
Gaziantep'te Hasan Kalyoncu Üniversitesi'nde 'Çağın Meydan Okumaları Karşısında Ahlak ve Din' başlığıyla başlayan 6. Ahlak Şurası Türkiye Yazarlar Birliği, İslâm Düşünce Enstitüsü ve Hasan Kalyoncu Üniversitesi İslâm Medeniyeti Uygulama ve Araştırma Merkezi ortaklığında gerçekleşti. Birbirinden farklı disiplinlerden akademisyenlerin konuşmaları neticesinde hazırlanan sonuç bildirgesinde yaşanan ahlak krizine karşı "tüm meselelerin bir çözüme kavuşabilmesi, çözümlerin anlamlı olabilmesi ve insana dair sorumlulukların idrak edilebilmesi için tüm insanlar Gazze’deki vahşete asaletle karşı durmalıdır" vurgusu yapıldı. İslam Düşünce Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez bir sonraki şuranın insanın ve insanlığı ahlak-mahremiyet ilişkisini yok eden ve adeta soykırım aracına dönüşen yapay zeka meselesinden yola çıkarak 'Yapay Zeka İnsan ve Ahlakın Geleceği' başlığıyla gerçekeleşeceğini ilan etti.
Ahlak ve namus kavramları karşısında oluşan tartışamaların merkezine kadının konulması kadınlar ve gençler nazarında bir din yorgunluğuna sebep olduğu sonucu paylaşıldı. Şuranın konuşulan başlıklarıyla ortaya çıkan temel bildirinin ancak ve ancak sivil toplum, entelektüeller ve devlet iş birliği ile mümkün olacağının altı çizildi.
Cinsiyetsizleştirme projesinden ahlaki çöküşe
Şûrada özellikle fıtratından uzaklaşan insan; dinden ve hayattan kopmak suretiyle sadece akademik bir söylem alanına hapsolan ahlâk; cinsiyetsizleştirme projeleri, ahlâktan kopan uluslararası siyaset; sadece kârı düşünerek kendisini yapılandıran ekonomik anlayış; haz, konfor ve tüketim sarmalına sıkıştırılan toplum; herhangi ahlâkî bir değer üretemeyen mekân ile her geçen gün çözülmeye yüz tutan aile meseleleri derinlemesine ele alındı. Önemine binaen açılış panelinde dijitalleşmeden kaynaklanan ahlâkî meydan okumalar üzerinde duruldu.
Dijitalleşme karşısında haya ile yeniden bir diriliş mümkün mü?
Dijital ekran uygarlığında görsel idrakin egemenliğinin insanı ne tür bir idrak ölümüyle karşı karşıya bıraktığı, görme biçimlerini nasıl değiştirdiği, bilgi ve düşünce toplumunu bir görüntü ve gösteriş toplumuna nasıl dönüştürdüğü soruları üzerinde durulmuş ve İslâm’ın sunduğu hayâ ahlâkıyla yeni bir dirilişin imkanları ele alınmıştır. Bu meseleleri konuşmaya başlamak için, öncelikle iki yıla yakındır bütün insanlığın en büyük ahlâk ve vicdan imtihanına tabi tutulduğu Gazze üzerinden kendisini muhasebeye çekmesi gerektiği vurgulanmıştır.
2009 yılında Ahlâk Şûrası geleneğini başlatan ve geçen yıl vefat eden D. Mehmet Doğan’ın aziz hâtırasına ithaf edilen VI. Ahlâk Şûrasında şu neticelere varılmıştır:
Ahlak krizinin yayılmasının sebeleri: Modern dünya ve tekelleşen dijitalleşme
Aydınlanmayla sekülerleşen Batı düşüncesi ve tecrübesi, postmodern çağda haz ve tüketimi merkeze alan bir dünya görüşüne evrilmiş; bu süreç, küreselleşme ve dijitalleşmenin etkisiyle tüm toplumları kuşatmıştır. Bireycilik, haz ve tüketim kültürü, insanın manevî yönünü gölgede bırakırken; kötülük daha görünür ve bulaşıcı hale gelmiştir. Modern bilim ve teknolojinin tekelleşmesi söz konusu ahlâk krizinin dünyanın tamamına yayılmasına sebebiyet vermiştir. Bu krizin kökeninde ahlâkın temelini oluşturan metafizikten mahrumiyet vardır. Yaratıcının merkezden çıkarıldığı, ahlâkî ilke ve fazîletlerin göreceliğe teslim edildiği bir dünyada, çözüm değil krizlerin ve zulmün üretilmekte olduğu artık fark edilmelidir.
Ahlak bir beka meselesi olarak görülmeli
İslâm’ın tüm meydan okumalara cevap üretebilecek bir ahlâk özüne ve güçlü bir metafizik kaynağa sahip olmasına rağmen, İslâm dünyasında da gaye, anlam ve ahlâk krizinin yaşandığı bir gerçektir. Bu kriz, Müslüman ilim adamları ve mütefekkirler tarafından sahici ve kuşatıcı bir ahlâk sistemi geliştirilememesiyle daha da derinleşmektedir. Ahlâkı yalnızca kelam, fıkıh ya da tasavvufun bir alt başlığı olarak değil; bu ilimlerin merkezine yerleşmiş kurucu yapı taşı olarak düşünmek gerekir. Ahlâk, hayatın, fıtratın, dinin ve ilmin merkezinde yeniden konumlandırılmalıdır. Sadece bir bilgi alanı, bir davranış normu değil, Müslümanlar için varoluşsal kabul edilmeli, yalnızca bir kemal meselesi değil, bir beka olarak görülmelidir.
Ahlaki krizin gerçekçekçi çözüm: Sivil toplum, entelektüeller ve devlet iş birliği
Ahlâk krizi söylemi hemen her dönemde siyasallaştırılmış ve siyasi kavgaların aracı haline gelmiştir. Bu nedenle ahlâkî durumun gerçekçi bir resmi çekilmek yerine, kendi pozisyonunu besleyici, karşıt görüşü de eleştirmeye imkân verici tavırlar benimsenmiştir. Siyasi ideolojilerden ayrıştırılmadığı sürece ahlâk krizinin gerçekçi bir analizini yapmak mümkün değildir. Osmanlı son döneminde de bugün de hâlâ gördüğümüz ve belki de bu coğrafyanın kaderi olan seküler-dindar çatışması, ahlâk krizine dair tartışmaları yoldan çıkarıcı niteliktedir. Her iki cephenin de endişeleri, hassasiyetleri, ümitleri, hedefleri, siyasî-ahlâkî-hukukî her tartışmanın seyrini etkilemektedir. Artık her iki tarafın da niceliksel çoğunluğuna güvenemeyeceği bir sayısal güce sahip olduğu düşünülmeli ve bunu çatışma alanından çıkarıp kolektif bir hareket biçimine çevirmenin yolları üzerinde emek verilmelidir. Söz konusu hassasiyete sahip bir vizyonla sivil toplum, entelektüeller ve devlet iş birliği yaralara çare olabilecektir.
'Dini yapıların ahlâkî ikiyüzlülük ve istismara yol açtığı' yorumunun dine de ahlâka da faydası yoktur"
Zaman zaman ahlâk krizi ısrarla dinle ilişkilendirilmektedir. Bu, “ahlâk krizinin esas sebebinin dinden uzaklaşması olduğu” şeklinde dini yüceltici veya “dinî yapıların ahlâkî ikiyüzlülük ve istismara yol açtığı” şeklindeki dini eleştirici tarzdadır. Meseleyi böyle bir ikileme sokmanın dine de ahlâka da bir faydası yoktur. Artık ahlâk meselesinin dinî/ilmî/felsefî/hukukî bir zeminde bütünlük içinde değerlendirilmesi daha doğru görünmektedir.
İman, ibadet ve ahlâk boyutlarının yeniden inşası
Binaenaleyh yeni bir ilm-i ahlâk inşasının, İslam düşüncesinde metaetik ve fenomenoloji temelli bir yaklaşımı gerektirdiği; iman, ibadet ve ahlâk boyutlarını bütüncül bir anlayışla yeniden inşasını zaruri kıldığı; İslam düşüncesinin klasik disiplinleriyle modern bilgi alanlarını bütünleştiren disiplinler arası bir paradigma geliştirmesi ve meseleleri sadece makro ölçüde değil, mikro ölçüde de anlamlandırmaya ve çözmeye ilişkin kapasiteye sahip olması gerektiği üzerinde düşünülmelidir.
Ailenin ve toplumun istikbal ve istiklal meselesi: Cinsiyetin ve haysiyetin korunması
Cinsiyetin ve haysiyetin korunması; insanın mahremiyetine, bedenine ve fıtratına hürmetin ayrılmaz parçasıdır. Bu saygı, insanlığın bekası için zaruridir. İnsanın cinsel arzu, güdü ve dürtüler üzerinden tanımlanması ve bu mahut tanımın bir kimliğe dönüştürülmesi, bu kimliğin bir ideolojiye dönüşerek bilimi, hukuku, sanatı, medyayı hatta dini baskılayan bir meydan okumaya dönüşmesi asla kabul edilemez. Bu konu sadece ahlâkî bir mesele olarak değil, insanın, ailenin ve toplumun istikbal ve istiklal meselesi olarak ele alınmalı ve bu konuda topyekun mücadele verilmelidir.
Ahlaki tartışmaların sadece kadın ve namus üzerine yürütülmesi
Çoğu zaman bütün dinî ve ahlâkî tartışmaların sadece kadın, namus ve mahremiyet üzerinden yürütülmesi pek çok yanlışı içermektedir. Bu husus, kadınlar ve gençler nazarında bir din yorgunluğuna sebep olmaktadır. Dışlayıcı, suçlayıcı, yok sayıcı, çağın hâkim söylemleri ve meydan okumalarını ciddiyet ve hassasiyetle dikkate almayıp onları yok sayıcı bir tavrın geleceği yoktur. Dinlemenin, dikkate almanın ama gerekçelendirerek cevap ve alternatifler sunmanın çok daha doğru bir tavır olacağı unutulmamalıdır.
İnsanlık için beka: Sevgi ve rahmet yasası olarak yeniden ele alınmalı
Ülkemizde bu yılın aileye dair meselelerin daha da önemsenmesine vesile olabilmek üzere aile yılı ilan edilmesi önemlidir. Aile müessesesinin bir varlık yasası, insanlık için beka yasası, insanların birbirini tamamladığı kemal yasası, sevgi ve rahmet yasası olarak yeniden ele alınması bir zorunluluk arz etmektedir.
Algoritmalarla normalleşen kriz karşısında 'Hilal Duvarı' gibi dijital savunma sistemi
Modern çağda kötülük, her vesileyle “normal” ve “gerekiyormuş” gibi sunulmakta; medya, sermaye ve ideolojiler eliyle yaygınlaştırılmakta ve meşrulaştırılmaktadır. Bilgeliğin bilgiye, bilginin malumata indirgendiği; gücün algoritmalarla belirlendiği bir çağda, tefekkürün ve muhakemenin yerini sadece kör bir itaat alabilir. Bu nedenle dijital dünyanın doğurduğu ahlâk sorunlarına karşı şuurlu, eleştirel ve ahlâk merkezli insanî bir varoluş hali kaçınılmazdır. “Hilal Duvarı” gibi dijital savunma sistemleriyle bilgi ve görüntü akışını düzenlemek; yüksek strateji merkezleriyle bu çabaları koordine etmek; sadece İslam âlemi için değil, insanlık için belirecek umut ışığı adına zaruri görünmektedir. Adaletin ikamesi, eşitliğin yaygınlaştırılması ve bireysel yeteneklerin terbiye edilmesi ve bilgi ile donatılması ahlâkî krizleri asgari düzeye indirmeye imkân hazırlamaktadır.
İktisadi düzende kar etme arzusu büyük sefalet ve sömürüye kapı aralıyor
Küresel iktisadî düzen, zenginliği elinde bulunduran toplumlarda duyarsızlığa; sömürüye maruz kalan toplumlarda ise ahlâkî düşkünlüğe yol açmaktadır. Her geçen gün kendisini tahkim eden uluslararası siyasete nizamat veren bu düzenin ahlâkîliği her vesileyle sorgulanmalıdır. Sadece kâr elde etme, onu maksimize etme hırsıyla inşa olunan ekonomik sistemlerin dünyanın farklı yerlerinde büyük sefaletlere ve sömürüye sebep olduğu her türlü izahtan varestedir.
Yapı ahlak ilişkisi ve şehir ıslahı
Megakentlerin kuruluşunda şehirleşme, mimari, mekân, ahlâk ilişkisi gittikçe daha büyük önem arz etmekte ve tüm ilişkileri ciddi şekilde etkilemektedir. Evler, sokaklar, caddeler, binalar ve şehirler insan-tabiat, insan-insan ve insan-toplum ilişkisini yeniden ahlâk temelinde kuracak şekilde tanımlanmalıdır. Adil ve merhametli şehirler; tesanüdü esas alan mahalleler; huzurlu ve mutlu aileler ancak güçlü ahlâkî ilke ve ilişkilerle kurulabilir, yaşatılabilir. Şehir inşasında ve şehir ıslahı projelerinde bu konu üzerinde ehemmiyetle durulmalıdır.
Yapay zekanın ahlaki normları hükmsüz bırakma ihtimali
İnsanlığın geleceğini etkisi altına alacağı anlaşılan yapay zekâ teknolojisinin doğuracağı problemlerin insan, fıtrat ve ahlâk ekseninde ele alınması bir zorunluluk arz etmektedir. Yapay zekâ ile pekişen dijital dünya düzeninin ahlâkî normların birçoğunu hükümsüz bırakma ihtimali vardır. Buradan hareketle VII. Ahlâk Şûrasının “Yapay Zekâ, Dijitalleşme, Ahlâk ve İnsanlığın Geleceği” başlığı altında yapılması kararlaştırılmıştır.
Şûralarda konuşulan tüm meselelerin bir çözüme kavuşabilmesi, çözümlerin anlamlı olabilmesi ve insana dair sorumlulukların idrak edilebilmesi için tüm insanlar Gazze’deki vahşete asaletle karşı durmalıdır.