Ünlü hikâyeci Mustafa Kutlu, yıllardır sürdürdüğü ‘Her yıl bir kitap çıkarma’ geleneğine 2023’te de uydu ve “Kendini Aş Haddini Aşma” adlı yeni deneme kitabıyla okurunu sevindirdi. Kutlu, okuru tarafından gerçek anlamda sevilen bir yazar. 50 yıldır yazdığı her hikâyeyi dergilerden takip eden, kitabı basılır basılmaz ilk ay içinde alıp okuyan büyük ve seçkin bir okur kitlesi bulunuyor. Mustafa Kutlu, edebiyat eleştirmenlerince Türk edebiyatının yaşayan en seçkin ve belki en önemli hikâye yazarı kabul ediliyor.
Özellikle “Uzun Hikâye” adlı kitabının ünlü yönetmen Osman Sınav tarafından 2012’de filme uyarlanmasından sonra çok daha geniş bir okura ulaştı Kutlu. Kenan İmirzalıoğlu, Tuğçe Kazaz ve Mustafa Alabora’nın başrollerde oynadığı muhteşem film, Mustafa Kutlu’nun hemen bütün yazdıklarının filme alınması gerektiğini de düşündürdü okurlarına. Çünkü sinema gibi güçlü bir sanat, böylesi büyük bir yazarın mesajının okuyan okumayan bütün toplum kesimlerine ulaşmasını çok daha kolaylaştıracaktır.
Bütün büyük yazarlar gibi Mustafa Kutlu’yu da büyük yapan ilk donanım, üstün yeteneği ve dile hâkimiyetinden sonra insanı ve toplumu çok iyi tanıyor olmasıdır. Hemen söylemek isterim ki Kutlu, sadece tanımıyor; aynı zamanda içten ve karşılıksız seviyor. İnsanı ve toplumuyla, tabiatı ve kültürüyle, tarihi ve bugünüyle Türkiye’yi ve Türk milletini merhametli bir nahiflikle, içtenlik ve coşkuyla seviyor. “Vatan” adlı yazısında “Vatan sevgilidir” demiş bir vatanseverdir.
Bundan daha önemli olansa bir yazar olarak Kutlu’nun Türkçeyi bütün zenginliğiyle tanıyor; biliyor oluşudur. Yunus Emre’den günümüze Türk edebiyatının seçkin eserlerinin iyi bir okuru olan Mustafa Kutlu, çok uzun yıllar boyu 8 ciltlik “Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi”nin yayınını da yönetmiştir. Erzurum Edebiyat Fakültesi mezunu olduğunu ve bir süre öğretmenlik yaptığını da hatırlatmalıyım.
Öte yandan bu büyük tecrübe ve birikim, Mustafa Kutlu’nun eserlerinde “ham bir malzeme” veya “bilgi yığını” olarak asla karşımıza çıkmaz. O, adeta her şeyi okuyup unuttuktan sonra, son derece açık, yalın, çarpıcı, içten gelen bir doğallıkla yazmaktadır. Şiir sanatındaki sehl-i mümteni (kolayca söylenmiş gibi görünen güçlü anlatım ve derin anlam) sanatı, Kutlu’nun hem hikâyelerinde hem denemelerindeki kısa cümlelerinde sıkça çıkar karşımıza.
Olayların ve mekânların aktarımı o kadar canlı, kişiler öylesine gerçektir ki Türkiye’nin her şehrinden okuyucular, anlatılanların kendi şehrinde ve kendi semtinde geçtiğini düşünebilirler. Hatta hikâyede anlatılanın kendi hikâyesi olduğunu düşünen çok sayıda okurla karşılaşmanız mümkündür.
Benim kuşağımdan her vatansever genç, ilk kez 1979’da basılan “Yokuşa Akan Sular” kitabındaki “Dava Delisi Kerim” tiplemesinde kendisinin anlatıldığını düşünürdü. Sonra “Yoksulluk İçimizde”, “Ya Tahammül Ya Sefer”, ardından “Bu Böyledir” geldi. Bu ‘Mustafa Kutlu klasiklerinin’ altın vuruşu ve belki zirvesi ise 1990’da okurla buluşan “Sır” kitabıydı. Bir buğday tanesinde bütün bir insanın; bir su değirmeninde bütün bir dünyanın sırrını bulanların; ve aşkla yeniden “yeşil ekine yel düşmüş gibi yola düşenlerin” hikâyesiydi Sır.
80’ler ve 90’lar Türk hikâyeciliğinde Mustafa Kutlu çağıydı adeta. 2000’deki ilk ‘uzun hikâye’ türündeki kitabı ise Kutlu hikâyeciliğinde yeni bir dönem başlattı. Bu tarihten sonra artık iç içe geçen halkalar gibi örülmüş, aynı gerçekliğin olayın içindeki bir diğer kahramanın gözünden anlatıldığı ve kitaptaki hikâyelerin hepsi birden okunduğunda bir tür roman bütünlüğü oluşturan kitaplar yerine, tek ve uzunca bir hikâyenin yer aldığı kitaplar geldi. Peş peşe ve her yıl bir tane! Kitaplarını kiraz mevsimine denk getirmeye de özen gösterir; “bir kilo kiraz fiyatıyla bir kitabın fiyatının aynı olmasının” hayatın akışına uygun olacağını düşünür.
Filme alınmaya neredeyse hazır ve sinematografik bu yazışta Kutlu’nun resim yeteneğinin (aynı zamanda ressamdır) de katkısı olduğu da söylenebilir.
Mustafa Kutlu bu kurguyla gerçeğin örtüşmesi durumunu çokça tecrübe etmiş olmalıdır ki “Kambur Hafız ve Minare” adlı hikâyesinde doğrudan bu temayı ele alır. Hikâyede, anlatılanların kendi özel hayatı olduğunu düşünen bir okur, İstanbul’a gelip Mustafa Kutlu’yu bularak tartışır ve ondan ısrarla hikâyesindeki “kötü son”u değiştirmesini ister. Yazar, yeni baskıda son’u değiştirmeye söz verir. Fakat hikâye, bu söz veriş sebebiyle öyle sürpriz bir biçimde sona erer ki birden başa dönüp metni yeniden okuma ihtiyacı duyarsınız!
Bu, her şeyden önce yazarın hayatla ve toplumla iç içeliğini de gösteren, toplum ve insan gerçeğini adeta nabzından tutmuş gibi doğru tespit etme başarısıdır.
Daha önce İstanbul özelindeki denemelerini “Şehir Mektupları” adıyla yayınlamış olan Kutlu, ikinci deneme kitabı “Akasya ve Mandolin” ile sosyal ve kültürel hayatımızın yaşadığı büyük ve kaçınılmaz çalkantıyı tasvir ederek çıkış yolları arıyor; öneriyordu.
Serinin üçüncü kitabı Kendini Aş Haddini Aşma ise belki de 40 yıldır bütün denemelerinde söylediklerinin özü ve özeti bir eser. Çılgın tüketim toplumunun, vahşi kapitalizmin, gökdelenlere boğulan şehirlerin, insanın ve tabiatın ölümcül tahribatının karşısında “Durun ve geri dönün” diye feryat eden yazılardan oluşuyor. Tabiata dönüşü, insanın kendine dönüşüyle, onu da insanın kendini bilmesiyle eş zamanlı ve eş anlamlı olarak ele alıyor Kutlu.
Yazıyı, Kutlu’nun cümleleriyle bitirelim:
“Vatan Mevlit’tir, Itrî’nin tekbiridir, ezandır, minare ve kubbedir, sebildir. Vatan ilahidir, türküdür…
Vatan Yunus’tur. Yunus Emre’dir, neden, çünkü vatan onun yokluğunda yerine koyacak bir şey bulamamaktır. Vatan dayanışma, paylaşma, adalet, şefkat, merhamet ve fazilettir. Vatana gösterilecek muamele hürmet-hizmet ve merhamettir. Vatan ahlâktır. Vatan tevazu ve kahramanlıktır…
Vatan Selimiye’dir, Hacı Ârif Bey’dir, Mevlana’dır. Vatan Ayasofya, Hacı Bayram, Ak Şemseddin, Eyüp Sultan ve Hacı Bektaş’tır.
Vatan davul-zurnadır.
Vatan baş-bar, halay ve toprağa vurulan dizin izidir.”
Ben de içimden diyorum ki ki vatan, biraz da Mustafa Kutlu’dur, vatan Sır’dır ve Bu Böyledir!