Deprem haberleri verilirken spikerlerin sık sık kullandıkları “Beklenen İstanbul depremi” cümlesinden doğrusu ben biraz rahatsız oluyordum ve içimden ben beklemiyorum, diyordum. Unutmayalım, beklemek, kavuşmaktır. Kavuşmak ise insanı mutlu eder. Durum böyle olunca beklenen İstanbul depremi yerine, muhtemel İstanbul depremi dersek daha doğru bir ifade kullanmış oluruz.
Şimdilerde sol kesim gibi, sağ kesim de maalesef zevksiz bir Türkçeyle, Cemil Meriç’in ifadesiyle “uydurca”yla konuşuyor. Muhafazakâr camiaya ait televizyonların haber sunucuları bile “Olası İstanbul depremi” deyip duruyorlar. Ben, bu sefer de acaba bunlar depremin olmasını mı istiyorlar diye yine içimden geçiriyorum.
Allah’a şükürler olsun ki, iki gün önce 6,2 büyüklüğünde kendini gösteren ve İstanbul halkını sokaklara, parklara döken depremde can ve mal kaybı olmadı. Rabbim, hepimizi büyük küçük depremlerden ve diğer bütün âfetlerden muhafaza buyursun!
Eski metinlerde depremlerden “hareket-i arz” diye söz ediliyor. Vak’anüvis tarihlerinde de mesela Tâcü’t-Tevârih’te böyle geçiyor. Güneş gibi, ay gibi, yıldızlar gibi dünyamız da tabii ki yaratıldığı günden beri hareket ediyor. Hem kendi etrafında hem güneşin etrafında dönüyor. Bütün bu gök cisimleri de Mevlevi dervişleri gibi dönüp duruyorlar. Acaba bunun için mi ayakta icra edilen Mevlevi zikir merasimlerine “semâ töreni” denildi.
Orasını bilemiyoruz, bildiğimiz bir şey varsa, iki türlü dönen küre-i arzın üstünde hareket etmeyen hiçbir şey yoktur. Sadece üstünde mi, dünyamızın içi de fokur fokur kaynıyor. Yanardağlardan zaman zaman ve olanca öfkesiyle fışkıran lavlar içteki öfke hareketinin tezahüründen başka nedir ki? Özetle söyleyecek olursak, kâinatta hareket etmeyen hiçbir şey yoktur. Merhum Nureddin Topçu, belki de bundan dolayı eserlerinde “hareket felsefesi”ni öne çıkarmaktadır.
Lafı daha fazla uzatmadan asıl konumuza gelelim, tarih boyunca İstanbul’da vukû bulan büyük küçük “hareket-i arz”lardan -depremlerden canım- biraz olsun bahsedelim. Unuttuğumu sanmayın, bu korkunç yer titremesinin bir adı da “zelzele”dir. Zelzele de zaman zaman yer altından duyulan velveledir. Geçelim…
Tarihi İstanbul depremleri gerek yerli gerek yabancı yazarların bu konuda kaleme aldıkları eserlerde uzun uzun ve olanca dramatik sahneleriyle anlatılıyor. Ben ecnebi bir tarihçinin meşhur Joseph Von Hammer’in “İstanbul ve Boğaziçi” isimli kitabını kaynak alarak bazı İstanbul depremlerinden söz edeceğim. Daha doğrusu, adını verdiğim eserden nakilde bulunacağım.
Hammer, “İstanbul ve Boğaziçi”nde hem Bizanslılar hem de Osmanlılar zamanında meydana gelen depremleri anlatıyor. İsterseniz önce Konstantıniyye depremlerinden başlayalım:
Herakliyus’un hükümdarlığının ilk yılı, Acemlerin Suriye’ye saldırması ve bir zelzele tarihi olarak kayıtlanmıştır. Sekizinci yüzyılda, yani 732 yılında meydana gelen iki depremde kutsal İrene Kilisesi, İmparator Arcadius’un Xerolophus’daki yani bugünkü Avratpazarı’nın olduğu yerdeki heykeli ve 740 yılında İmparator Theodosius’un Altın Kapı’daki heykeli yıkıldı. Bütün bu depremler, 876 yılında İmparator Michael zamanında, Nil kıyılarından Boğaziçi kıyılarına kadar tüm Asya’yı şiddetli bir şekilde titreten büyük depremle karşılaştırılamaz.
Bu depremde Laodicea’nın dağ eteği yıkılıp, denize döküldü ve burada dört yüz binden fazla insan harabeler altında kaldı. Büyük Justinian zamanında yıkılan ve sonra büyük bir ihtişamla yeniden inşa edilen Ayasofya kubbesinin üçte biri, Basilius ve Constantin’in hükümdarlıkları esnasında 987 yılında meydana gelen depremde yıkıldı. Diğer başka depremler, kısa zamanda daha büyük yıkımlara sebep oldu. Fakat bunlardan hiçbiri İmparator Michael’in 1033 yılındaki hükümdarlığı zamanındaki kadar uzun sürmemiştir. Bu depremde yeryüzü 140 gün boyunca, ardı arkası kesilmeden titremiş ve İstanbul ile Kudüs’teki kiliselerin çökmesi esnasında birçok insan yıkıntılar altında kalarak ölmüştür.
Dört yıl sonra 1037’de, deprem müttefikleriyle, açlık ve veba ile birlikte -İstanbul’u mağlup etmek üzere- geri döndü. Bundan sonraki yıllarda, 1038 ve 1040 yıllarında tahribat Trakya ve İzmir’e kadar genişledi. Tekrar 1064 yılında İstanbul, Constantin Ducası’ın, hükümdarlığının beşinci yılında yeniden sallandı. Andronicus hükümdarlığının dördüncü yılında (1296) deprem, Paleolug’un kutsal Apostel Kilisesi’nin önüne diktiği Melek Michael (Mikail)’in heykelini yere devirdi. Bundan dokuz yıl sonra, 1035 yılında yeryüzü yedi ay aralıkla iki kere daha sallandı. Birincisinde sırf İstanbul, ikincisinde ise bütün takımadalar, Ege Denizi’nden Suriye’ye ve Mısır’a, Rodos, Kandiye ve İskenderiye’ye kadar…
Hammer, Osmanlı döneminde meydana gelen İstanbul depremlerinden de şu örnekleri veriyor:
Sultan Üçüncü Murad’ın hükümdarlığı döneminde 1592 yılında, Şevval ayının dördüncü günü, bir salı gecesi meydana gelen deprem, İkinci Mehmed Camii’nin (Fatih Camii) avlu üstündeki birçok kubbeyi ve Topkapı’dan yani Son Bizans hânedanının savaşarak öldüğü o zamanki Romanus Kapısı’ndan pek uzakta olmayan şehrin surlarını çatlatıverdi. Sarsıntılar ardı ardına birkaç gün devam etti.
Keza 1110 ve 1124 yılları (1698 ve 1712) da küçük depremlerle sarsıntılar geçirdi. Bunların en dikkat çekici olanı 1718 yılının 5 Recebinde çarşamba günü meydana gelen depremdir ki, Devlet-i Âli, utanılacak bir antlaşmayı Pasarofça Antlaşması’nı imzalamıştır. O gün üç dakika boyunca İstanbul’un binaları sallanmıştır. Bu sarsıntılarda Yalıköşk’teki saray duvarlarının önünde bulunan yalı evleri, Edirnekapı surları ve Yedikule yıkılmış, birçok caminin ve hamamın kubbeleri çatlamıştır. O kadar ki, sokaklar baca ve pencere harabeleriyle dolmuştur. Daha fenası, sarsıntılar bir saat sonra tekrar başlamış ve üç gün boyunca Avrupa ve Asya kıyıları tâ Akdeniz’den Karadeniz’e kadar titremiştir. İzmit’te gümrük, bütün gümrük tahsildarlarıyla birlikte denize düşmüş. Karamürsel’de mahkeme binası çökmüş ve kadılar altında kalarak ölmüştür. O esnada, diğer vezirlerle birlikte, Büyükdere’nin hemen karşısında bulunan Hünkâr İskelesi’nde bulunan Başvezir Raşid, kaleme aldığı imparatorluk tarihinde dışarıdaki her şeyin ve söğüt yapraklarının nasıl titrediğini anlatmaktadır.
Bunu takip eden üç yılda, 1727, 1728, 1729 yıllarında İstanbul’da üç deprem daha olmuş, ancak bunlardan sadece sonuncusu büyük ölçüde zarar vermiştir. Sultan Mahmud döneminde 1763 yılında Zilhicce ayının 15’i, salı gecesi yeryüzü iki dakika boyunca sallanmış, artçı sarsıntılar beş altı gün boyunca devam etmiştir. Bu depremde Sultan Mehmed ve Sultan Bayezid camilerinin kubbeleri kayda değer zarar görmüşlerdir. Devlet-i Âli Tarihi’nde tasvir edilen en büyük deprem 1765 yılında meydana gelen depremdir.
Hammer, son olarak kendinin de yaşadığı ilgi çekici bir hatırayı şöyle anlatıyor:
“Nihayet bu satırların yazarı, İstanbul’daki dört senelik ikameti esnasında bizzat iki hafif deprem yaşamıştır. Birincisi, şehirde posta günü telgraf yazmakta olduğum yazı masası ve kalem o yana, bu yana hareket ediyordu. (Dedik ya, aslında yer hareket ediyordu)
İkincisi ise, akşamüzeri Büyükdere’de gezinti yaparken refakat ettiğim hanımla kafalarımız birbirine çarpmış ve birbirimizi kabalıkla suçlamıştık. Tâ ki eve geldiğimizde yayılan haberlerden şehirde bir deprem olduğunu anlayınca durum aydınlandı.”
Not: Sayın Senâil Özkan tarafından tercüme edilen ve 2011’de Türk Tarih Kurumu’nca yayımlanan bu eserde İstanbul’la ilgili daha birçok önemli bilgilere yer veriliyor.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.