Türkiye’nin İİT dönem başkanlığı sırasında ABD’nin Kudüs’ü başkent ilan etmesine karşı, Sayın Cumhurbaşkanımızın girişimleriyle Birleşmiş Milletler’de yapılan oylamada, neredeyse bütün devletler ABD ve İsrail’i yalnızlığa mahkûm etmişti. Benzer şekilde geçtiğimiz günlerdeki “iki devletli çözüm” oylamasında da ABD ve İsrail’in yanında yalnızca birkaç küçük devlet kalmış, uluslararası toplumun büyük çoğunluğu Filistin’in haklılığını tescil etmiştir.
İİT dönem başkanlığı Türkiye’de iken dile getirdiğim önemli bir öneri, büyük İslam ülkelerinin kendi aralarında bir saldırmazlık paktı kurmasıydı. Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan ve Pakistan’ın oluşturacağı böyle bir omurga, diğer İslam ülkelerinin de katılımıyla güçlü bir güvenlik çerçevesi yaratabilirdi. Ancak İsrail’in Katar’a yönelik saldırısı, Orta Doğu güvenlik paradigmasını kökten sarsmış ve bu tür işbirliklerinin aciliyetini ortaya koymuştur. Bugüne kadar Arap ülkelerinin güvenliği büyük ölçüde ABD’ye milyarlarca dolar akıtarak sağladıkları düşünülüyordu; bu da onları bağımlı ve pasif hale getirmiştir.
Sayın Cumhurbaşkanımızın Birleşmiş Milletler’de “İsrail’in sınırı nerededir, İsrail nerede duracaktır?” sorusu aslında bu gerçeğe işaret etmektedir. İsrail, gayrimeşru bir devlet olarak yalnızca bölge ülkelerinin değil, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi Batılı devletlerin de egemenlik haklarına saygı duymamakta; sadece ABD’nin desteğiyle ayakta durmaktadır. Bugün Avrupa’nın da kendi güvenlik mimarisini ABD dışında inşa edememesi, benzer bir bağımlılığı gözler önüne sermektedir.
Zaman zaman “Arap NATO’su” kurulabilir mi tartışmaları gündeme gelse de Türkiye gibi hem güçlü bir ordu geleneğine sahip hem de Müslüman dünyayla derin bağları olan bir ülke olmadan böyle bir mimarinin hayata geçmesi mümkün değildir. Bu nedenle Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Katar gibi ülkeler, güvenliklerini sağlamak için Türkiye ile daha yakın bir işbirliğine yönelmek durumundadır. Çoğu zaman büyük tehditler, ülkeler için kendi geleceklerini inşa etme fırsatına dönüşebilir. İİT, bu süreçte öncelikle saldırmazlık paktı oluşturmalı, ardından da Müslümanlara yönelik saldırılarda ortak tavır alabilecek bir güvenlik çerçevesi geliştirmelidir.
İsrail’in Katar’a saldırısı, başta Suudi Arabistan olmak üzere bölge ülkelerinin kendilerini tehdit altında hissetmeleri açısından bir uyanış niteliği taşımaktadır. Umarız bu süreç, onların ABD’ye bağımlılıklarını daha da derinleştirmek yerine, bağımsızlığa doğru adımlar atmaları için bir dönüm noktası olur.
Kudüs Rum Ortodoks Patriği Theofilos’un Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Hz. Ömer’in Kudüs fethinden sonra Patrik Sophronius’a verdiği “eman belgesinin” kopyasını sunması ise sembolik ve tarihsel açıdan anlamlıdır. Bu belge, İslam fetihlerinin sadece askerî değil, aynı zamanda ahlaki ve hukuki bir çerçeveye dayandığını; özellikle gayrimüslimlerin can, mal ve ibadet özgürlüğünün garanti altına alındığını gösteren en önemli metinlerden biridir. Bugün böyle bir hatırlatma, Kudüs’ün çok dinli kimliğinin korunmasına yönelik bir çağrı olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda bu hediye, Osmanlı’dan günümüze Müslümanların Hristiyan topluluklarla kurduğu tarihsel hoşgörü geleneğini yeniden gündeme getirmekte ve Kudüs’ü barış ile birlikte yaşamanın sembolü olarak konumlandırmaktadır.
Rum Ortodoks patriğini bu sembolik hediyeyi tesadüf eseri vermemiştir İslam ülkelerinin öncü gücü ve güçlü lideri Erdoğan’a Kudüs’teki çok dinli emanete sahip çıkmayı salık vermektedir. Bugünkü İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısından umarım güçlü bir duyarlılık ve karar çıkar.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.