Eline kalem alanın roman, hikâye yazabildiği, matematiğini çözenin kurmaca ile bestseller raflarında yükseldiği bir zamanda kelimelerden yol alıp belleğin derinliklerine inmek hele de bunu tevhidi bir bakışla, tasavvufi bir dil ve derinlikle yapabilmek her kişinin kârı değil. Yüzünü Herkesten Saklar Gibi ile Leyla İpekçi, yazar kahramanı Nida Türker’in dışarıdan bakıldığında hastalıklı bir hâl gibi görünen oysa onun kurguladığı dünya ile gerçek hayat arasında geçişkenlik kurarak asıl Yaratıcıya giden arayışına ortak ediyor okuru. En yakınları ve eşi yıllardır kendinden geçercesine yazarken yaşadığı zihinsel yorgunluğun Nida’nın hafıza kaybı yaşamasına yol açtığını düşünse de Nida bir’e gitmek, bir’i bulmak için çabalamaktadır. Bu yüzden bütün o kurmaca dünyada olup bitenleri de bu bulmacayı tamamlayacak işaretler olarak okur. Nida’nın kendi cümleleri ile “Yaşamadan yazılmaz. Yazılırken zaten yaşanmaktadır!Her kelimenin içinde anlam, her anlamın içinde ses, her sesin içinde nefes, içinde bir nefes… Sevenlere kara delik olur, iki gözün ortasından içeri dalarsın. Yüzünde kendi saklanır. Tevhid okurken her yüzde bir salavatlarsın. Duvağını kaldırınca… Okur yazarsın!” diye özetlemek mümkün bütün olup bitenleri. Tam da bu yüzden insanların Nida’da gariplik gibi gördüğü şey ondaki sırrın açığa çıkışıdır: “Alemde bir kıpırtı dahi emir üzere. Başıboş tek zerre yok. Bundan işte yaşadıklarımı yazıyorum. Ya da yazdıklarımı yaşıyorum.”
Bundan dolayı da Nida bazen roman kahramanları ile karşılaşır; tanıdığı bildiği insanlar, hatta eşi roman kahramanıyla yer değiştirir ve onlarla konuşur halleşir, bazen sırlarla dolu bir Amerikalı ile. Tedavi için gittiği doktor bile satırları arasından çıkıp gelmiştir. Bu karmaşa aile fertlerini yorsa da Nida, kendi hikâyesi içinde ilerlemeye devam eder. Tevhid arayışı içinde en önemli mücadelesi nefs terbiyesidir Nida’nın, hep bundan söz eder, kahramanlarına bunu salık verir: “Bizi birbirimizin katili kılmayan yegâne savaş insanın benliğiyle savaşı. Elan çarpışıyorum, nefsimi devireceğim, daha zafer kazanamadım. Sonra onun yüzü açılacak ve işte gerçek; Sizler zorbamın helakime sebep olduğunu sanırken o beni öyle bir derde müptela etmiş olacak ki, başka hediye yok, anlayacaksınız.” Terapisti Engin Dinç’e verdiği tokat gibi cevap da bu bahistendir: “İnsanın hayatta yapacağı en yararlı iş, canındaki sırra yüzü mosmor varmak. Nereden düştüğünüzü bilmek lâzım. Sadece sizin benlik zaaflarınızı saysak iki haftada hepsi su yüzüne bile çıkmaz; kıskançlık, haset, riya, kibir, şehvet, gazap… Bunlardan kurtulmak için size de bana da bir dönüştürücü lâzım. Nefsini terbiyeden geçirmeyen bir terapist kime kendini bildirir de aslına döndürebilir?” Terapist Engin Dinç’in şahsında türedi ‘şifalanma’ sektörüne de itirazını dillendirir.
Boğaziçi ve Anadolu Hisarı’nı adımlarız roman boyunca, Nida’nın dünyası orada şekillenmiştir, rüyalarının arka fonu hep Hisar’dır. İzini sürdüğü Sandalcı’yı Hisar ve Küçüksu arasında arar. Boğaziçi Köprüsü, Hisar, halatından kopan Türk bayrağı güçlü imgeler olarak sık sık karşımıza çıkar. Roman gün gün ilerlese de Nida için asıl izlek kahramanlarının dünyası üzerinden bir yapbozun parçaları gibi hakikati tamamlama çabasıdır.
Roman bir yanıyla Nida’nın bakış açısıyla ülke gündemine ve güncel birçok konuya dair tespit, yorum ve değerlendirmeler de içerir. Yakın tarih, özelde de 15 Temmuz için söyleyecek sözleri vardır yazarın.“Bu dijital nesil için savaşlar ekranda başlayıp bitiyor. Vatanı savunmak gerektiğinde ellerine tablet almaları işe yaramayacak. Bazen barışçıl bir kalem tutmakla yetinmek de savaş oyunu oynamak da gerçeğe değmiyor. Kılıç tutmasını bilmeyen dijital çocuklar devlet muhalifi olarak direnirler ama onlardan vatan için bir direniş mangası da kurulamıyor. Yaşıtları işgalci tanklara atarken ya da tankın altına yatarken onlar sanal alemlerde bildirimler atarak ikonlarla direniyorlar!”
Bu ülke üzerine planlar yapıp tuzaklar kuranları ‘Bin parmaklı el’ diye tanımlar Nida. Hafıza kaybı yaşadığını düşünenlerin aksine zihni hem çok berrak hem de görünenin ardındakini görecek kadar açıktır ve ferasetle bakabilmektir: “Beyoğlu, Samatya gibi semtlerde halkın linç edilme tehlikesi geçirdiği günün sabahında yerler elbise ve kumaş toplarıyla, halılar, peruklar, oyuncaklarla, yeni yeni ülkeye giren dağılmış dikiş makinaları, ters dönmüş otomobillerle kaplanmıştı. Yıllar sonra yine savaş uçakları ve tanklarla orduyu bir gecede darbeye kaldırıp harekete geçirecek olan yine aynı eldi. Bin parmaklı el.”
Bunca zaman neden ve nasıl kandırıldığımızı ise tane tane anlatıyor Nida: “Duyguların da tıpkı davranışların gibi yönetiliyor Refik Abi. Bir talimatla beyazperdeyi indiriyor azmettiricin. Bir talimatla tiyatro seyrettiriyor. Öfkedeki şefkati, korkudaki arzuyu, merhametteki acımasızlığı ortadan kaldıran hazırlop senaryolarla besleniyorsun. Haber alma hakkın gasp ediliyor. ‘İyi’ adamla ‘kötü’ adamı fasulyenin kılçığını ayıklar gibi ayırıyor algı tasarımlarıyla birbirinden. Sonra da ‘kötü’ adamı semt pazarlarında, hastanelerde, okullarda tepeden vurduruyor sana. Senin meclisini sana bombalattı. Senin komşunu sana yağmalattı. Zalim de sensin mazlum da. Uyan da kaymasın artık ayağın bu köprüden.
Dedikodularla yetindin, meraksız kaldın, kandırılman kolay oldu, uyanamadın. Şarkılarla, türkülerle uygarca muhalefet ettiğini sanırken… Seni sürükleyerek elindeki meşalelerle devlet binasını yakmaya götürdü azmettiricin. Tam halkının üzerine bomba yağdıranlara direniş uygulayacağın anda ise ‘savaşa karşıyız’ sloganlarını attırarak insan hakları dernekleri için sana imza toplattı. Muhalif sanatçı olman karşılığında senin imtiyazlarını korudu. Nefretinden fonlandın. Kaldır benliğin perdesini. Nefretine yuvalanmış azmettiricin. Hep ona çalıştın. Eğer böyle tutuşturmaya devam edersen, senin nefesinle harlanacak yeni nefret salkımları.”
Sadece bir roman demek ilmek ilmek işlenmiş anlatısına, anlam ve felsefi derinliğine haksızlık olur Yüzünü Herkesten Saklar Gibi’nin… Okuyun ve kelimenin hakiki anlamı ile şifalanın!