Bir hikâyenin izinde günü düşünmek: “Açlık Sanatçısı”

04:002/05/2025, Cuma
G: 2/05/2025, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

Hayatı bütünlemek için her zaman hikâyeye ihtiyaç duyarız. Ne ki olmakta olanın hikâyesini anlatma becerisini hızla yitiriyoruz. Dikkatinizi çekiyordur muhakkak, son yıllarda “o bir hikâye anlatıcısı” diye bir takdim dolaşıyor ortalıkta. Tanıtımlar, kampanyalar “o bir hikâye anlatıcısı” diye parlatılsa da ortada dolaşanların, ekran parlatanların anlattığı, kapitalist sisteme işlevsel yama olarak iliştirilmiş kaba bir performans. Hikâye anlatmak metre metre cümle kurmak, edalı edalı kelime dizmek

Hayatı bütünlemek için her zaman hikâyeye ihtiyaç duyarız. Ne ki olmakta olanın hikâyesini anlatma becerisini hızla yitiriyoruz.

Dikkatinizi çekiyordur muhakkak, son yıllarda “o bir hikâye anlatıcısı” diye bir takdim dolaşıyor ortalıkta.

Tanıtımlar, kampanyalar “o bir hikâye anlatıcısı” diye parlatılsa da ortada dolaşanların, ekran parlatanların anlattığı, kapitalist sisteme işlevsel yama olarak iliştirilmiş kaba bir performans.

Hikâye anlatmak metre metre cümle kurmak, edalı edalı kelime dizmek değildir.

İyi bir hikâye, felsefe, sosyoloji, tarih ve eleştirinin sentezini barındırır ve içinde barındırdığı öz, yıllar boyunca tekrar tekrar güncellenir. Mesela Kafka’nın “Açlık Sanatçısı” adlı hikâyesi. Bendeniz için Kafka’nın en etkileyici hikâyesi “Açlık Sanatçısı”. Çünkü o hikâyede dün ile günü, gün ile yarını birleştiren kuvvetli bir damar mevcut. Hikâye, bedenin sergilenişine, beden aracılığıyla yapılan performansa dair çarpıcı bir ön okuma sunuyor.

Hikâyenin kahramanı açlığını gösteriye sunmuş bir sanatçı: Açlık sanatçısı.

İçine tıkıldığı kafesten hoşnut, başkalarını ancak eğlendirerek var olmaya razı, ilgiyi ayakta tutmak ve ilgi ile orantılı olarak takdirleri toplamak için “aşağılanmayı” göze alan “açlık sanatçısı”nı, günümüzün bazı sosyal medya fenomenlerinin atası olarak kabul etmek mümkün.

“Son on yıldır açlık sanatçılarına olan ilgi ciddi anlamda azaldı.”

Kafka, hikâyesine böyle başlıyor. Demek ki bir zamanlar kişilerin ne kadar aç kalabildiği bir sanat olarak ortaya konuyormuş. Hikâye şöyle devam ediyor:

“Bir zamanlar herhangi bir işletmenin böyle pahalı bir gösteri sergilemesi kazançlı bir iş iken şimdi bu nerdeyse imkânsız. Artık dünya değişti. O zamanlar tüm şehir halkı açlık sanatçıları ile ilgilenir, katılım bir oruç gününden diğerine arttıkça artardı. Herkes günde en az bir defa açlık sanatçısını görmeyi isterdi. Açlık orucu devam ederken bütün bir gün küçük kafesin önünde oturan müdavimler olur, geceleyin etkiyi daha da arttırmak için elleri meşaleli izleyiciler bile ortaya çıkardı. Güzel havalarda kafes dışarı çıkarılır ve açlık sanatçısı özellikle çocuklara sergilenirdi. Açlık sanatçısı o zamanlar sadece moda olduğu için ilgilenilen sadece bir eğlence aracı iken çocuklar büyük bir hayret ile onu izlerdi. Kendilerini güvende hissetmek için el ele tutuşur ve ağızları açık bir şekilde siyah dar kıyafeti içinde omurgaları dışarı fırlamış soluk benizli açlık sanatçısının bir sandalyeye dahi tenezzül etmeksizin yere saçılmış saman yığınları üzerinde öylece oturuşunu, sahte bir gülümsemeyle kibarca kafasını sallarken soruları cevaplayışını ve ne derece zayıf olduğunu insanlara göstermek için parmaklıklar arasından kolunu uzatışını seyrederlerdi...”

Açlık sanatçısının sergilediği “açlık” görünür bir şey midir? Ya da ne kadar görünebilir?

Açlık sanatçısı sirk alanında hayvan kafeslerinin yanındaki bir kafesin içinde hiç yemek yemediğini sergiler. Onun gösterdiği performans, yiyeceklere olan mesafesidir. Ne ki aç kalma sanatı kısa sürede gözden düşer, insanlar onun kafesinin yanından şöyle bir bakıp geçerek vahşi hayvan kafeslerine doğru yürürler.

Açlık sanatçısı seyircilerin ilgisini yeniden üzerinde toplamak için açlığını kesintisiz bir şekilde sürdürür, asla ağzına bir lokma koymaz ama insanlar onun “bu performansını” kanıksarlar ve artık ilginç bulmazlar. Başlangıçta açlık sanatçısının kaç gün aç durduğu önemli iken zaman içinde onun aç duruşu ehemmiyetsiz bulunur, hiç kimse, hatta sanatçısının kendisi bile günleri saymaz hale gelir.

O hâlâ açtır ama onun ne kadar aç olduğunu ne merak eden kalmıştır ne de bedeninin gittikçe kuruyan, yok olan hacmini hayretle seyreden.

Açlık sanatçısının gösterdiği açlık performansı başkaları tarafından “inanılmaz” göründüğü için önemsenmez olmuş, açlık sanatçısı kafesinin içinde gittikçe yalnızlaşmıştır.

Bir gün bir yetkili bu sapasağlam kafesin neden kullanılmadığını sorunca sirk görevlileri birden hatırlar açlık sanatçısını. Saman dolu kafesin içinde görünürde hiçbir şey yoktur. Görevliler sopalarla kafesi eşeleyince açlık sanatçısını bulurlar.

“Hâlâ açlık orucunda mısın? Buna ne zaman bir son vermeyi düşünüyorsun?” diye sorar yetkili.

“Lütfen beni bağışlayın.”

“Elbette seni bağışlarız.”

“Daima açlık gösterilerimi takdir etmenizi istemişimdir.”

“Takdir ediyoruz zaten.”

“Fakat takdir etmemelisiniz”

“O zaman takdir etmeyiz, ama neden?”

“Çünkü ben aç kalmak zorundayım. Başka türlü yaşayamam.”

“Çok garip, neden başka türlü yaşayamazsın ki.”

“Çünkü sevdiğim yiyeceği bulamıyorum. Eğer bulabilseydim, inanın bana, ben de siz ve diğerleri gibi karnımı tıka basa doyururdum.”

Bunlar açlık sanatçısının son sözleri olur. Onun ölümünden sonra kafesi temizlenir ve genç bir pantere verilir.

Öykü, Kafka’nın hayatta iken yayınlanan son eserinde yer alıyor. Aynı ismi taşıyan kitabın içindeki öyküler, sirk dünyasına ait değişik performanslar ve performansları takdir biçimleri üzerinden ilerliyor.

“Açlık Sanatçısı” öyküsünü Hunger isimli Tayvan filmi ile eşleştirmek mümkün. Kafka “Açlık Sanatçısı”nın performansını kelimelere yüklemişti, Tayvanlı yönetmense tokların yemek yemek için gösterdiği performansı ortaya koyuyor.

“Açlık Sanatçısı”nın güncel versiyonu için, başkalarının ilgisine muhtaç, başkalarının ilgisi üzerinden hayatını devam ettirmeye mahkûm olan “içerik üreticisi”nin gösterdiği performans ve emeğe dikkat kesilmek gerekiyor diye düşünüyorum.

Meraklısı için notlar:

Öykü bazı çevirilerde “Açlık Şampiyonu” olarak isimlendirilmiş. Çeviri farkı maalesef sadece öykünün başlığında değil muhtevasında da ortaya çıkıyor.

“Açlık Sanatçısı” bedenini aç bırakarak teşhir ediyordu. Bizler, dijital kültüre benliğini kaptırmış olanlar, ruhunu aç bırakarak daha ne kadar insanlıktan çıkılabileceğini ortaya koyanları seyrediyoruz ekran ekran.

#hayat
#hikaye
#Fatma Barbarosoğlu