
Geçmişin ve şimdinin Ramazanını kendi entelektüel haritamıza döktük.
Tuba Kaplan ve Dürdane İsrâ Çınar’ın gecenin sabaha yaklaşan kısmında kalbin açıldığı, duyguların yatıştığı bir dilimde, loş bir ışıkta entelektüel merak ve yaşam deneyimleriyle yoğrulan tecrübeleri paylaştığı mektuplar devam ediyor. Temiz bir sofrada Allah’ın ikramında buluşmak üzere; beden tecrübesi, ruhlarının tekamülü, erkek ve kadın tabiatındaki tezatlık ve yaratıcılığı irdeledikleri derin sohbet Mektuplar- IV kalbe dönüş azığı temennisiyle sizlerle…
Dürdane İsrâ Çınar:
“Beden de Meryem gibidir, hepimizin içinde bir İsa vardır” diyor Hz. Mevlâna, Fîhi Ma Fîh'te. "Meryem, doğumun sancısını hissetmeseydi, bahtiyarlık ağacının altına gitmeyecekti."
Bahtiyarlık ağacı, ayette de anıldığı hâliyle bir hurma ağacı malum. "Doğum sancısı, onu bir hurma ağacına yöneltti.” (19:23) Öteden beri kadınlığı ve hurma ağacını birer ikiz imge gibi düşünürüm. Bu defa ramazan özelinde kadınlığı, mistik bir meyve olarak hurmayı ve bunlarla beraber aslında kadın-erkek her insanın tattığı o manevi doğum sancısını konuşalım mı biraz?

Tuba Kaplan:
Kadın olmak bedenle ilgili, emanetten mülke dönüşen bedene Meryem demek, bedene yeniden yüce bir vasıf kazandırmak aslında. İçeriden, kendinden büyüyen bir ağaç kadın bedeni. Hurma ağacına yaslanması Meryem'in doğal doğumu tecrübe edeceğim anı hatırlattı bana. Doktorlardan istediğimiz doğumun bedenin bildiği bir tecrübe olduğunu kabul etmeleriydi. Hastaneler, önlükler, ışıklar ve sezaryen gibi doğal olmayan yöntemleri dışarıda tut, bana dokunma, müdahale etme bedenim doğumu biliyor. Sancıya karşılık dalgalar diye çeviriyor Kur'an Meryem'in doğum anında meydana gelen süreci. Dalgalar geliyor derdik doğal doğumda. Ağaca yaslan ve teslim ol, doğum yolunu bilir; su gibi. Su ve ateşi kadın ve erkek mizacı sayar Mevlâna. İnsan varlığında ruh su gibi saf, nefis ateş gibi yakıcı. Kadın ve erkeğin alakasında, su ve ateş, doğumda, anne karnında, ağacın kökünde, anne babadan gelen karışık bir nutfede belirleyici madde.

Dürdane İsrâ Çınar:
İrfâni gelenekte böyle düaliteler var evet; kadın nefstir, denir. Erkekse akıl. Nefis, dûn yani düşük bir şey olarak telakki edilir daima. Öyle olunca da kadın yakıcı bir nefs olarak telakki edilir, erkekse taşkın bir su... Gaflet hallerinde her ikisi de ifrat ve tefrit arasında medcezir halindeler. Tabiatüstü olabilmeleri için bu iki apayrı tabiatın önce birleşmesi, birliği öğrenmesi gerekiyor, ne tezat ama… Tıpkı hurma ağacı gibi. Meyve verebilmek için dişi hurma ağacı erkek hurma ağacının tozlarına muhtaç. Toz, adeta bir töz. Bir varlık nişanı. Erkek hurma ağacı meyve veremiyor mesela. Tözü taşıyor ama yemişe duramıyor. Yemiş, yalnız dişiye mahsus. Sancı da en çok onunla yani kadınla bedenleniyor hâliyle. Aç ve susuz diz çöktüğümüz iftar sofralarında, dişi bir ağacının yemişiyle, yalnız İslam’da da değil üstelik bütün Mezapotamya’da kutsiyet atfedilen hurma ile sızısı diniyor hem ruhumuzun hem de midemizin...

Tuba Kaplan:
Cemal Süreya'nın,"Bir cıgara atmışsak denize/Sabaha kadar yandı durdu" dizesi geldi aklıma suyun yandığını görebiliyorum ama ispatlayamam tabii. Su ve ateş belleğimde ayrılamıyor, cennet ve cehennemin tasvirini başkalaştırıyorum. Erkek ve kadın, "Tek bir nefisten" yaratıldığımızı, hadiseler, mekânlar ve zamanların davranışları her iki ruh içinde başkalaştırdığını görüyoruz. Kutsal metinlerde, hayatın karşısında insanın konumlanışında kadın ve erkek hem ulvî yönlerini düşünüp ve yüceltilen, hem de beşerî zaafını, ihtiraslarını, temayüllerini çok realist ifadelerle tasvirine vakıf olabiliyoruz. Kadını ve bedenini şeytanlaştıran, zaafları ve kusurları kadına yaslayan çarpık anlayışın aksine insan hep birlikte zaafların ve kusurları kendi mayasında taşımasına rağmen iradeye çağırılıyor. Ayartıcı bir dişiliğe karşı din insanın tabiatındaki ikiliği, tezatlığı, rahmani tarafa çağırıyor… Meryem’in adının yüzyıllardır anılması, hatırlanması, kız çocuklarına ismi verilmesi zor bir imtihanın, açlığın ikramı. Hurma ağacındaki birlik buna karşılık Meryem'in karnındaki teklik ve tevhid… Bedenin tecrübesindeki dişilik, yaratıcının kadına bir doğum anını bahşetmesi ve doğum ardından gelen "Ye, iç, gözün aydın. Fakat seni birisi görürse ben de, bugün rahman için oruç tutmadayım ve hiçbir kimseyle kesin olarak konuşamam" ayetiyle oruca çekilmesi Meryem'in.

Dürdane İsrâ Çınar:
Sancıyla bekle ve dayanarak doğur, İsâ'nı yani hikmeti kavrayan kalbini kucakla, ardından suskun ve bir müstağni ol. Ramazan tam olarak bunu öğütlüyor sahiden. Madem ruhumuz ve bedenimizle, bizim Allah erimiz Meryem'imizle bir manevi iftar sofrasına diz çöktük, buradan devam edeceğim ben de. Rilke’nin bir şiirinden mülhem “Ruhum Bir Kadındır” ismini verdiği çalışmasında Schimmel, kadının İslam'da tam bir eşitliği haiz olduğu yegâne sahanın mistik bir saha olduğunu söylüyordu. Bu sahada kadın dişilik hususiyetini belli bir bilinç düzeyinde kavrayınca nihayet Allah'a iştiyak duyan bir ruha evriliyor. Yani nefs, nefsini biliyor ve Rabbini tanıyor. Züleyha gibi... Anlıyoruz ki yaratıcı hemen her süreç feminen bir özellik, rahmani bir tecelli taşıyor. Kadını, kadınlığı tanımak birliği tanımanın ayrılmaz bir parçası.

Tuba Kaplan:
Bugün mektupları biz yazarken 8 Mart kutlandı, kadının manasına ve gıdasına ne kadar inildi bilmiyorum, gece devrediyor şimdi diğer güne tabii. Ruhum Bir Kadın'da, kadının bir şahsiyet olma bahsi; “'Kadınlar sizin için elbisedir, siz de onlar için elbisesiniz', bu ifade din fenomolojisinde, birinin diğerinin alter ego'su olduğu manasına gelir; çünkü bilinmektedir ki, elbise adeta şahsiyeti temsil eder." şekliyle geçiyor. Bu dişilik bir şahsiyete de gebe. Meryem’in büyük bir vakara çekilişi, sessizliğindeki ve orucundaki büyük ikram İsa, bu rahmani ruhu her kadın taşıyor. Allah'a iştiyak deyince Rabi’atü’l-'Adeviy'i de hatırlıyorum. Aynı kitapta Schimmel, "Rabi'atü'l-'Adeviy’ye rivayetin bildirdiği üzere, ilk defa mutlak Allah aşkı unsurunu 8. asır zühd ve takva'sının katı Sufiliğine dâhil eden şahsiyettir. İslamiyet’te tasavvuf! aşk tarihinin şeref rütbesi ona layıktır." diyerek anıyordu Rabi’atü’l’ü. Sofi Huri de yazmıştı bu timsali olmayan ruhu. Huri’nin 'Adeviy’e hakkındaki kitabı sahaflardan bulamayınca Atatürk Kütüphanesi'ne gitmiştim. Neyi aradığımı bilmediğim ama ateş gibi yandığım bir dönemimdi. Ne tuhaf, yanıyorsun, tabiatın suyu aradığını biliyor senden habersiz. ‘Adeviy'deki bilinç düzeyi tek başına ordu. Bedeni ve ruhuyla teslimiyeti, yolunun tamamıyla farkında bir kadın. Allah’a duyduğu iştiyak kadınlığını da aşan er kişi niyetine bir örneklik…

Dürdane İsrâ Çınar:
Belki çok eksik okuyoruz kadınlığın tarihini. Ve sırf bu sebeple hakiki insanlık durumuna, yani cinsiyetten şahsiyete erişemiyoruz. Bir şahsiyete ermesi demek kadının, tek kerede bir Meryem, bir Züleyha, bir Rabia hülâsa bir azize olması demek değil elbette. Varlığındaki tezatları, çelişkileri keşfetmesi, o tabiata yenik olmadığını hissedebilmesi özde. Hadislerde dünya, cadı kılıklı bir kocakarı olmasına rağmen kendini makyajla güzelleştiren bir gelin gibi tarif edilir. Bu teşbih sırf kadın üzerinden yapılıyor diye içimizde buna yatkın olan yanı görmekten gocunmamalı diye düşünüyorum. Dûn olan, alçak olan dünyada, yani arzda bizim de fena hâlde düşkün olduğumuz şeyler yok mu? Süsler, konforlar, güzellikler, gençlikler, dirilikler, şehvetler... Ama arzın bütün bu tabiatıyla beraber bir de ırzı var. Yani bir saygınlığı, bir şahsiyeti... Irz kelimesini kabaca namus olarak okumakla birçok anlamı da kaçırıyoruz. Erkek ya da kadın, şahsiyete erişeceği yolları, o âteşin suları birlikte geçmeye mecbur. Başa dönelim, temizlenmiş bir nefsle varlık sofrasına diz çöken herkesin o ziyafetten memnun kalkacağı vaadini sıkça hatırlamalı. Özellikle Ramazanda... "Bildiği şeyleri seven, derâguş eden bir şefkat, bir kadın kalbi" diye tarif ediyordu Hâlide Edip, Handan romanında kadınlığı. Tüm bu konuştuklarımız o kalbi bir defa daha derinden duyurdu bana. Sahurumuz kalbe dönüş azığıyla nûr olsun!

#Dürdane İsrâ Çınar
#Tuba Polat
#Ramazan
#Mektup