
Galatasaray sallanıyor, sakatlar saf tutmuş... Tam o sırada Kalli geliyor, futbolcular tedirgin ama kurt ihtiyar Skibbe'nin üstüne gelmedim deyince Florya şenleniyor. Coşku sahaya yansıyor, goller tribünleri inletiyor. Aralıkta Galatasaray'da moral tavan yapmış, Rota UEFA'ya çevrilmiş. Düzelen sakatlıklar gol üretim merkezince hazırlanan muhteşem gollerle farklı galibiyetler umutları kamçılamış. Artık Galatasaray tutulmaz!
Ayaküstü sohbete daldık... Baktım sohbet koyuldu, her gelen yanıma çöktü... Galatasaray'ı uzun süredir böyle görmemiştim. Bıraksan sahaya inip önüne geleni dörtleyecekler... UEFA'da karşılarına kim çıkarsa ezip geçecekler.
Gözüm Emre Aşık'a takıldı. En deneyimli o ya... Nasıl gidiyor dedim, yerinden fırladı koluma girdi, Baros'a da yapıştı ikimizi de UEFA SUPER CUP WINNER 2000'in duvarda asılı posterinin önüne çekti...
Derhal uyandım; Bu resim karşı duvara tekrar asılacak demek istiyordu...
Afilli bir poz verdik! Tarihle beraber tarihe geçtik...
UEFA posterinin önünde çektirdiğimiz resimle finali garantiye aldım.
Emre defansta tecrübe, Baros hücumda gol anlamına geldi bu poz... O zaman Saracoğlu'nda UEFA gözüktü...
Madem Galatasaray bütünüyle UEFA'ya kenetlenmiş, döndüm Emre Aşık'a sordum; 'Bordeaux ile geçen yıldan hesabımız var' dedi...
Baros'a döndüm, tek laf ettim;
Bordeaux?
'Lyon'dan tanıyorum, iyi takım bizi yenmişlerdi, ama bu kez şansları hiç yok' dedi...
Havayı buldum işareti verdim;
Rota Saracoğlu... İlk hedef Bordeaux!
Bordeaux için hocalar da şöyle diyor;
Fransızların defansif özellikleri çok fazla, bizim de ofansif becerimiz çok yüksek, orada yenilmeyiz burada tur atlarız....
Skibbe ve Burak Hoca şöyle devam ediyor;
-Takımın performansı giderek artıyor o tarihte istim üstünde oluruz. Bordeaux'yu geçeriz ama sonrası önemli... Herkes Hamburg diyor ama, acaba Hamburg mu? Öteki takımın adını dahi kimse bilmiyor. Metalist gibi... Esas tehlike odur. Hamburg rakip olursa kolay...
Ben de diyorum ki; duydunuz zilin sesini, ya İzmir marşı ya mehter marşı çalacak...
Gözlerim de diyor ki;
Florya, Saracoğlu'na doğru tırısa kalkmış gidiyor...
Koyu Galatasaraylı Altaylı yazısında, Aziz Yıldırım etrafına; 'Galatasaray Saracoğlu'nda final oynar' diyormuş diye yazıyormuş...
Başkaları da şu yorumu getiriyor;
O gün gelsin Aziz Bey, on milyon dolar ceza ödemeyi göze alır, Saracoğlu'na traktör sokar, toprağı tarla gibi sürer, o maçı da oynatmaz!...
Galatasaray'ı bu sezon ikiye ayırmak gerek.
1-İlk 6 hafta ve Şampiyonlar Ligi'nden elenişe kadarki süre...
2-Kalli ve Burak Hoca'nın gelişinden sonraki süreç...
Kalli geliyor ve Skibbe'yle teke tek konuşuyor... Bilgilerini aktarıyor. Herkesin görevi ayrı diyerek çekiliyor. Florya rahatlıyor.
Boekamp ve Ümit Davala gönderiliyor, Burak hoca göreve geliyor.
Lincoln'den bir anı
Florya'da şartlar değişince, Kalli'nin gölgesi tesislere düşünce Cassio Lincoln telaşla soruyor;
Yok yok.... Kalli alt yapının başında denince Lincoln başlıyor koşmaya...
Takım kendiliğinden rayına giriyor.
Şu gerçek de su yüzüne çıkıyor;
Kalli ve Burak Hoca geldikten sonra Florya'ya da renk geliyor.
Kalli'nin gölgesi bile takıma kamçı!
İlk 6 haftanın değerlendirmesinde takımın puanı;10 üzerinden 4
6. haftadan sonraki puan; 10 üzerinden 8
Demek Galatasaray'ın ilk yarı puanı; 10 üzerinden 6
Bunda moral değerlerin önemi olduğu kadar sakatlıkların da geçmiş olması en büyük etken.
Galatasaray'ın yedek kulübesi iyi olursa bu oyununa da yansıyor, zira rekabet hızlanıyor.
Hocalar durumu şöyle özetliyor; Galatasaray gole koşan bir takım, bütün hatlarıyla savunması bile gol arıyor. Son haftalarda hep basamakları çıktık, hiç geri gitmedik, böyle giderse ikinci yarı Galatasaray tutulmaz!
Şakalaştık... Baros kafa çocuk. Koyu Antimetalistçi... Kura çekimi günü gözünü televizyondan ayırmadı, elindeki meyva suyuna takıldı... Arda-Lincoln-Baros gollerin ne hoş' dedim kafiyeyi anlamadı ama isimlerden durumu çaktı... Eliyle hat-trick yaptı. Fransızca anlaşabildik, lafa Yaser girdi; “rakibiz ama ondan gol koklamayı öğreniyorum
Baroş EURO 2004'ün Gol Kralı” dedi, Florya'daki havaya bayıldım... Baros tribünlerin sevgilisi olacak...
Barış mevsim başında sakatlanınca planlar bozuldu. Linderoth zaten müzmin sakat, Uğur umuda yolculuk... Hasan Şaş da elveda deyince Galatasaray'ın sağ kanadı olduğu gibi Sabri'ye kaldı. O da sakatlanınca takım sallandı, sistem bozuldu...
Barış, Galatasaray'ın olmazsa olmazıydı. Belki üstün yetenek değildi ama üstün bir ciğeri, ondan da üstün görev anlayışı vardı. Barış'lı Galatasaray kendiyle barışık oluyordu...
Barış gitti huzur bitti!
Barış geldi takım şaha kalktı.
İnanmayanınız olabilir ama Barış Mehmet Topal'la birlikte bir takımı sırtlayacak güçteler. Onlara ilave Ayhan... İşte size şaha kalkan bir takım.
Barış'a takıldım, kesintisiz güç kaynağı gibisin, nasıl başarıyorsun?
Ben kendimi biliyorum hocam! Futbolu da iyi öğrendim, her takımın koşana ihtiyacı var, açtım kilometreyi, bastım gaza... Futbolda durmak yok, durursan düşersin. Ben dinamoyum, takımı itiyorum...
Sarıl öp bu çocuğu...
Her sistemin değişmez adamı...
Mehmet Topal ve Barış yokken 4-3-2-1'den mecburen 3-5-2'ye dönülmüş
Meira orta sahaya çekilmiş, takımın çivisi çıkmış... Bu bocalama devresinde Skibbe çok tenkit almış. Ne zaman ki sakatlar düzelmiş, Galatasaray seyredene zevk vermeye başlamış.
Florya'da şunu gördüm. Puanları sakatlık çalmış, Galatasaray her geçen gün sabırla çalışıp takım olmuş.
İki hocaya da teşekkür ettim ve şöyle girdim lafa; Arda, Lincoln, Kewell ve Baros'lu forvet son yılların aksine gol keyfi olarak düşüyor Ali Sami Yen'in çimlerine... Tribünleri yıktınız vallahi! İkinci yarı bu işi koparır götürürsünüz...
Hemen gaza geldiler. Ama yüzlerindeki ifade gerçeğin ta kendisiydi. Hırslıydılar; 'ne diyorsun Sayın Tanburacı, ikinci yarı başında büyük yarış olacak, Galatasaray istim üstünde, arayı açarsak bir daha bizi yakalayamazlar' dediler...
Gözleri parlıyordu...
Oysa Galatasaray ligde ilk 6 hafta bocalamış, Trabzon maçı öncesi, Skibbe'nin yardımcıları Boekamp ve Ümit Davala gönderilmiş, geçen yıl Galatasaray'ı şampiyon yapan Burak Dilmen göreve getirilmişti...
Nasıl başardınız? dedim;
-İki hoca oturup konuştuk birbirimizi tanıyacak vaktimiz yok, takım üzerine eleştiri çok, ya birbirimize güveneceğiz ya biz de gideceğiz!' demişler...
Denge böyle kurulmuş,
İki özel oyuncu Arda ve Kewell
Arda ve Kewell onları çok meşgul etmiş. İkisi de sol ayaklı ya... İkisi de kenarda oturacak adam da değil. Mecburen ikisini de oynatmak durumunda kalmışlar, ama randıman düşmüş...
Arda solda olmayınca % 50 kayıp.
Kewell solda hiç oynayamıyor, ama takımın ikisine de ihtiyacı var.
Dönüşümlü oynatmışlar... Baros sonradan açılmış... Lincoln'le beraber coşmuşlar. Takımda doğal uyum sağlanmış kalite oyuncular aynı frekansta buluşmuş...
Ben de diyorum ki;
Florya'da idmanları seyretseniz zevkten ölürsünüz. 'Mahşerin 4 Atlısı' idmanlarda kendini buldu. Coştular... Kamera çekse, CD'leri satış rekorları kırardı...
Kuşkulu günler geride kaldı, Burak Hoca geçen yılın şampiyonu Galatasaray'ı Skibbe'ye anlattı, reçeteyi verdi son sözü hep Skibbe söyledi... Takım coştu...
Şöyle diyorlar onun için; iki kere silkinsin sonucu değiştirir. İki kere soldan parlasın mutlaka birine gol attırır. İki kere alan değiştirsin pasın kralını veriri. Ardasız bir Galatasaray düşünülemez. Arda bunları duyup asla şımarmaz!
Lincoln doruk noktasında... Devamlı oynayınca keyiflendi, keyiflendikçe çalıştı, çalıştıkça güçlendi, güçlendikçe üzüntülerini attı harikalar yarattı. Alex mi Lincoln mü diyenlere bir soru; hiç Alex'i Lincoln kadar koşarken gördünüz mü?