Diyanet ve iftira

04:001/08/2025, Cuma
G: 1/08/2025, Cuma
Mahmut Ay

Geçtiğimiz günlerde birazcık imanı, azıcık insafı ve zerre kadar vicdanı olan herkesi rahatsız eden/etmesi gereken bir hadise yaşandı. Dindar bireyler, dinî kurumlar ve cemaatler hakkında çoğu asılsız olmak üzere aleyhte yayın yapmayı kendisine vazife edinmiş bir kesimin kontrolündeki internet sitelerinde en ‘flaş haber’, Mekke’de vazife yapan bir Diyanet İşleri Başkanlığı görevlisinin, 270 bin ABD doları rüşvet aldığına dair bir sözde haberdi. Bu haberi inandırıcı kılmak için de içeriği anlaşılmayan

Geçtiğimiz günlerde birazcık imanı, azıcık insafı ve zerre kadar vicdanı olan herkesi rahatsız eden/etmesi gereken bir hadise yaşandı. Dindar bireyler, dinî kurumlar ve cemaatler hakkında çoğu asılsız olmak üzere aleyhte yayın yapmayı kendisine vazife edinmiş bir kesimin kontrolündeki internet sitelerinde en ‘flaş haber’, Mekke’de vazife yapan bir Diyanet İşleri Başkanlığı görevlisinin, 270 bin ABD doları rüşvet aldığına dair bir sözde haberdi. Bu haberi inandırıcı kılmak için de içeriği anlaşılmayan kısa bir video görüntüsü servis edilmişti. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde bir kez görevli olarak hac vazifesini ifa etmiş biri olarak, sözde haberi okuduğumda “270 bin dolar gibi yüksek bir meblağı, hac organizasyonundaki bir Diyanet görevlisinin rüşvet olarak alması mümkün değil. Hac vazifesini yapmış olup oradaki durumu az çok bilen bir insan, böyle bir şeyin gerçekleşmiş olabileceğine asla ihtimal veremez.” diye düşündüm. Ancak videodaki kısa görüntü, oradaki işleyişi bilmeyen insanların kafasını karıştırabilecek nitelikteydi. Bahsi geçen sözde haber sitelerine göre, bir seferde 270 bin dolarlık rüşveti alan Diyanet görevlisinin, yıllardır rüşvet aldığı Diyanet yetkilileri tarafından biliniyordu ama ne hikmetse (!) bir türlü kendisine dokunulmuyordu. İlgili şahsın oğlu ve kayınbiraderi üzerine İstanbul’da onlarca dairesinin olduğu bilgisini (!) de ilave etmeyi unutmamışlardı. O sözde haberleri okuyunca, böyle bir haberin asla doğru olamayacağına inandığım için, Mekke’deki o Diyanet görevlisinin hem kendisinin hem de aile efradının ne kadar zor durumda kalmış olduklarını tahmin ettiğimden, olayın bir an evvel aydınlanması ve o görevlinin kamu vicdanında aklanması için bolca dua ettim.

Çok şükür ki, kısa sürede olay vuzuha kavuştu. Olaya bizzat tanıklık eden bir şahıs, bir video yayımlayarak meselenin bambaşka olduğunu anlattı. Olayın şahidinin anlattığına göre işin aslı şuydu: Özel bir hac turizm şirketi, 10 bin dolarlık bir meblağı, ihtiyaç sahiplerine dağıtılmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı’na gönderiyor. Muhasebe memuru orada olmayınca bir başka görevli o meblağı makbuz mukabilinde teslim alıyor. Sonrasında da eksik olup olmadığını kontrol etmek için sayıyor. O esnada, daha önce Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde çalışırken işine son verilen ve bu sebeple Diyanet’e kin besleyen birisi, kendisince kurumdan intikam almak için bu ânı fırsat biliyor ve parayı sayan kişiyi videoya alıyor. Olayın şahidi, Allah’ın adını vererek durumun bundan ibaret olduğunu, makbuzun ilgili birimlerde mevcut olduğunu ifade ediyor.

Olayın şahidinin bu ifadeleri üzerine dindar insanların idaresindeki haber siteleri, olayın gerçek yüzüne dair bu tanıklığı paylaştılar. Dindar bireylere ve kurumlara düşmanlığı vazife edinen sözde haber sitelerinde ise meselenin gerçek mahiyetiyle alakalı en ufak bir haber yayımlanmadı. Adım gibi eminim ki, kendileri de böyle bir şeyin imkânsız olduğunu biliyorlardı. Ancak değil mi ki dindarlar aleyhine ve Diyanet İşleri Başkanlığı gibi güçlü bir dinî kurumun aleyhine kullanılabilecek bir olay vardı; hemen insafsızca haberleştirildi ve tüm Türkiye’de yayılması için çalışıldı. Son zamanlarda dindarların ahlâk anlayışını acımasızca eleştiren hem seküler hem de dindar camiadaki bazı zevat, bu mesele üzerinden sekülerlerin ahlâk anlayışlarını sorgulama lütfunda bulundular mı acaba?

Sekülerlerin, asılsız olayları yaşanmış gibi göstererek dindar bireylere ve kurumlara çamur atma çabaları, üzücü bir durum. Ancak asıl üzücü olan, bu tür asılsız hadiseleri, birbirleri aleyhine kullanmak üzere dillendiren, yayan, basında yayılmasına neden olan sözde dindar (!), hatta hacı hoca (!) taifesinin içine düştükleri ahlâkî çürümüşlüktür. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde yolsuzluk yapacak birinin olduğunu pek sanmam; ancak aynı kurum içinde birbirine yolsuzluk ve başka pek çok konuda kolayca iftira atmaya meyilli hatta hevesli ‘kelli felli’ insanların, makam mevki sahibi tanınmış hocaların (!) maalesef var olduğu da herkesin malumudur. Bir cami derneğini, bir Kur’an Kursu vakfını ele geçirebilmek için ya da sırf kendi tanıdığı kişinin bir makama gelmesi amacıyla onun rakibi konumunda olanların ayağını kaydırmak için ne kadar basit ve bayağı iftiraların atılabildiğine zaman zaman şahit oluyoruz maalesef. Asıl üzücü olan ve asıl konuşulması gereken budur.

İftira; yalandan daha büyük bir günah, daha çirkin bir ahlâksızlıktır. Zira iftira, katmerli yalandır. Her yalan, bir menfaat için söylenir ama yalanda mutlaka bir kişiye zarar vermek söz konusu olmayabilir. Ancak her iftira hem bir yalandır hem de birilerine haksız yere zarar vermek ve asılsız yere itibar suikastı yapmaktır. Efendimiz’in (sav) insanı manevî helake sürükleyecek ‘yedi büyük günah’ arasında her defasında zikrettiği günahlardan birisi, masum bir insana zina iftirası atmaktır (kazf).

Ancak bazen zikretse de her defasında zinayı bu yedi günah arasında zikretmemiştir. Bendeniz bundan, şunu anlıyorum: Birine bir günahın iftirasını atmak, o günahı işlemekten daha veballi bir günahtır. Buna rağmen, Müslüman toplumlarda tarih boyunca güç ve iktidar için maalesef çok çirkin iftiralar atılmıştır. Bunlardan birini örnek vermek isterim. Sa’d b. Ebî Vakkas’ı (ra) hepimiz duymuşuzdur. Cennetle müjdelenen on sahâbîden biridir. Cihat meydanlarındaki en yiğit sahâbîlerdendir. Hz. Ömer tarafından Irak cephesi başkumandanlığına getirilmiş ve Kadisiye’de Sasaniler’e ağır bir mağlubiyet yaşatmıştır. Akabinde, Hz. Ömer’in emriyle Kûfe şehrini kurmuş ve Kûfe valiliği görevine getirilmiştir. Lâkin böyle kıymetli bir sahâbî hakkında dahi ileri geri konuşanlar ve iftira atanlar olmuştur. Ganimetleri adil bir şekilde paylaştırmadığı, gazaya çıkma konusunda gerekli hassasiyeti göstermediği ve namazları çok uzun kıldırdığı konusunda iftiraya maruz kalmıştır. Hz. Ömer de meseleyi tetkik ettirmiş ve Sa’d’ın (ra) iftiraya uğradığına kanaat getirmiş olmasına rağmen fitneyi önlemek amacıyla kendisini görevden almıştır. Kendisine atılan iftiralara üzülen Sa’d (ra), bu iftiraları sesli bir şekilde dillendiren Üsâme b. Katâde isimli şahsın yüzüne karşı üç hususta beddua etmiş ve rivayetlere göre her üçü de tutmuştur.

Hâsılı, iftira çok çirkin bir ahlâksızlıktır. Ama hadisenin şahidinin anlattığına göre mezkûr olayda olduğu gibi, hac organizasyonunda görev yapan eski bir Diyanet çalışanının, şahsi bir menfaat sebebiyle bir Diyanet görevlisine iftira atması çok daha çirkindir. Sekülerlerin haber sitelerinde bu iftiranın haberleştirilmesinden çok daha vahim ve üzücü olanı, dindar (görünümlü) insanların birbirlerine bu kabil çirkin iftiralar atabilmeleridir. Bu hadisede iftiraya uğradığı anlaşılan Diyanet görevlisinin şahsında tüm Diyanet camiasına geçmiş olsun diyor; dindar (görünümlü) insanların iftiranın çirkinliğini ve ahiretteki vebalini bir kez daha düşünüp ona göre bu kötülükten uzak durmalarını temenni ediyoruz. Hak Teâlâ, cümlemizi iftiranın her türlüsünden muhafaza eylesin!

#Aktüel
#Hayat
#Mahmut Ay