Her milletin geçmişten getirdiği, kimliğini oluşturan özellikleri vardır. Diğer toplumlar karşısında bunları koruyabildikleri oranda hüviyetlerini muhafaza ederler. Bunun yanında derin ormanların içinde yaşayan bazı kabileler vardır. Dış dünyayla hiç irtibatları olmadığı için yüz yıl önce nasılsalar şimdi de aynıdırlar. Lakin bu durum arzulanan bir hal değildir. Asıl olan dış dünyadan kopmadan, yeryüzünün ve diğer milletlerin sunduğu, geliştirdiği nimetlerden istifade etmek ama bunun yanında öz değerleri üzerinde durabilmek, başkalarının etkisi altında eriyip yok olmamaktadır. Dolayısıyla hem dışa açık olmalı hem de kimliğini kaybetmemelidir.
Batılı ülkelere baktığımızda aynı din etrafında oluşmuş olan kültürleri nedeniyle birbirlerine çok benzediklerini görürüz. Hatta bu benzerlik o kadar birbirine yakındır ki, herhangi bir Avrupa ülkesini ziyaret ettiğinizde, diğerlerini merak etmenize gerek yoktur. Üç aşağı beş yukarı hepsi aynıdır. Aynı mimari yapılar, aynı kültür ve gelenekler öne çıkar. Bir takım yöresel farklılıklar kalmış olsa da büyük oranda birbirlerine benzerler. Bu nedenle de batı kültürü dediğimizde, batının ortak olarak geliştirdiği değerleri ve medeniyeti anlarız. Onlar dünyaya yön verdiklerinden kendileri dışındakilerden etkilenmeleri çok azdır. Bilakis herkes onlardan etkilenir.
Bu gerçek yanında, Avrupa ve Amerika’nın dışında kalan güçlü toplumların da değerlerine güçlü bir şekilde sahip çıktıklarını görürüz. Örneğin Çin ile Japonya’ya baktığımızda, batı kültüründen etkilenmelerine rağmen kendi değerlerini canlı tutmaya çalışırlar. Buna rağmen, az veya çok, her toplum baskın olan kültürün etki alanındadır. Nitekim sözünü ettiğimiz Çin ve Japon toplumlarında bile Avrupa ve Amerika’ya ait değerlerin halkı derinden derine etkilemeye başladığını ve özellikle gençlerin kendi geçmişlerinden savrulduğunu söylememiz mümkündür.
Yeryüzündeki genel tabloya baktığımızda ibrenin batıdan ve Amerika’dan yana kaydığı ortadadır. Dünyanın neredeyse tamamı yönünü batıya dönmüştür. En muhafazakâr toplumlarda bile durum böyledir. Hıristiyan olan toplumlar sonuçta aynı inanca sahip olanlarla bütünleştikleri için kendi açılarından fazla bir sorun görmemektedirler. Lakin sorun bizim gibi farklı inanç sistemlerine sahip olan coğrafyalardadır.
Bir taraftan tarih boyunca bizi biz yapan değerler, diğer tarafta bütün iletişim imkanlarıyla toplumumuzu ahtapot gibi kuşatmış olan batının kültürü... İslam coğrafyasında o kadar hızlı bir dönüşüm yaşanmamaktadır ki, her İslam ülkesinin yaşlıları, gençler hakkında birbirlerini anlamakta zorlandıklarından şikâyet etmektedirler. Çünkü bir başkalaşım söz konusudur. Dedenin hayal dünyası, konuştukları ve gençliğinde yaşadıkları ile zamane gençliğinin dünyası çok farklıdır. O yüzden bir araya gelerek on dakika sohbet etmek gençlere işkence gibi gelmektedir. Delikanlının veya genç kızın dünyası cep telefonu, internet, sosyal medya, film yıldızları ve futboldur. Ancak dedesinin bu konularda konuşacak bir malumatının olması bir yana merakı da yoktur.
Sorun sadece ilgi alanlarında değil elbette. Yaşam felsefeleri de çok değişti. Bir gencin hayata bakışıyla bir yaşlınınki hiç de aynı değil. Farklı gezegenlerde yaşıyor gibiler. Doğrusu bu kopuş, bu uzaklaşma ve yabancılaşma bizim kendi öz değerlerimizden kopuşumuzun da bir göstergesidir.
Dünyayla bağımızı keselim, kendi içimize kapanıp değerlerimizi kaybetmeden yaşayalım, demiyoruz. Zaten bu korkaklık ve eziklik alametidir. Mümkün de değildir. Asıl olan dünyaya açık olmak ama bunu yaparken kendi değerleri üzerinde ayakta kalabilmektir. Becerebilmenin yolu da neyin değer neyin değişken olduğunu doğru belirlemek ve genç kuşakları buna göre yetiştirmektir. Tarihi mirası onlara sağlıklı ve çağa uygun bir şekilde aktarabilmektir.
Endişemizin boyutlarını anlatabilmemiz için bazı kıyaslamalar yapmamız sorunumuzun ne kadar büyük olduğunu anlamamıza yardımcı olacaktır. Eskiden “selâmun aleyküm” ifadesini daha fazla duyardık. Artık insanlar özellikle de okumuş kesim bunun yerine diğer selamlama kelimelerini tercih etmektedir. Selam vermek bazı muhitlerde sanki gericilik, modern olamamak gibi algılanıyor. Yemekten önce ve sonrasında elleri yıkamak bizim olmazsa olmaz değerlerimizdendi. Bugün evlerimizde bile fazla uygulanmadığını görmekteyiz.
Geçmişimizle günümüzü karşılaştırabileceğimiz bu tür örnekleri çoğaltmak pekalâ mümkündür. Bu aynı zamanda, bize uzak olan pek çok şeye alıştığımızın da bir delilidir. Nitekim eski kitaplarımızdaki edep bahislerini okuyarak günümüz ile kıyas ettiğimizde hepimiz şaşırıp kalırız. Sanki başka bir alemden bahsediliyormuş gibi gelir. Oysa bizim büyüklerimiz böyleydi. Bu kitaplarda anlatılan şeyler başka gezegendekilerin hayatından bahsetmiyor, dedelerimizin ve ninelerimizin yaşadıklarından ve onların değerlerinden söz ediyor.
Ülkemizdeki duruma baktığımızda endişe etmemizi gerektirecek pek çok neden bulunmakla birlikte ümidi kaybetmek mümine yakışan bir durum değildir. Yitiklerinize üzülürsünüz ama bir silkelenirsiniz ve eskisinden daha güzel bir duruma gelirsiniz. Dolayısıyla her şey kaybettiklerimizin farkına varmaya ve bunları yeniden kazanma hususunda çaba sarf etmeye bağlıdır.
Hz. Peygamber sorumluluk alan herkesi çobana benzetmişti. Bu nedenle bir yerde bir sorumluluk üstlenmiş olan kişi önce neler yapabileceğine bakmalıdır. Baba ise evde yaşatması gereken değerlere, anne ise çocuklara öğretmesi gereken kıymetlere odaklanmalıdır. Aynı şekilde bir iş yerinde patron olan kardeşimiz çalıştırdığı insanlara kendi değerlerimizden neleri kazandırabileceğine, bir din görevlisi ise mahallesindeki müminlere öğretebileceği hususlara yoğunlaşmalıdır. Bir okulda öğretmen ise hocanın karşısında ayak ayak üstüne atılmayacağını ve diğer değerlerimizi belletmelidir. Dolayısıyla herkes bir tarafından tuttuğunda çok da endişe etmemize gerek olmadığını anlarız.
Unutmayalım ki, şer her zaman olmuştur ve olacaktır ancak hak şerre sürekli galebe çalmıştır, çalacaktır. Bize düşen, bunun gerçekleşmesi için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmek ve çabalamaktır. Hz. Peygamber Hacer-i Esved’i bir bezin ortasına koyup her kabileden bir kişiye tutturmuş ve o mübarek taşı olması gereken yere kaldırmıştı. Bizler de sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirerek, taşın altına elimizi koyup yükü beraberce kaldırabiliriz. Böylece sağlıklı bir nesil yetiştirebilir ve ülkemizin daha iyiye gitmesi yönünde katkı sunmuş oluruz. Unutmayalım ki, bunların hepsi ahiret sermayemizi artıran güzel amellerdir.