Barış Merkezi

04:0017/05/2025, Cumartesi
G: 17/05/2025, Cumartesi
Ali Saydam

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin son 70 yılına tanıklık ettiğimi söyleyebilirim. Kaç ciddi kırılma noktası vardır diye sorulsa önce 1950’yi işaret ederim. Tek partili dönemden demokrasiye geçiş ve unutulmaz ‘Yeter! Söz Milletin!’ sloganı büyük bir değişimin habercisiydi. Aradaki darbeleri, darbe girişimlerini, toplumun çatlaklarından sızarak onu parçalamaya çalışma teşebbüslerini bir kenara bırakacak olursak; en büyük ikinci kırılma noktası olarak ‘Terörsüz Türkiye’ stratejisini ve tabii ki PKK sorununun

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin son 70 yılına tanıklık ettiğimi söyleyebilirim. Kaç ciddi kırılma noktası vardır diye sorulsa önce 1950’yi işaret ederim. Tek partili dönemden demokrasiye geçiş ve unutulmaz ‘Yeter! Söz Milletin!’ sloganı büyük bir değişimin habercisiydi.

Aradaki darbeleri, darbe girişimlerini, toplumun çatlaklarından sızarak onu parçalamaya çalışma teşebbüslerini bir kenara bırakacak olursak; en büyük ikinci kırılma noktası olarak ‘Terörsüz Türkiye’ stratejisini ve tabii ki PKK sorununun çözümlenmesi yolunda atılmış en büyük adımı, rahatlıkla sayabiliriz.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı
Cevdet Yılmaz
’ın ifadesiyle: 2 trilyon dolara yakın maliyetiyle terör ile mücadele, sadece on binlerce vatan evladının şehitlik mertebesine erişmesine değil, aynı zamanda bölgenin gelişmesini engellemiş, sosyal, ekonomik alanların ve üstyapı kurum anlayışının, özgürlükler meselesinin hallaç pamuğu gibi atılmasına da neden olmuştu.

Bir başka kırılma Türkiye’nin genel algısıyla ilgili yaşanmakta. Dünyada İslamofobi tüm Müslümanları kapsayacak şekilde yaygınlaştırılırken nüfusunun büyük kısmı Müslümanlardan oluşan Türkiye ve onun Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan da nefret objesi haline getirilmeye çalışılmıştı.

Öyle ya, Taliban, El-Kaide, IŞİD (Irak ve Şam İslam Devleti) gibi örgütler İslam’ın simgesi olarak takdim edilirken, kafa kesen, canlı yayında idam sahneleri gösteren bu ilkel topluluklar İslam’ın gerçek temsilcisi gibi sunuldular. Türkiye de bundan nasibini aldı. Bizim muhalefetin de desteği ile Azerbaycan’ın yanında cihada karışan, Libya’ya, Kıbrıs’a, Suriye’ye, Somali’ye, Kuzey Irak’a düzenlediği operasyonlarla
uluslararası
terminolojiyle tipik bir agresör (saldırgan) haline geldiği iddia edilen ülke, bugün
Barışın Merkezi
olarak anılıyor. Bundan büyük kırılma olur mu?

Dolmabahçe’deki görüşmeler, Putin’in İstanbul’u talep etmesi, Hindistan-Pakistan çatışmasında Türkiye’ye biçilen rol, Afrika’nın pek çok ülkesindeki barıştan yana tutumumuz bir anda bütün olumsuz algıları engellemiş gibi.

Bu durumun kalıcılığı kendiliğinden sağlanamaz. Hem ‘
Terörsüz Türkiye
’ hem de ‘
Barışın Merkezi
’ algısını pekiştirecek, iç satın almanın yani milletin kahir çoğunluğunun olayı kavraması, benimsemesi ve desteklemesi için ikna edilmesini sağlayacak ve nihayet tüm dünyadaki algımızın hak ettiğimiz boyuta gelmesi için gerekli kamu diplomasisi kampanyalarını derhal devreye sokacak iletişim adımlarının atılması şarttır.

Müzecilikte ‘inovatif’ uygulama
Bir türlü kısmet olmadı…
Sultanahmet Camii
’nde gece turu…

Yıllar önce böyle bir tura katılan arkadaşımız anlatmış, fotoğraflarını göstermişti, biz de heveslenmiştik… Ama ne anlatmak… Yok efendim gündüz gezmekle arasında dünyalar kadar fark varmış… Maneviyatını iliklerine kadar hissediyormuşsun… Hiç fark etmediğin detayları fark ediyormuşsun… Fakat, olmayınca olmuyor… Hâlâ gidemedik…

Gece turlarına sonradan pek çok tarihi mekânda rastlar olduk… Hatta Kültür Bakanlığı, yaz aylarında gündüz gezmenin zor olabileceğini de düşünerek
Efes
ve
Hierapolis
ören yerlerinin ziyaret saatlerini gece 12.00’ye kadar uzatmıştı…
Bugün de
Pera Müzesi
’nde bir etkinlik varmış…
Uluslararası Müzeler Günü
’nü sanat ve müzikle kutlamaya karar veren Müze, 20.30-00.00 arasında ziyaretçilerini canlı müzik performanslarıyla ağırlayacakmış. Ayrıca gece boyunca tüm sergiler ücretsiz görülebilecekmiş.
Müzecilik
gibi ciddi, kurallı ve köşeli bir alanda, hareket kabiliyeti genelde fazla gelişkin olmaz… O nedenle yeniliklere pek sık rastlamayız. Ancak
inovatif
bir yaklaşımın ürünü olan ‘gece turları’, işin doğasını bozmadan yeni bir açılım getirmeyi sağlamış görünüyor…
Bu arada
KONDA
’nın “Hayat Tarzları” araştırmasına göre; son bir yıl içinde bir müze ziyaretinde bulunanlar 3 katına çıkmış… Belki de söylendiği gibi sosyal medyanın değil, gece turlarının etkisidir…

Kas göstermek… Ama kararında…
Üretim, ihracat ve perakende alanında 50 yılı aşkın deneyimi olan deri markası
DESA
, 2025 yılının birinci çeyreğinde; net kârını geçen yılın aynı dönemine göre
yüzde 405
artırmış. Firmanın toplam cirosu geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 1,6 yükselişle
758,5 milyon
TL olmuş.
DESA CEO’su Burak Çelet
, “Bu başarı hem yurt içi hem de uluslararası pazarlarda uyguladığımız etkin stratejilerin sonucudur” demiş.
Firmanın İtalya’daki üretim tesisinin,
küresel lüks segmentteki
markalarla iş birliğini derinleştirmeye ve DESA’nın katma değerli ihracatını artırmasına önemli katkı sağladığını belirten Çelet, Türkiye’nin İtalya’ya yaptığı deri mamulleri
ihracatının yarısından fazlasını
DESA’nın tek başına gerçekleştirmesinden gurur duyduklarını vurgulamış…
Bu konu, iletişim çalışmaları bakımından çok hassas… Çünkü, mümkün olduğunca geri planda tutulmasını, bütün iletişim aksiyonları içinde minimum yer verilmesini tavsiye ettiğimiz türden bir içeriğe sahip… Bu türe ‘
Kurumsal Performans’
diyoruz…
“Ne güzel işte, kurumun başarılarını anlatmakta ne var” diye kendini kaptırmamak önemli… Çünkü bu başarıları ortaya koymak, aynı zamanda ‘
kas göstermek
’, gücüyle övünmek anlamına da gelebilir… Başka bir deyişle
‘güç kirlenmesi
’ne neden olabilir…

Ancak, yüzde 405 net kâr artışı da pas geçilir gibi değil… Hatta, yalnızca aynı sektörde faaliyet gösterenlerin değil, farklı alanlardaki üretici ve işletmelerin de alacağı dersler çıkabilir… Yakından incelemekte yarar var…

#politika
#Türkiye
#diplomasi
#barış
#Ali Saydam