İnsan yeryüzünün halifesi ve yaratılmışların en üstünü olup, üstün meziyetleri ve çirkinlikleri kendisinde barındırabilen, melekler seviyesine yükselmeye veya hayvanlardan daha aşağı bir duruma alçalmaya yatkın bir varlıktır. İyilik ve ibadetiyle yücelen, kabul gören, kötülük ve isyanı ile de alçalan, şükür ile inkârın, sevap ile günahın, nimet ile nankörlüğün belirlenmesine zemin hazırlayan bir varlıktır.
İnsan Kur’an’da, “Ya eyyuhel insanu!” Ey insan! Diye ilâhi mesaja muhatap olmuş yaratılışı ile mucize olup, bütün zaaf ve aczine karşı ilâhi kudrete kafa tutacak kadar da şaşkın bir varlıktır. Ayette şöyle buyrulmaktadır: “Gerçekten biz Âdemoğullarını şerefli kıldık, onlara karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar lütfettik, onları temiz ve hoş nimetlerle rızıklandırdık ve onları yarattığımız varlıkların birçoğundan üstün kıldık.” (İsrâ, 70)
İnsanın üstünlüğü Allah’ın ona kendi ruhundan üflemesidir. Buna binaen insana böbürlenmenin (kibirlenmenin) yakışmayacağını, yeryüzünde bu şekilde yürümesi ayette nehyedilmektedir (yasaklanmaktadır): ““Kibirlenerek insanlardan yüzünü çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü Allah, kibirle kasılan, kendini beğenmiş, çokça övünüp duran hiç kimseyi sevmez.” (Lokman, 18)
İslâm’a göre insan günahsız ve tertemiz olarak doğar. Daha sonra fiiliyatı ile günah işlerse günahkâr sayılır. Hiçbir aracıya gerek kalmadan tövbe ile günahı affedilebilir. Kimse kimsenin günahını yüklenmez. Bu durum ayette şöyle beyan edilmektedir: “Gerçekten hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenemez.” (Necm, 38)
Azgınlıkları yüzünden helâk edilen kavimlerin başına gelenleri haber vererek gerekli uyarı yapıldıktan sonra, insanın azmasına sebep olan kendini beğenmişlik duygularından gelen başka zaaflarına dikkat çekilmektedir. Yüce yaratıcı, hikmeti gereği insanı bol nimete kavuşturduğunda o, bu nimetlerle bir sınamadan geçirildiğini, bunların bir hikmetle kendisine verildiğini düşünerek şükrünü yerine getirmesi gerekirken, bunu aklından bile geçirmez; sahip olduğu nimetlerden başkalarını yararlandırarak onların da bu mutluluğa ortak olmaları yönünde bir gayret göstermez. Ancak aynı insan rızkında bir daralma meydana geldiğinde bunun bir imtihan gereği yahut kendi kusurunun, çalışma ve gayretteki noksanlığının bir neticesi olabileceğini düşünerek sabretmesi ve kusurlarını gidermesi gerekirken o, kendisinin Allah tarafından göz ardı edildiği ve haksızlığa uğradığı iddiasında bulunma anlamına gelebilecek davranışlar içine girip isyan etmeye başlar.
Hristiyanlığa göre insan (Âdem) günahı işlemeden önce iyi ve kutsaldı. Çünkü Âdem tanrının dostu olarak yaratılmış, O’nun inayetine mazhar olmuştu.
Günahtan sonra ise aslî iyiliğini kaybetmiş, günah onun mirası olmuş ve bütün kötü arzularının temelini teşkil etmiştir. Böylece insanın iradesi Allah’tan uzaklaşmış bulunmaktadır. Bununla beraber reformcuların ileri sürdüğü gibi insan tabiatı tamamen bozulmamıştır. Ne var ki insanın zihnine, daha önce fıtratında bulunan ve tabii olanla tabiatüstü gerçeği ayırmaya yarayan sezgiyi önleyecek bir perde inmiş ve insan iradesi önceki hassas mahiyetini kaybetmiştir. Bütünüyle bozulmuş olmamakla birlikte günahtan kurtulamayan insanda iyilik ve kötülük yan yanadır. Vaftiz, aslî günahı ve işlenen günlük günahları giderir.
Değiştirilmiş ve bozulmuş olan bu günkü Hristiyanlık inancında insanların günahkâr olduğu kabul edilmektedir. Hz. İsa, insanları bu günahtan kurtarmak için dünyaya gelmiş ve Allah’ın oğlu olduğu felsefesi kabul görmektedir.
Allah insanların günahını affettirmek için kendi oğlunu çarmıha gerdirmiştir. İnsanlar Allah’tan hiçbir şey isteyemezler. Ancak rahipler, insanların yerine Allah’a yalvarabilirler, onların günahını affettirebilirler.
Hristiyanlıkta; itiraf sakramenti halk arasında “Günah çıkarma” olarak bilinen, kişinin pişman olması sonunda bir papaza gidip günahlarını itiraf etmesidir. Hristiyanlığa göre; Papa günahsızdır. İnsanlarda ruh ve beden ayrıdır. Ruhu papazlar temizler, beden ise daima günahkârdır.
Yahudiliğe göre insanlık bir tek soydan gelir. Âdem insanlığın birinci atası, Nuh ise ikinci atasıdır. Bu dönemde tanrının insanlar için gönderdiği birtakım kurallar olmuştur. Sayısı yedi olan bu kurallar, Nuh Kanunları adıyla bilinir.
Sina vahyi ile bir kırılma yaşanmış, İsrailoğulları tarih sahnesine çıkmışlar. Böylece insanlık artık Nuhoğulları ve İsrailoğulları kimliklerine ayrılmış, İsrailoğulları’nın karşısında Nuhoğulları artık öteki kimliğini temsil etmeye başlamıştır. Yahudi zihniyetine göre gelecek zamanda Mesih gelip İsrailoğulları’nı dünyada egemen kılacaktır.
Yahudiliğin değiştirilmiş şeklinde insanın bedeni ve ruhu birbirinden ayrıldığına ve ruhun daimi olduğuna inanılmaktadır. Yahudiler kendilerini Yahova dedikleri Tanrının çocukları sayarlar, Yahudi olmayan bütün insanları hayvanlar derecesinde kabul ederler. İnsanlar köle, Yahudiler ise efendi felsefesi hâkimdir.
Yahudilikte; kadın, erkeğin egemenliği altında hayatını sürdürmektedir. Dolayısıyla kadın birçok yönden erkeğe göre daha alt sınıfta değerlendirilmiş ve yaptırımlara maruz kalmıştır. Yahudiliğin dini hukuku; kadınlara (alt sınıf değerlendirmesi) bakımından çeşitli durumlarda farklı davranır.
Bir zamanlar kıbleydi
Ümmet-i Muhammed’e
Yetim olunca ümmet
Kaldı öksüz Kudüs de.
Ağlıyorum şimdi ben
Yalnız kalan Gazze’ye
Soruyorum kendime
Acep ümmet nerede?
Direniyor bak Gazze
Yahudi zalimine
Sarsılmaz iman ile
Şehitler vere vere.
“Gönül vatan”dır Gazze
Dönse de harabeye.
Âbâd olacak bir gün
“Ya Allah” diye diye.
Rabbim, görünmezleri
Gönderiver Gazze’ye
Kavuştur sen zafere
Koy da Bedr’in yerine
Bizlere de nasip et
Uyanmak uykumuzdan
Mahrum bırakma bizi
Mübarek yurdumuzdan.
İsmail Lütfi Çakan