
Fatih Terim'in Millî Takım kadrosunda yer verdiği sürpriz isimlerden biri, Kayserispor'un genç jokeri Salih Dursun, sert futbol oynamanın kendi karakteri olduğunu söyledi.
Geçtiğimiz sezonun sarı kart rekortmeni 22 yaşındaki oyuncu, futbola başladığı günden bu yana agresif ve sert bir yapısı olduğunu, bu yapının dışına çıktığında "kendisi" olamayacağını anlattı. Öğrenmeye ve gelişmeye aç kişiliğiyle her tecrübeden bir ders çıkarmaya çalışması, ona parlak bir gelecek hazırlayacağını belirten Salih Dursun, Futbol Federasyonu Basın Departmanı tarafından hazırlanan TamSaha Dergisi'nden Mazlum Uluç'a konuşan Salih Dursun'un röportajının detayları şöyle:
Pek çok çocuk gibi ben de futbola mahalle arasında arkadaşlarımla başladım. Arkadaşlarımın bir kısmı kulüplere kaydolmuştu ve ben de onlar gibi bir kulüp çatısı altında futbol oynamak istiyordum. 10 yaşındayken kendi başıma mahallemizdeki Garajlar Taçspor'a gittim ve takımın başındaki İlhan Hocaya "Ben de sizin takımınızda oynamak istiyorum" dedim. 1 yıl orada oynadım. Sonra bir turnuvada beni izleyip beğenen Sakaryaspor'a geçtim. Orada yükselmeye başladım. O süreçte Murat Balaban Hocam bana çok yardımcı oldu. Bir olaydan ötürü kadro dışı kalmıştım. Haklı olduğumu bilen Murat Hocam beni takımdan ayrı olarak tek başıma çalıştırdı. Sezon sonunda haklı olduğum ortaya çıkınca da direkt Süper Genç Takım'a alındım. Türkiye Şampiyonası'nda son iki maçta oynadım ve gerçekten de iyi bir performans gösterdim. Bu sayede A takıma alındım. O süreçte Sakaryaspor'un transfer yasağı olması çok işime yaradı. Bu sayede genç oyuncular forma şansı bulunca ben de A takımda oynamaya başladım.
Ailem çok destek oldu. En büyük destekçim de babamdı. Her maçıma gelirdi. Üzerimdeki emeği büyüktür.
Bize biraz ailenden söz eder misin? Ailende futbolla ilgilenen birileri var mı?
Üç kardeşiz, bir abim bir de ablam var. Ailemde futbol oynayan başka biri yok. Babam Sakarya'da çiftçilik yapıyor.
Elbette her genç oyuncunun hayallerinde bugünleri görmek vardır. Ben de bu hayalleri besliyor ama dışa vurmuyordum. Bir Süper Lig takımında oynamak, ay-yıldızlı formayı giymek bir futbolcu için dünyanın en büyük onurudur. Millî Takım kadrosuna seçilmek benim için harika bir sürpriz oldu. Böyle bir davet alacağımdan habersizdim. Takım arkadaşlarım Sefa, Bilal ve Ertuğrul'la televizyon izliyorduk. O sırada Millî Takım kadrosu altyazı olarak ekrandan geçiyordu. Kendi ismimi görünce gözlerime inanmadım. Televizyon iyice yaklaştım ve içimden "Çok büyüksün Fatih Terim" dedim (gülüyor). Hiç unutamayacağım böyle bir hatıram var.
O zaman üzerimizde bir rahatlık vardı. Çünkü transfer açılmamıştı ve bizim oynamamız kesindi. Çok da kaliteli bir gruptuk. Levent Demiray, Mesut Morgül gibi takımda kalan abilerimizin tecrübesiyle bizim dinamizmimizi birleştirdik. Sakaryaspor'da küme düşmemeye de şampiyonluğa da oynadık, play-off'ta da mücadele verdik. Bunlar benim için çok önemli tecrübelerdi. Geriye dönüp bakıyorum, başlangıçtaki futbol anlayışımla bugünkü arasında dağlar kadar fark var. Hatta bir hafta önceki futbol anlayışımla Fatih Hocayı dinledikten, onunla antrenmana çıktıktan sonraki futbol anlayışım arasında bile ciddi bir fark var. Biz genç futbolcular her şeyi öğrenmek için çabalıyoruz. Algılarımız sürekli açık. Fatih Hocayla çıktığım antrenmanlarda bir bek oyuncusunun neler yapması gerektiği konusunda yeni şeyler öğrendim. Millî Takım kampında bulunmak benim yeni şeyler öğrenmem açısından çok önemli. Burada Gökhan Gönül abiden, stoper ve orta sahada oynayan abilerimden de çok şey öğreniyorum ve bu da benim gelişimime büyük katkı sağlıyor.
Başlangıçta defansif orta saha oynuyordum. Ama Sakaryaspor'da yaşanan zor günlerde stoper de oynadım. Aslına bakarsanız nerede eksik varsa orada oynuyordum. Joker oyuncuydum. Sağ bek de oynadım, Yılmaz Vural döneminde hocanın "Gol atamıyoruz, seni santrfor oynatacağım" demesi üzerine dört maçta santrfor oynadım ve dört gol attım. O sezonu 9 golle tamamlamıştım. İdollerime gelince, başlangıçta Popescu vardı. Sonrasında Denizlispor'da oynadığı dönemden itibaren Servet Çetin abi çok beğendiğim oyuncular arasına girdi. Beni de ona benzetirlerdi. Ön libero oynamaya başlayınca Mehmet Topal, Emre Belözoğlu ve Selçuk İnan'ı daha yakından izlemeye başladım.
Kesinlikle. Sakaryaspor altyapısında cezalı olduğum dönemde 2006 Dünya Kupası oynanıyordu. Turnuvada sadece Roberto Carlos'u izlemiştim. Evet, o bir sol bekti ama ben o tecrübedeki bir dünya yıldızının maç içinde neler yaptığını merak ederek Roberto Carlos'u mercek altına almıştım. O yaşlardaki oyuncular iyi çalım atmanın yeterli olduğunu zanneder ama ben oyun bilgimde eksikler olduğunun farkındaydım. Roberto Carlos'u izlerken ne kadar basit oynadığını, en kolay noktaya pas attığını gözlemledim. İyi izlemek gerçekten çok önemli. Bizim jenerasyonun bu anlamda çok şanslı olduğunu düşünüyorum. Çünkü TV kanalları büyük liglerin maçlarını sürekli yayınlıyor ve siz her futbolcuyu izleme imkânına sahipsiniz. Kendisini geliştirmeye ve daha iyi yerlere gelmeye çalışan bir oyuncu olarak bu fırsatı maksimum ölçüde kullanmaya çalışıyorum.
Murat Balaban işin taktiğinde, tekniğinde, bana verdiği özgüvende ve psikolojik destekte çok katkı sağlamış bir isim. Sakaryaspor'un altyapı koordinatörü Timur Şahinel ise futbol karakterimin tam olarak oturmasında çok önemli bir hoca. O da Fatih Terim gibi yenilgiyi asla kabullenmeyen bir yapıya sahip. Sert futbolu çok sever. Ben de küçüklüğümden beri agresif oynamayı seven bir yapıya sahibim. Zaten arkadaşlarım bana saha içinde "Sen ilk insansın" der (gülüyor). Gerçekten de mücadele ederken kendimi kaybedebiliyorum. Beni yakından tanıyanlar saha dışındaki Salih'le saha içindeki Salih'in çok farklı olduğunu söyler. Bu futbol karakterinin oturmasında da dediğim gibi Timur Hocamın rolü çok büyük.
Kayserispor'u takımın başında Şota olduğu için tercih ettim. O dönemde Medical Park Antalyaspor'un başında bulunan Mehmet Özdilek'le konuşmuştum. Eskişehirspor da beni isteyen kulüplerden birisiydi. Bana en yakın gelen Kayserispor'un teklifi oldu. Çünkü Şota benimle konuşurken, "Senin kaliteni biliyorum, kişisel olarak gelişimini sağlayabilirim" demiş ve bu da benim çok hoşuma gitmişti. "Hocam siz beni böyle değerlendiriyorsanız ve gelişimime katkı sağlayacaksanız gelirim" dedim. Hatta parayı bile konuşmadan Kayserispor'un teklifini kabul ettim.
Kesinlikle endişelenmedim. Çünkü hırsımı ve mücadele gücümü biliyorum. Farklı mevkilerde oynadığımda sırıtmadığımı bildiğim için, "İhtiyaç duyulduğunda nasıl olsa bir yerde forma şansı bulurum" diye düşündüm ve nitekim olaylar düşündüğüm gibi gelişti.
Sezonun ikinci haftasında Medical Park Antalyaspor maçına ilk on birde başlamıştım. Süper Lig'de oynamak hayalimdi. Sakaryaspor'da alt liglerde oynamanın zorluklarını yaşadıktan sonra Süper Lig'de forma giyeceğim günleri iple çekiyordum. Başlangıçta 4-5 hafta adapte olmakta zorluklar yaşasam da sonrasını iyi getirdiğimi düşünüyorum.
Kalite anlamında farklar var elbette. 2. Lig'de oynamak gerçekten çok zor. Süper Lig'den bir oyuncuyu o lige koyduğunuzda çok zorlanacağını görürsünüz. Çünkü oradaki futbol tamamen mücadele etmek ve sonuç almak üzerine. 1. Lig'de biraz daha futbol oynatmaya çalışan hocalar var ama orası da tam anlamıyla Süper Lig'e benzemiyor. Süper Lig'de taktikler biraz daha ön planda; futbol bilgisi üst düzeyde oyuncular var. Benim Süper Lig'e alışmam 4-5 hafta sürdü. Başlangıçta kendi performansımın yanına bile yaklaşamamıştım. Ama Şota Hoca bana sabretti ve oynaya oynaya kendimi bulmayı başardım.
Steinsson sakatlanmış, sağ bek oynayan Berkay da Fenerbahçe maçında bir sorun yaşayarak oyundan çıkmak istemişti. Hocamız beni sağ açığa koyup Sefa'yı geri çekecekti. Süleyman Hurma abi devreye girerek benim defansif yönümün daha iyi olduğunu söyleyince Prosinecki de bu fikre katıldı ve son 10 dakikada sağ bek oynadım. Kısa süre oynamama rağmen performansım beğenildi. Yine sağ bek çıktığım Trabzonspor maçında bir de gol attım.
Gerçekten hiçbir fikrim yok. Ama şu anda sağ bek oynamaktan mutlu olduğumu söyleyebilirim. Sağ bek oynamak bana değişik ve güzel geliyor. Kendime "Şurası benim gerçek mevkiim" demek de istemiyorum. Nerede görev verilirse orada oynamak hoşuma gidiyor. Bugünün futbolunda oyuncuların kendini belli görevlerle sınırlamaması gerek diye düşünüyorum.
Kesinlikle mutluyum. Bir mevkide ihtiyaç duyulduğunda orada oynamaktan ve takıma yarar sağlamaktan mutlu oluyorum. Zaten futbolcunun yapması gereken şey de takımına olabildiğince yarar sağlamak değil mi?
Benim için sağ bek oynamanın en zor tarafı da bu zaten. Çünkü karşınızda oynayan açıklar genellikle kısa boylu ve çok çabuk oyuncular. Ama bu defa da pozisyonunuzu iyi alırsanız sıkıntı yaşamıyorsanız. Ben de pozisyonuma dikkat etmeye çalışıyorum. Bazen yakın oynayıp döndürmemeye çalışıyorum. Rakip topu aldıysa araya biraz mesafe koyarak yakından çalım yememeye çabalıyorum. Fiziksel üstünlüğümü avantaja çevirmeye uğraşıyorum. Bu üstünlüğü avantaja çeviremezsem de sarı kart görüyorum (gülüyor).
Kart görmemek için hocamdan hiçbir uyarı almadım. Çünkü o da benim futbol karakterimin bu olduğunu biliyor. Hiçbir hoca bana "Yavaş oyna" demez çünkü agresif bir futbolcuyum. Benim silahım agresiflik ve topa sert oynamak. Bu oyunu sürdürürken kart sayımı aşağı çekmem gerektiğini de biliyorum ama karşımda çabuk oyuncular olunca bunu başarmak da kolay değil (gülüyor).
Selçuk İnan'ı çok beğeniyorum. Playstation gibi, görmeden pas atabiliyor. Millî Takım'daki ilk idmanımda sağdan koşu yaptım ama beni görmediğini zannettim. Bir baktım top önümde. Hiç beklemediğim için top aktı gitti. İkinci pozisyonda yine aynısı oldu, bu sefer hamle yapıp topu yakaladım. Gerçekten de beyniyle, saha görüşüyle, tekniğiyle, oyun zekâsıyla Türkiye'nin en iyi orta saha oyuncusu Selçuk İnan.
Birincisi vazgeçmemek, ikinci çok çalışmak, üçüncüsü inanmak. Çünkü çok zor durumlarla karşılaştım ve futbolu bırakmayı bile düşündüm.
Çok basit bir olaydı aslında. 14-15 yaşındaydım. Takım halinde koşarken arkadaşımın ayağına takıldım. O dönüp bana yumruk atınca ben de karşılık verdim. Beni suçlu buldular ve kadro dışı kaldım. Ama geriye dönüp baktığımda, "İyi ki de böyle bir olayı yaşamışım" diyorum. Çünkü bu olay bana ayrı bir hırs kattı. Arkadaşlarım yukarıdayken ben hep kendim çalıştım.
Her oyuncu gibi fitness yapıyorum ama bunun dışında duvarla çok fazla ayak içi çalışıyorum. Bir de dönüşler üzerinde duruyorum.
Takımdan bu sezon ayrılan Riveros çok değişik ve kaliteli bir oyuncuydu. Steinsson da yine Riveros gibi çok iyi bir profesyoneldi ama kronik sakatlığı nedeniyle sorunlar yaşadı. Halen oynamaya devam edenlerden Zurab çok profesyonel bir oyuncu. Orta sahada genç oyunculardan Bilal Yener keza öyle.
Bu sezon işim biraz zorlaştı çünkü artık her takım birebir markaj veriyor. Kornerlere çıktığımda Kasımpaşa maçında Yalçın abi, Sanica Boru Elazığspor maçında ise Görkem beni marke etti. Yani işim biraz daha zorlaştı. Galiba artık diğer silahı kullanmak ve ayakla gol atmak zorundayım (gülüyor).
Devre arası kampında takım olma yolunda çok önemli adımlar attık. Tüm oyuncuların formu yükseldi. Savunmada Marco Simiç'in, orta alanda Ceyhun Gülselam'ın takıma katılması çok olumlu etkiler yaptı. Riveros'un ve Bobo'nun form tutması da takımı yukarı taşıdı. Hocanın da katkısı çok büyüktü. Kamp döneminde hepimiz farklı programlarla çok iyi çalıştık. Hepimizi çok iyi motive etti ve takım haline getirdi.
Robert Prosinecki gibi dünyaca ünlü bir oyuncu şimdi Kayserispor'un başında. Bize biraz Prosenicki'nin nasıl bir teknik direktör olduğundan ve insan ilişkilerinden söz eder misin?
Her şeyden önce şunu söyleyeyim, Prosinecki çok iyi bir insan. Tesislerde takımla beraberken son derece disiplinli ve işini çok iyi yapan, ama dışarıda bir kafeteryada birlikte oturduğunuzda sizinle arkadaş olabilen bir hocadan söz ediyorum.
Prosinecki o tipte bir hoca değil. Onu dışarıda bir yerde otururken gördüğümde rahatlıkla gidip yanına otururum. Bana hayallerini, yapmak istediklerini anlatır. Çok cana yakın bir insan. Futbolcusunu evlâdı gibi seviyor. Bu sevgiyi hissetmek çok önemli. Ben de onu aynı şekilde seviyorum. Öyle ki, beni kadro dışı bıraksa bile umurumda olmaz çünkü onun kalbinden geçeni bilirim. Eğer böyle bir yola başvurursa, "Aklım başıma gelsin diye yaptı, benim iyiliğim için" şeklinde düşünürüm.
Prosinecki futbolu güzelleştirmek isteyen hocalardan birisi. Kesinlikle pas yaparak oynamamızı ve topa sahip olmamızı istiyor. "Uzun pası ancak çok zorunlu hallerde kullanın" diyor. Beklerin bindirmesini istiyor. Her zaman aktif bir oyun oynamamızı arzuluyor. Oyuncular olarak Prosinecki'nin bu oyun anlayışından büyük keyif alıyoruz.
Sezon başında takımın performansı henüz istenen düzeyde değil. Marco Simiç'in sakatlığı da planlarımızda aksaklıklara neden oldu. Gerçekten de çok iyi bir stoperden mahrum oynuyoruz. Takımdan ayrılanlar ve yeni gelenler oldu. Dolayısıyla uyum sorunları da yaşanıyor. Ama bu uyum sorunlarını atlattığımızda iyi yerlere geleceğimizi düşünüyorum. Çünkü çok iyi kadroya sahibiz.
Aslında bu sezona başlarken hedefimiz buydu (gülüyor). Kendi aramızda da bu hedef üzerinde konuşuyoruz. Sezona kötü başlasak da kısa zamanda toparlanıp bu hedefe kilitlenebileceğimize inanıyorum. Çünkü oyun şablonumuzu oturttuğumuzda rakibini kilitleyebilen ve yenilmesi çok zor bir takım olabiliyoruz. Öncelikli amacımız da bir an önce bu şablona dönebilmek.
Açıkçası yabancı bir ortam havasını hiç hissetmedim. Çünkü burada çok kaliteli ve üst düzey insanlar var. Yeni geleni hemen aralarına alabiliyorlar. Şu anda kendimi Kayserispor'daki gibi rahat hissediyorum.
Fatih Hoca benim için bir efsane teknik direktör. Daha öncesinde onu çok beğeniyor ve çalışmak istiyordum. Millî Takım'la ilk idmanıma çıkıp karşımda Fatih Terim'i görünce kendi kendime gülmeye başladım. O kadar hoşuma gitti ki... "Hocam bana bu imkânı ve kendimi geliştirme fırsatını verdiğiniz için çok teşekkür ederim" dedim. Eşim de Fatih Hocanın hayranı. Kampa geldiğimde telefonla sürekli beni arayıp, "Fatih Hocayı gördün mü?" diye soruyordu. Bu kamp benim unutulmazlarım arasında.
Kariyerimin çok başarılı ve istikrarlı olmasını istiyorum. Kendimi geliştirip Kayserispor'da çok güzel bir sezon geçirerek daha iyi yerlere gelmeyi hedefliyorum. Amacım Arda abi gibi olabilmek. İdolüm Arda Turan. Onun Atletico Madrid'de yaptıklarını hayranlıkla izliyorum ve ben de onun gibi bir oyuncu olmak istiyorum.
Benim gibi insanlar bu yaşta evlenebilir. 1 yıl önce evlendim. Çok gezen bir tip değilim. Evinden işine, işinden evine giden bir insanım. Eşimle de çok iyi anlaşıyoruz. Bana çok yardımcı oluyor. Evlendiğim için çok mutluyum.
Hobim çalışmak (gülüyor). Kendimi geliştirmek için çaba harcıyorum. Kitaplarla aram fena değil. Hozan Beşir'i dinlemeyi seviyorum. Rahatlatıcı bir tarzı var. Saz çalıyor ve çok tatlı bir ses tonuna sahip. Semih Kaya da onu dinliyormuş. Odasına gittiğimde baktım Hozan Beşir dinliyor. "Sen de mi?" deyince "Benim adamım" cevabını verdi.