ABD’nin yıllardır sürdürdüğü İran’ın nükleer programını sınırlandırma ve nükleer bir güç olmasına izin vermeme çabalarında yeni bir dönem başladı. Varılan ateşkes anlaşmasıyla sona eren 12 günlük savaş süresince ortaya çıkan ABD-İsrail iş birliği, bundan sonra İran’ın nükleer güç olmasını engellemek için yeni formül haline gelebilir. Daha önce Stuxnet saldırısı gibi ABD ve İsrail’in gizli operasyonlarının diplomatik baskıyla desteklenerek İran’ın anlaşmaya zorlanmasına dayanan bir çaba söz konusuydu. En son yaşanan savaşta ise İsrail’in İran’a karşı saldırılarının ABD’yi de askeri çatışmanın içine çekebildiği bir formülün gerçekleşebileceğini gösterdi. Daha önce Amerikan güvenlik müesses nizamının aktörleri bir yandan İsrail’in İran’a saldırılması gerektiği tezine direnirken bir yandan da diplomatik bir anlaşmaya zorlamak için gizli operasyonlara destek verirlerdi. Ancak Washington bu sefer Netanyahu’nun Trump’ı savaşın içine çekmesine mâni olamayarak savaşın daha kapsamlı bir bölgesel savaşa dönüşmemesiyle yetinmek zorunda kaldı.
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ABD’nin İran’a karşı güç kullanarak nükleer güç olmasını engellemesi gerektiği yönündeki lobi çabaları en az otuz yıldır devam ediyor. İran’ı varoluşsal bir tehdit olarak tanımlayan Netanyahu’ya Amerikan güvenlik çevrelerinde ABD’yi savaşa sokma ihtimali yüzünden az da olsa hep bir mesafe koyuldu aslında. Özellikle Kongre üzerindeki etkisini adeta ‘tepe tepe’ kullanmaktan çekinmeyen Netanyahu, Amerika’nın Ortadoğu politikasını İsrail’in güvenliği merkezli inşa etme çabasında önemli başarılar kazandı. İsrail’in niteliksel askeri üstünlüğünün (QME) korunmasına ilişkin 2008’de geçen Amerikan yasası buna verilebilecek önemli bir örnek. ABD, İsrail’in askeri kapasitesini Ortadoğu’daki diğer ülkelerden daha güçlü tutmak konusunda yasal yükümlülük altında. İsrail’e en yeni silahları satan ve düzenli mali yardım da veren ABD bir yandan da BM gibi uluslararası platformlarda ‘İsrail’in avukatlığını’ yapmaya devam etti. Bu hamilik karşılığında Ortadoğu’nun siyasetini yönlendirmek için ‘kolay bulunmaz bir nimet’ kazanan ABD, İsrail’in güvenliği için savaşa girmekten ise imtina etmeye çalıştı. Amerika’nın İran’ı hem İsrail’in operasyonları hem de Rusya ve Çin’le diplomatik angajman üzerinden baskı altına alması Washington’ın adeta standart operasyonu haline gelmişti.
En son 12 günlük savaşta ise bu oyunun kuralları kritik açılardan değişti. İsrail 7 Ekim sonrasında İran’ın bölgesel müttefiklerini sınır tanımaksızın vurmakla kalmayıp İran’a da doğrudan saldırdı. Bu saldırıları karşısında İran’ın cevap verme yeteneğinin olduğu zaten biliniyordu ama ABD’nin savaşa gireceğini hesap eden Tahran topyekûn bir savaştan kaçınan bir profil çizdi. İsrail’e saldırılarını önceden ABD’yi bilgilendirerek yapan İran, Hizbullah ve Hamas’ı koruyamayacağını ve kendini savunmada güçlük çekeceğini göstermiş oldu. İsrail’i cesaretlendiren bu denklem, Netanyahu’nun eski oyunun kurallarını değiştirmek için adım atmasını sağladı. Kişisel siyasi kariyerini savaşı genişleterek kurtarmaya çalışan Netanyahu, Trump’ın sınırlarını test etmeye karar verdi. Trump’ın hiç hoşnut olmasa da sınırlı biçimde savaşa dahil olma denemesi, en azından şimdilik başarılı bir siyasi operasyon olarak değerlendirilebilir. Ancak bundan sonra İsrail’in Washington’ı savaşa ikna edebileceği varsayımının yeni oyunun bir parçası haline geldiğini söyleyebiliriz. Yani hem İran gibi bölgesel aktörler hem de Rusya ve Çin gibi küresel güçler, ABD’nin İsrail’in çıkarları için savaşa girebileceği varsayımından hareket etmek zorundalar.
İran uzun yıllar nükleer programının barışçıl olduğunda ısrar etmekle birlikte bu konuda uluslararası toplumu ikna etmekte zorlanmıştı. Nükleer eşikte olmayı diplomasi stratejisinin merkezine yerleştiren İran, bu eşiği geçmemek karşılığında yaptırımların kaldırılması gibi tavizler için müzakere etmeye devam etmişti. Obama’yla yaptığı anlaşmaya sadık kalmasına rağmen Trump’ın anlaşmayı yırtıp atmasına engel olamayan İran, uranyum zenginleştirme konusunda taviz vermeyerek İsrail’in karşı propagandasına zemin hazırladı. İran’ın nükleer kapasitesi olmasına rağmen nükleer güç olma kararını vermediği şeklindeki değerlendirme Amerikan istihbaratının ortak kanısı olduğu için müzakerelere hep şans tanındı ve İsrail’in askeri operasyon lobisine karşı koyuldu. Ancak Trump’ın anlaşmadan çekilmesi ve Kasım Süleymani suikastı, İran’ın ABD-İsrail cephesine misliyle karşı veremeyeceğini gösterdi. Uluslararası baskılar ve ABD-İsrail’in belden aşağı operasyonlarına rağmen nükleer bomba edinme kararını vermeyen İran, nükleer eşikte bulunmayı hep daha değerli buldu.
Ancak 12 gün savaşı bu denklemin artık sürdürülemez olduğunu gösteriyor. İran anlaşmalara sadık kalarak müzakerelere devam etse de Amerikan-İsrail ortaklığının savaşa girmeyeceğini varsayamaz artık. Trump her ne kadar kontrollü bir askeri operasyon yapsa da savaşa devam edilmemesi İran’ın karşılık vermemeyi kabul etmesinden kaynaklanıyor. Nükleer güce sahip rejimlerin Amerika’nın askeri operasyonlarından güvende olması gerçeği, İran’ı tek çarenin nükleer eşiği geçmek olduğuna ikna edebilir. İran nükleer silaha sahip olsaydı ABD ve İsrail’in saldırıları mümkün olmazdı şeklindeki bir analiz bölgesel nükleer silahlanma yarışını da tetikleyebilir. Buna karşın Ukrayna’nın Rusya içinde gerçekleştirdiği operasyonlar hatırlandığında, ABD’nin nükleer güç olan ülkelere karşı da sınırlı askeri harekatlara izin verebildiğine işaret ediyor. Nükleer güç sahibi ülkelerin konvansiyonel saldırılardan tam olarak güvende olduğunu söylemek pek de mümkün değil. Buna rağmen İran nükleer silahların rejimin ortadan kaldırılmasını engelleyecek kesin çözüm olduğunu düşünebilir ve bunda da haksız sayılmaz.
İran nükleer eşiği geçerse, sadece ABD ve İsrail’in hışmıyla değil bölge ülkelerinin de bu adımı atması riskiyle karşı karşıya olacağı açık. Son saldırılar sonrası İran’ın nükleer programının geriletildiği ancak tam olarak yok edilmediği değerlendirildiği için İran’ın nükleer eşiği hemen geçebilmesi pek mümkün görünmüyor. Ancak meselenin kapasite sorunu olması kadar siyasi karar sorunu olduğu da hatırlanmalı. İran nükleer güç olma kararı verirse, elindeki zenginleştirilmiş uranyumu de koruyabildiyse eninde sonunda bu hedefe ulaşmayı başarabilir. İran bu senaryonun maliyetinin yüksek olduğunu ancak nükleer güç olmanın da rejim garantisi olduğunu düşünebilir. Eski oyunun kurallarının değiştiğini ancak yeni oyunun kurallarının ne olduğunun tam olarak bilinmediği bir döneme giriyoruz. Bu da bölgeye yeni bir istikrarsızlık unsuru getirecektir. ABD-İsrail ikilisinin İran’a karşı birlikte savaşa girebileceği ve İran’ın nükleer eşiği aşma kararı alabileceği ihtimalleri, Ortadoğu’da bilinmeyenleri ve güvensizliği artıran yeni bir denklem yaratıyor.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.