Müslüman Kadın Kimliği II

04:0017/10/2025, Cuma
G: 17/10/2025, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

Tanzimat modernleşmesi, Müslüman kadınların okuma yazma bilmesi, iyi bir eğitim alması gerektiğine dair tartışmalar eşliğinde, Cumhuriyet modernleşmesi, Batılı hemcinsleri gibi olabilmesi için erkeklerin yaptığı her işi yapan yeni Türk kadını kimliği üzerine inşa edildi. Bu inşa, 20. yüzyıl modernleşme politikalarının hemen hepsinin ortak noktası. Nitekim 24 Ekim 1917’de gerçekleşen Bolşevik Devrimi de hem cephenin hem de gündelik hayatın bütün mesuliyetini kadınların üzerine yıkarak, geçmişten

Tanzimat modernleşmesi, Müslüman kadınların okuma yazma bilmesi, iyi bir eğitim alması gerektiğine dair tartışmalar eşliğinde, Cumhuriyet modernleşmesi, Batılı hemcinsleri gibi olabilmesi için erkeklerin yaptığı her işi yapan yeni Türk kadını kimliği üzerine inşa edildi. Bu inşa, 20. yüzyıl modernleşme politikalarının hemen hepsinin ortak noktası. Nitekim 24 Ekim 1917’de gerçekleşen Bolşevik Devrimi de hem cephenin hem de gündelik hayatın bütün mesuliyetini kadınların üzerine yıkarak, geçmişten kopup geleceğe yelken açtı. SSCB’nin yıkılışının en acı faturası, tıpkı Çarlık Rusya’sından kaçan “haraşolar” gibi “Nataşa”ların üstüne kaldı.  

Seküler devrimler gibi “İslami Devrimler” de “imaj yönetimi”ni kadınlar üzerinden yürütüyor. Bakınız Afganistan, bakınız İran İslam Cumhuriyeti. Yönetici erkekler, muktedir erkekler, gelecek tasavvurlarını iki yüz yıldır kadınlar üzerinden tanımlamaya devam ediyor.  

 2017 yılında İsmet Özel, başörtülü kızların felsefe bilmesi gerektiğine dair yazılar yazdı. Neden cümle “Müslümanlar felsefe bilmeli” diye kurulmamıştı da “Başörtülü kızlar felsefe bilmeli” diye kurulmuştu? Kadınlar felsefe bilmeli değil, başörtülü kadınlar felsefe bilmeli, diyor şair. 

 Geçen hafta yayımladığım yazıya gelen okuyucu yorumlarında sevgili Nazan Bülbül, yaşananları fazla genellediğimi söyleyerek gönül koymuş. Haklıdır. Ama teklifte bulunmak için tasvir yapmak şarttır ve tasvire ister istemez genellemenin gölgesi düşer. 

Lakin değerli okuyucularımın genelleme yaparken adil olduğumu görmelerini temenni ediyorum. Mesela benim satırlarımda asla bazı özneler dışarda tutularak “diğerleri” imha edilmez. Ne demek istediğimi değerli şairimiz İsmet Özel’in satırları üzerinden aktarayım:

 “Benim kızlarım Türkiye’de başörtüsü ve İmam Hatip Okulları düşmanlığının haysiyet kırıcı tesirine maruz kaldı. Bir zaman dilimi içinde neler oldu? Neler olmadı? Ne günlere kaldık! Bütün olan bitenler tahtında aklınıza “Sadece senin kızların mı?” suali takıldıysa tahmin ettiğiniz cevabım hazırdır: Evet sadece benim kızlarım. Diğer bütün başörtülü kızlar siyasal İslam’ın estirdiği rüzgarlar altında sürüyle sürüklenmenin tadını gözlerimin önünde çıkaranlardı. Hepsi kargayı kılavuz olarak seçenlerdi. Üstelik onların içinden zalimlerle üstü örtülü, gizli kapaklı beraberliğini yürütenler hiç eksik olmadı. Kızlarımın ikisi de istiskal edici badireyi kahvaltı düşkünü kargaya nanik yaparak yüzlerinin akıyla atlattı. Babaları olarak her ikisiyle de müftehirim. Şimdi artık birer anne olan her ikisine müteşekkir ve minnettarım.” (Başını Örten Kızlar Felsefe Bilmelidir, s.38)

…  

Dünü güne bağlamaya çalıştığım bu girişten sonra geçen hafta kaldığımız yerden devam edelim…Yani 1999 yılında meseleye nereden baktığımıza dikkat kesilelim.

 Nazife Şişman: Başörtüsü ile ilgili tartışmaları, kimlik ve tanınma kavramları çerçevesinde değerlendirecek olursak, Giddens’ın söylediği gibi, bir giyim tarzı olarak başörtüsünü bir kimliğin dışa vurumu, sembolik anlatımı olarak kabul etmemiz mümkün müdür?

 Fatma Barbarosoğlu: Şunu tespit etmemiz lazım. Başörtüsünü Batılı sosyologların kavramlarıyla açmaya, belirlemeye çalıştığımız zaman, laikçi kesim ile ortak bir dile daha kolay kavuşacağız belki. Ama öbür taraftan kendi meselemizi çok yabancılaştırmış olacağız. Perspektifin netleşmesi açısından yabancılaştırma bazen gerekli olabilir. Ama söz konusu başörtüsü olduğunda, bunun çok sağlıklı olmayacağını düşünüyorum. Niçin böyle düşünüyorum? Çünkü sosyolojik olan, gözleme dayalı olandır, biliyorsunuz. Bu dışsal gözlemi zaten pek çok insan yapıyor. Biz de dışardan görünmeyenin kendi tecrübemizi de katarak bir boyutunu görünür kılabiliriz belki. Fakat bu, başörtüsünün ontolojik muhtevasını aşındırmak manasına geleceği için, çok tercih edilebilir bir şey değildir.

Bir genç kızın ya da kadının başını örtme süreci, biliyorsunuz, pek çok romanın, hikâyenin konusu oldu. Hatta bu türde yazılmış romanları, hidayet romanları adı altında kategorileştirmek bile mümkün. Bu romanlardan hareketle filmler çekildi vs. Ama hiçbirisi başını örtmeyi düşünmeyen hatta başörtüsüne çok karşı olan bir insanın içinde titreyen bir damar yakalamaya yönelik çalışmalar değildi. Karton çalışmalar. “Nasıl örtündüler?” gibi kitaplar yayınlandı. Topluma mâl olmuş birtakım isimlerin nasıl örtündüğünü anlatan kitap/kitaplar… İnsanın ilahî olanla bağ kurması, anlatılacak bir şey değil. Başka bir boyuta geçiyorum ama, mesela bana çok yabancı gelen bir kitap var: Su Üstüne Yazı Yazmak. Müslüman olmuş bir Batılının şeyhi ile olan ilişkisi. Kuşeyrî okumak kadar yakın gelmedi bana bu kitap. Metafizik olanı, kelimelerin gövdesi taşımıyor.

 Nazife Şişman: Başörtüyü konu alan bu kitapların arasında, istisna da olsa hiç olumlu bir örnek yok mu?  

Fatma Barbarosoğlu: Bu türün dışında benim okuduklarım içinde tek bir istisna var. Başörtüsüne karşı bile olsa, bir genç kızın insani hikâyesi için katı bir kalbin titremesini sağlayabilecek olan, Mustafa Kutlu’nun Yoksulluk İçimizde adlı hikâye kitabı. Bir de tersinden bir hikâye var. Halime Toros’un Halkaların Ezgisi adlı romanı. Kahraman başörtülü biriyken başını açmıştır. Başını örttüğü yıllar boyunca bir dizi toplumsal baskı görmüştür. Ve sonunda başını açmıştır. Yanlış çağrışımların izinden yol almadıysam eğer, başı örtülüyken toplumla kavgalı olan kahramanımız, başını açtıktan sonra kendisiyle kavgalı olmuştur. Yani iç huzurunu kaybetmiştir. Şimdi başı örtülü olduğu zamandan daha dindar olduğunu, önce kendine sonra sürekli olarak etrafındakilere ispat etme yükümlülüğü altına girmiştir sanki. Başörtüsünün sembolden başka bir şey olduğunu, bu kitap çok iyi anlatıyor. Kaç kişi benim sürdüğüm satır arası izlerde yolculuk yapıp bu sonuca ulaştı bilemem. Ama başörtüsü sadece bir sembol olsaydı, Halkaların Ezgisi’nin kahramanının, başını açtıktan sonra iç dengesini yitirmemesi beklenirdi. Diyelim ki o bir roman. Kahramanı sanal bir dünyaya ait. Gerçek hayatı konuşalım o vakit. Başı örtülüyken sonradan başını açmış arkadaşlarınız vardır. Benim de var. Her iki uçta hem de. Yani başı örtülü birine göre çok daha fazla zühd ve takva içinde bir hayat sürdürenler de var; başını açtıktan bir hafta sonra mini etek giymeye başlayanlar da. Fakat bu iki uç tipi ortak bir çizgide birleştiren bir nokta var. O da şu: Hayatlarında başörtüsü daima bir milat olarak kalıyor. Başörtüsünden evvel ve başörtüsünden sonra diye. Ve başını açtıktan sonraki hayat her iki uç için de asla “dün kadar güzel” olmuyor. Bir bakıma Halkaların Ezgisi de hiçbir şeyin ‘dün kadar güzel’ olmadığının hikâyesi. Anlatıcının aksi yöndeki bütün gayretlerine rağmen.  

Hâlbuki başörtüsü bir sembol olsaydı, hayatı keskin bir bıçak gibi ikiye bölmezdi. Sembolleri takarsınız. Sonra çıkarırsınız. Dışa aittir. Kimliğinizi görünür kılmak üzere kullandığınız semboller bile dışa aittir. Başörtüsüyle ilgili olarak vurgu kimliğe yapıldığı zaman, işin dünyevi boyutu ağırlık kazanıyor gibi geliyor bana. Belki de yanılıyorum. Başörtüsü kimliğin sembolik dışa vurumu olabilir diye düşündüğümde, Allah ile kul arasındaki mesafeyi kısaltmak üzere başlaması gereken yolculuğun başlayamayacağını düşünüyorum. Bizden önceki kuşak için bu yolculuk önemliydi. Ama onlar başörtüsünü kimlik olarak görmüyordu. Bunun üzerinde herkesin yeni baştan düşünmesi gerekmiyor mu? 

Nazife Şişman: Evet, ama modernite de belli bir kimlik vurgusunu dayatıyor. Kimlik, “kim olduğumuz, nereden geldiğimiz” anlamına gelir. Böyle olduğu için de zevklerimize ve arzularımıza, kanılarımıza ve umutlarımıza anlam kazandıran art alanı sağlar. Gerek bireysel gerekse toplumsal manada kimliğin oluşması ve tanımlanmasında, belirli bir zaman ve mekânda “öteki” olarak algılanan şahıslarla kendini kıyaslama ve farklılığını belirleme temel alınmaktadır. Bu çerçevede değerlendirildiğinde başörtülü dindar kadınlar, laik kentli kadınların kimlik tanımlarının oluşması için bir “öteki” işlevi görmüştür diyebilir miyiz? Zira tesettürlü kadınların kamusal alanda yer alışları, hep bir karşıtlık üzerinden ele alındı. “Öteki” tanımlaması, kamusal alana giriş mücadelesinin ana payandasını oluşturdu…

 Fatma Barbarosoğlu: Bu tanımlama etrafında yeniden düşünelim. Başörtüsü bir kimliktir dediğimizde -ki ben başörtüsünün bir kimlik değil, bir kimliği olanların kullandığı örtü olduğunu vurgulamaktan vazgeçmeyeceğim- kim olduğumuza cevap veriyor mu? Evet, dindar bir insan. Başını örtüş şekline göre de birtakım kategoriler yapılıyor, biliyorsunuz. Nereden geldiğimize cevap verir mi? Sosyolojik açıdan yaklaşanlar için evet. Kırsal kökenden gelen insanların kullandığı bir şeydir. Yedi göbek kentli kadınların gençlerinde başörtüsüne rastlanmaz. Başörtüsü zevklerimizi, arzularımızı belirler mi? Belirlenen kısım, haramdan kaçınılması gereken ve nelerin haram olduğu kısmıdır. Fakat diğer yandan, helal olan da çeşit çeşittir. Ve helal olanda da bir zevk inceliğine ulaşmak tabii ki mümkündür.

 Ama başörtüsünü sosyolojik bir kategoride saklı tutmak isteyenler için başörtülülerin zevki kitchdir. Bu yüzden opera dinleyeceğim diyen bir başörtülü, farklı bir kimlik olarak ‘olay’ olur. Sizin kullandığınız tanımdan devam edelim. Başörtüsü kanılarımıza, umutlarımıza anlam kazandıran bir art alan oluşturuyor mu? Kanılar için evet. Umutlar için hayır. Okulunu birincilikle bitirse bile birinciliği kendisine verilmeyen, mesleğini icra edemeyen bir konumda umuttan söz edilebilir mi? Hayır. Umut değil, fakat bir direnç noktası sağlıyor. Zaten başörtüsüne sadece sosyolojik açıdan bakanların meseleyi anlayamamasının ve anlayamadığı için de siyasi bir eylemin sembolü olarak tarif etmeye kalkmasının sebebi bu. Başörtüsü, size yapılan her türlü haksızlığa neden direnç gösterdiğinizi ve nasıl direnç gösterdiğinizi anlatabilecek bir ögedir. Ama ortalıkta bunu anlamaktan korkmayacak insanların olması gerekiyor.

#İslam
#toplum
#kadın
#Fatma Barbarosoğlu