Havuz…

04:0024/08/2019, Cumartesi
G: 24/08/2019, Cumartesi
Faruk Aksoy

Japonya’da, imparatorluk ailesi mensupları, özellikle tahta aday olan prensler, bir uzmanı aratmayacak derecede su eğitimi alırlar. Böyle bir eğitime ihtiyaç duymaları, denizlerin ortasına sıkışmış bir ada devleti olmalarından kaynaklanır. Şartlar ne olursa olsun, ne kadar imkânsız gibi görünürse görünsün… Bir imparator zor dönemde halkını esenliğe çıkarmak, sırtını pek, karnını tok tutmak zorundadır. Bu anlayışla coğrafyaya bahşedilen bütün imkânları kullanabilme becerisine sahip olması gerekir.

Japonya’da, imparatorluk ailesi mensupları, özellikle tahta aday olan prensler, bir uzmanı aratmayacak derecede su eğitimi alırlar. Böyle bir eğitime ihtiyaç duymaları, denizlerin ortasına sıkışmış bir ada devleti olmalarından kaynaklanır. Şartlar ne olursa olsun, ne kadar imkânsız gibi görünürse görünsün… Bir imparator zor dönemde halkını esenliğe çıkarmak, sırtını pek, karnını tok tutmak zorundadır. Bu anlayışla coğrafyaya bahşedilen bütün imkânları kullanabilme becerisine sahip olması gerekir. Japon için toprakta hayat bitse de suda devam eder. Su topraktan daha kullanışlı, daha verimli ve daha kutsaldır. Suyun içinde toplanmak, bunu başarabilmek önemlidir. Japon tarihinde önemli bir yeri olan havuz/hamam kültürü bu sebeple önem kazanmış, halkın, kadın ve erkek ayrı olmak koşuluyla, ortak banyo yapması ve yüzmesi imparatorlar tarafından teşvik edilmiştir.

Eski Yunan’ın suya olan düşkünlüğü zevküsefa düşkünlüğüdür. Su kültürünün günümüze kadar ulaşan müstesna eserleri Ege havzasındadır. Su ve sütun arasındaki muazzam uyumu yansıtmak sitenin gücünü, sanat anlayışını ve eşyayı kullanmadaki ustalığını gösterir. Ege medeniyetleri için deniz sonsuzluk değil, sonsuzluk hayali kurulan bir havuzdur. Yunan, en iyi kentleri yaptığı günden beri havuzda yüzer, suyun kıyısında gösterişli bir havuz yapıp seyretmez. Suyu görmek istediğinde ya suya gider, ya dağa... Çünkü su her iki yerden de muazzam görünür.

Hint, beş bin yıldır tanrısını suda arar. Suyun kirli ya da bulanık olması fark etmez. Hint, hareket eden her sıvının, zifiri günahlarından daha temiz olduğuna inanır. Onlar kadar sudan korkan başka bir topluluk gelmemiştir dünyaya. Çamurlu suyun kenarında, karanlıktan ürken meczubun ıslık çalması gibi henüz gelmemiş sele kaptırırlar kendilerini ki; esas fırtınada biz zaten buradaydık, diyebilsinler. Hint, suyun önünü kesmez, bent yapmaz, suyu kilitlemez, suya zevk için girmez. Suyun yanında susuzluktan ölse de gövdesindeki suyu dışarı atmak için yanar kavrulur.

Roma, suların yükseleceğini düşünerek savaşçılarını suya atar, suda eğitir, Yunan’dan sonra havuzu genişletir. Roma’nın havuzlarında yüzmek, hamamlarında yıkanmak, biraz da heybetli askerlerin gösterişli vücutlarını sergilemeleri demektir. Sonra bir gün Roma asillerinden biri sarayının önüne yaptırdığı süs havuzuyla kentte bambaşka bir nam elde eder. Akdeniz’in allı pullu ışıl ışıl balıklarını yüzdürür havuzunda, çeşit çeşit deniz canlıları besler. Ta ki, yüksek mahkemedeki yargıç dostuna, sahip olmakla övündüğü süs havuzunu gösterene kadar. Yargıç havuza bakar bakar, döner budala dostuna der ki: Senin şu dilsiz hayvanlara yaptığın iyiliği ben de suçlulara yapıyorum her gün. En az senin havuzun kadar gösterişli ve heybetli bir Roma hapishanesine kapatıyorum onları. Hayvanları ne yaparsın bilemem, fakat bu havuza hapsettiğin suyu salıver… Roma, bu yargıcı yanlış anlar galiba, her tarafa süs havuzları yapar, balık yerine de suya para atar.

Sonra Müslümanların su ile imtihanı başlar. Hz. İbrahim’i yakmayan ateş, cenneti su ile müjdeler. Cennet sulak bir yerdir, böyle bilir, böyle inanır Müslümanlar. Kuruyan dudaklara, harlanan gönüllere, çatlayan topuklara rahmettir su… Su sesi, cennet sesidir, Hacer oğlu İsmail’in ayağına vuran dalganın nefesidir, böyle inanır Müslümanlar. Su, Allah’ın huzuruna durmadan önce altından geçilen son şelaledir. İsraf edilmez, yatağı değiştirilmez, kirlense bile toprağın süzgecinden geçince bir kere abdest alacak hale gelir, helâl olur.

Osmanlı’da su, çınarı besleyen, devleti dirilten, minarenin boyunu yükselten bir âb-ı hayattır. Su ile şaka olmaz, suda oynanmaz, suya hürmetsizlik edilmez. Taş kanalın içinde taşınır, varacağı yere selametle varır. Osmanlı’da su çeşmeden akıtılır, akan suda yıkanılır. Osmanlı’da hamam vardır, havuz yoktur, olan da Osmanlı’dan değildir. İçerken bile oturulan şeyin içine üryan girilmez, zevk için ziyan edilmez.

İki aydır, tam iki aydır…

Şu evin balkonundan bahçeye bakıyorum, sabah bakıyorum, akşam bakıyorum, güneşte bakıyorum, yağmurda bakıyorum.

Çimenliğin ortasına yerleştirilen dinozordan bozma, timsah kılıklı, heybetli olma telâşıyla kendini küçük düşüren, kirden yerin dibine giren, iki gariban sazanın birbirini kovalayıp durduğu şu anlamsız süs havuzunu buraya kim, neden yaptı, diye düşünüp duruyorum.

Hiçbir şeye benzemeyen bu şeyi…

Bir Japon, bir Yunan, bir Hintli, bir Romalı, bir Müslüman Osmanlı yapmadığına göre…

Bu acayip şeyi buraya kim yaptı, bunu gerçekten merak ediyorum.

#Su
#Eğitim
#Havuz
#Hamam
#Roma
#Osmanlı
#Japonya
#Hz. İbrahim