Dünden, günden bayram tanıklıkları...

04:006/06/2025, Cuma
G: 6/06/2025, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

Kıymetli okuyucularım, otuz yıldır “burada”yım. Çok bayramlar geçirdik. Çok bayramlardan geçtik. Gâh teselli niyetine bayramlaştık, gâh bayram ibadettendir diye en acı zamanlarımızda birbirimizi bayrama davet ettik. Ama bu bayram.... Ama bu bayram.... Bir kelime aradım. Aylardır bir kelime aradım bayrama bayramlığını, günün tanıklığı ile giydirip kuşatmak için. İstedim ki o bir kelimeye Gazze’nin şehadetinden kalan kalp katılığımızı, zalimlerin zulmünü, müminlerin taştan demirden sukutunu hapsedeyim.

Kıymetli okuyucularım, otuz yıldır “burada”yım.

Çok bayramlar geçirdik. Çok bayramlardan geçtik. Gâh teselli niyetine bayramlaştık, gâh bayram ibadettendir diye en acı zamanlarımızda birbirimizi bayrama davet ettik. Ama bu bayram.... Ama bu bayram....

Bir kelime aradım. Aylardır bir kelime aradım bayrama bayramlığını, günün tanıklığı ile giydirip kuşatmak için.

İstedim ki o bir kelimeye Gazze’nin şehadetinden kalan kalp katılığımızı, zalimlerin zulmünü, müminlerin taştan demirden sukutunu hapsedeyim.

Tek bir kelime kalbimizin karasını, umudumuzun yarasını, tanıklığın acı tecrübesini tohum olup toprağa karıştırsın istedim.

O tek kelimeyi bulamadım. Belki de kelimenin harflerini içimde kaybettim. Kaydedecek iken kaybettim belki de...

Hal böyle olunca değerli arkadaşım Nazife Şişman ile hazırladığımız Kadınların Dilinden Dün Dökümü adlı kitabımızdan bayram temalı kısa bir alıntı sunmak istedim. Dilerim bayram sohbetlerinizde, iyiyi iyiye, güzeli güzele katacağınız harç için bir maya olur.

Buyurun:

BİLGE KAZAZ

1943 doğumlu olan Bilge Kazaz’ın dedesi ve babası çiftçidir, köyleri vardır. Toprak reformu sonrası mülklerinden yedi köy çıkar. Cenaniler’in kızı olan anneannesini[1] “Osmanlı kadını” olarak tanımlayan Bilge Kazaz’a göre, hem anne hem baba tarafı yedi sekiz kuşak geriye kadar sayılabilen, Antep’in yerlisi ve ileri gelen kimseleridir. Bilge Kazaz üç kız üç erkek, altı kardeşten biridir. Çocukluğu, babaannesi ve amcası ile birlikte oturdukları bir Antep evinde geçer. Doktor olan amcası Nizamettin Özgül’ün muayenehanesi de evin üst katındaki odalardan biridir. Küçük Bilge, amcasının Adana’dan gelin gelen hanımına hayrandır. Çünkü yengesi Kız Enstitüsü mezunudur, güzel giyinir ve pasta yapmayı bilir. Amca ve yengesinin yönlendirmesiyle ve Antep’in bütün ileri gelen ailelerinin kızlarının o okula gittiği gerekçesiyle Bilge Hanım da Kız Enstitüsü’ne gider. Henüz öğrenci iken, on beş yaşında, kendisinden dokuz yaş büyük olan Ali Kazaz ile nişanlanır. İki sene sonra okul biter ve evlenirler. Antep evi ile apartman arası diye nitelediği bir eve, kayınvalidesinin yanına gelin gider. Bu evlilikten iki kızı, bir oğlu olur. Gelin gittiği aile mutaassıp olduğu için uyum sağlamak maksadıyla başını örtmeye tevessül eder. Fakat eşi izin vermez.

Ekonomik olarak ihtiyaç duymadığı halde dikiş diker, nakış yapar. Kendisini “yetiştirmek ve donatmak” için küçük çocukları olmasına rağmen Akşam Sanat Okulu’na gider. Çocuklarını evlendirdikten sonra, çalışmayan hanım olma üzüntüsü daha da belirgin hale gelir. Çeşitli sivil toplum örgütlerinin etkinliklerine katılır. Gaziantep Kültür Sanat ve Edebiyat Derneği’ne gider, şiirler yazar. Şiirlerini “Kırkından Sonra Şiir” adıyla yayınlar. Kızı 40 yaşlarında iken ailecek katılırlar dernekteki koro çalışmalarına. Bilge Hanım’ın şiirlerine eşi besteler yapar, kızı Ayşenur da onları sahnede okur. 2013 yılında eşini kaybeder. Kendisi hiç fotoğraf çekmediği halde kendi ailesinden başlayarak Gaziantep’in ileri gelen ailelerinin tarihine ve kültürel yaşamına dair bir fotoğraf arşivi oluşturur. Bunları “Gaziantep’i Konuşturan Fotoğraflar” adıyla yayınlar. Bilge Kazaz Antep Harbi’ni konu alan bir fotoğraf kitabı da dâhil olmak üzere çeşitli fotoğraf seçkileri yapmaya devam ediyor.

Nişan, hanımlar arasında yapıldı. Sonra ben iki sene okula gittim geldim. Okulu bitirdim. Nişanlımla görüşmüyorum. Ailesi gelip gidiyor bayramlarda. Başka zamanlarda da geliyorlar, gidiyorlar. Hediye getiriyorlar, Ramazan’da altı yedi tepsi tatlı. Her çeşidinden birer tane, büyük büyük tepsilerle tatlılar gelirdi. Öyle, Antep’te usül öyle. Bir Kurban Bayramı’nda kurban geldi. Bizde âdettir, kurban gelir; sen de onları bayramın ikinci günü veya bayram ertesi yemeğe çağırırsın. Bizim evin hayatında yemekler yapıldı, teyzelerim, teyzem kızları gelip yardım ettiler. Sofralar kuruldu. Oğlan evinden de misafirler geldi, yemekler yendi. Nişanlı yok, kadın kadına. Yani bizim açımızdan olabilirdi, ama eşimin ailesi kapalı idi. Onun için olmuyordu. Ona da babaannem bile üzülüyordu, neden damat gelmiyor gitmiyor diye. Annem onun için pek düşünmedi beni vermeyi. Fakat evlendikten sonra çok mutlu bir hayatımız oldu. Çok dışa dönük yaşadık.

REMZİYE GÜNER MAHRAMANLIOĞLU

Remziye Mahramanlıoğlu 1944 yılında yedi çocuklu bir ailenin altıncı çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası otel kâtibidir, okumayı sever. Evlerinde Cumhuriyet gazetesi, Akbaba dergisi okunur, ama kardeşler arasından bir tek o hiç okula gönderilmez. On dokuz yaşında evlenir. Oto tamircisi olan eşi evlendiklerinde 25 yaşındadır. Bir oğlu beş kızı olur. Enstitü mezunu olan ablasına dikiş diktiği için özenir, ama o dönemde öğrenemez. Sonradan, eşinin halasını izleyerek dikiş dikmeyi öğrenir. Altı çocuğunu dikiş dikerek büyütür. Kızları ev işlerini yaparlar, büyük olan küçüğün bakımını üstlenir. Kitaplar okunan, dergilerle haşır neşir bir evde büyümüş olmasına rağmen kızlarını okutmaz, “aldım aldım gelin ettim” der. “Yarım saatlik elbise” diye andığı parçalar dikecek kadar pratik kazanıp çok dikiş dikmesine rağmen ticaretin daha kârlı olduğunu görür. İstanbul’daki müşterilerine salça ve Antep işi, Antep’teki tanıdıklarına ise İstanbul ve Bursa’dan getirdiği ürünleri satar. Girişimci bir kişiliğe sahip olan Remziye Mahramanlıoğlu “Pollyannacılığın kralını oynadım” diye ifade ettiği mutlu bir hayat geçirdiğini söylüyor.

Sırma bitirdi bizi, şuralarımız nasır olurdu deri kesmekten. Terzilik, artı dökük, deri dik dik, her bayram sabahı şu kadar çıt çıt fermuar dikerdik. Bu maddi sıkıntılar sana mesleği öğretir. Öğretmen arkadaşım var, kulağı çınlasın. Babası için lahmacun yaptırdı, “Babam beni okuttu, bu Elham’ı ona okuyun” dedi. Oturdum düşündüm. “Solmaz Hanım, beni de kocam okuttu” dedim. “Beş diploma verdi; yetiştiremedi önlük diktim, yetiştiremedi dikişe başladım, yetiştiremedi nakış, sırma, ticaret... Beş diploma verdi bana” dedim. “Vallahi Allah rahmet etsin” dedi. Kalp daralmadan göz yaşarmaz. Kul sıkışmadan Hızır yetişmez. Kolay öğrenilmez bir şey.

….

ZÜLAL GÖĞÜŞ ATAY

1945 yılında, bugün Emine Göğüş Mutfak Müzesi olarak kullanılan Antep evinde dünyaya gelen Zülal Göğüş Atay, gazeteci Oğuz Göğüş’ün kızıdır. Antep Harbi’ni bizzat görmüş ve yaşamış olan babasından ve hala dediği, babasının amcakızı, Antep gazisi, arkeolog Sabahat Göğüş’ten harp anılarını birebir dinlemiştir. Bu sebeple “Benim hamurum Antep Harbi ile yoğrulmuş” der. Altı kardeşten ikincisidir. Erkek kardeşlerin hepsi üniversite okur, Zülal Göğüş Antep Lisesi’ne başlar, fakat bitirmeden bırakıp Müftüzadeler denilen Atay ailesinden Mahmut Atay ile görücü usulü evlenir. On altı yaşındadır. Eşi kendisinden on dört yaş büyüktür. Yaşı küçük olduğu için kayınvalidesinin yanına gelin gider. Kayınvalidesi ve kayınpederi aslen Kars kökenlidir. O yüzden sabah kahvaltısında çay içilir.

Kabul günleri, sosyal hayatının önemli bir parçası olan Zülal Göğüş’ün kendi ifadesiyle “çok güzel bir evliliği” olur. Annesini, babasını ve eşini ardı ardına kaybeder. Eşini kaybettiğinde elli iki yaşındadır. Hayatının bundan sonraki döneminde daha önceden de katıldığı Yardım Sevenler Derneği, Gaziantep Kolej Derneği çalışmalarına ağırlık verir. Babasının fotoğraf arşivi kendisindedir. Asım Güzelbey’in belediye başkanlığı döneminde bu fotoğraflardan bir sergi açar. Sergideki fotoğrafları albüm olarak yayınlar (M. Oğuz Göğüş Arşivinden Antep). Ardından Antep Harbi’ne, harpte yer alan kadınlara dair fotoğraf derlemelerinden oluşan kitaplar hazırlar.

Yalnız insanlar gazi değil, yalnız insanlar şehit değil. Bizim camilerimiz, okullarımız, hastanelerimiz, hatta ağaçlarımız, hatta kuşlarımız, börtü böceklerimiz de gazi ve şehit olmuşlardır. İnsanlar çekirge toplayarak beslenmişler. At leşlerini paylaşarak karınlarını doyurmuşlar. Hatta bir arkadaşım, babasına; “Baba, et kokusu var. Kurban Bayramı mı geldi?” diye soruyor. Çok yoksulluk geçirmiş Gaziantep.

FAHRİYE ERCİŞLİ

Fahriye Ercişli, 1945 doğumlu. On iki yaşında evlenen bir annenin kızı. Beş kardeşi olan Fahriye Ercişli on yaşındayken babasını kaybeder. Eşinden boşanmış olan idadi mezunu amcası, kardeşinin yetimlerine hor bakılır endişesiyle bir daha evlenmez. Yeğenlerinin eğitimiyle yakından ilgilenen amca, Fahriye Ercişli’nin eğitim görmesinde teşvik edici bir rol oynar. Fahriye Ercişli önce meslek lisesine gider, ama “ameli dersleri” yani dikiş, nakış gibi uygulamalı dersleri çok sevmez. Okuldaki Fransızca öğretmeni Fahriye Hanımın hayatını değiştirecek bir olay anlatır. Bunun üzerine meslek sahibi olmasının şart olduğunu düşünür ve Kız Enstitüsü’nden ayrılıp fark derslerini vererek liseye, ardından İstanbul Hukuk Fakültesi’ne gider.

Fahriye Ercişli Gaziantep’te serbest avukatlık yapan ilk kadınlardan biridir. Fakat o yıllarda Gaziantep’te kadın avukat olmak hiç de kolay değildir. Bu zorluk onu daha sonra kurum avukatlığı yapmaya yöneltir. Böylece Bağ-Kur’da sistemi kuran ilk avukatlar arasında yer alır. Yirmi yedi yaşında evlenir, eşi ile aynı yaştadır. İki çocuğu olur. On iki yıllık evlilikten sonra eşinden ayrılır. Mesleğini yirmi altı yıl icra eden Fahriye Hanım, avukatlıktan emekli olur. Halen, kendi fabrikalarını işleten oğluna ve kızına malî danışmanlık yapmaya devam ediyor.

Karı-koca kavga ediyorlar, oğlan biraz darp ediyor, aile şikâyet ediyor. Oğlan bana geldi. Sulh Ceza’da ceza alacak. “Gel sen eşinle anlaş, sonra ayrılmak istiyorsan ayrıl, yoksa hapis yatarsın” dedim. Neyse anlaştılar ve bu arada kızın annesinin aktif faaliyeti var. Bunlar birleştiler, gittiler, dava da düştü. Sabaha, ertesi gün galiba Ramazan Bayramı olacak, yazıhaneme girdim, oturdum, bir de baktım karı-koca geldiler. Ben de onları görünce sevindim, “Hoş geldiniz” dedim. “Biz” dediler, “nüfus cüzdanlarımızı getirdik, boşanacağız.” “Niye?” Bayramın birinci günü, kadın diyor ki: “Önce benim anneme gidelim.” Oğlan da diyor ki: “Benim anneme gidelim, oradan da çıkalım oraya gidelim.” Dava bu. Ben de biraz böyle bilmiyorum patavatsız mı desek yoksa rahat mı… “Hadi oradan sizi gidi utanmazlar” dedim. “Benim hiç mi canım yok? Benim kocam bir gün gelmedi benim ailemin yanına. Ben her sene giderim kocamın bütün sülalesine, bu neymiş!” dedim, hadi yallah. O zaman evliydim. Gönderdim. On dört sene sonra adam Bağ-Kur’da yanıma geldi, tekrar çocukları olmuş.

Bayramlaşma:

Kurban Bayramınız mübarek olsun, bayramınız ibadet şuuru ile dolu olsun.

Güçlünün güçsüzden, zenginin fakirden, meskunun misafirden mesul olduğu bir bayram ile donansın zamanın ve mekanın ruhu. Kabe-i Muazzama’ya varanlardan, Arafat’ta Vakfe’ye duranlardan olalım inşallah.


#Kurban Bayramı
#Gazze
#Fatma Barbarosoğlu