durum söz konusu. İşte bu durum bizlerin tekno-köle durumuna getirdi. Bu akımların gerçekleştirenlerin hemen hemen hepsi teknolojinin kölesi olan insanlar… İnsanlar aslında bunu zararlarını biliyor; ama ne yazık ki haz gözlerini boyuyor. Tek çözüm yolu doğru eğitim ve elbette dijital okuryazarlık bilincinin aşılanması…