Çocukluk ve ilkgençlik yıllarımın geçtiği Erzincan’da yirmi yıl içinde hatırımda kalan (1950-1970) sadece Kahveci Yaşar’ın vurulmasıdır. Onun için kimi kaza demişti, kimi kavga.
Kapıları açık bırakıp yatardık. Şimdi öyle mi?
Yolda, trafikte, metroda, otobüste, kahvede, parkta her yerde gündüz ve gece hayatımızı karartan şiddet sahneleri ile karşılaşıyoruz.
En hafifi şöyle: Biriyle bakışmayagör “
” diyebilir. İnsanımızın canı burnunda. Geçim sıkıntısı, kalabalık, stres. Neyse ki telefon var. Topyekûn telefona bakıyoruz, böylece “Ne bakıyon lan” belasını atlatıyoruz.
Bu millet ne zamandan beri bu hale geldi?
Yolda hamile kadını sopayla döven adama kimse mani olmuyor.
Başına belâ almak istemiyor.
Ayırmaya kalksa adam bu defa bıçağı çekip kendisine saplayabilir.
Haksız yere işten atıldığını iddia eden biri uzun namlulu silahla iş yerini kurşunluyor. Saymakla bitmez.
Büyükşehirde yarım asır önce görece dengeli bir hayat vardı. Nüfus azdı. İktisadî, içtimaî, ahlâkî unsurlar geleneksel yapıyı koruyor, bu denge nispeten huzurlu bir hayatı yaşatıyordu.
Bu denge bir daha kurulamadı.
Yıllar sonra çekilen “
” o günleri yaşayanlarca pek sevildiği için tuttu. Artık ilgi görmez, çünkü o nesil aramızdan ayrıldı.
“Aile” diyorlar, doğru, aileye önem vermeli. Ancak aileyi huzur içinde yaşatacak şartları oluşturabildik mi?
Geçen yıl TV’de bir “Aile” dizisi gösterildi ve çok izlendi. Ama bu aile İtalyan usulü bir “mafya ailesi” idi.
Zaman geçti Anadolu bir sel gibi büyük şehre aktı. Bu “
” Türkiye’yi bir deprem gibi sarstı.
Büyük şehir bu selde boğuldu. Hiçbir “değer” ayakta kalamadı. Ekonomi ahlâkın yerine geçti. Rant ekonomisi. Her şey kapanın elinde kaldı. “Güçlü olmak” baş tacı oldu.
Bugün sana kafa tutan, üstüne yürüyen “
” diyen maganda, aslında “
” demektedir. Açıkçası “
Paran kadar konuş”tur. Ülkemize böyle bir sosyoloji, böyle bir psikoloji hâkim.
“Güç” zamanla organize oldu, her sokakta bir “çete” kuruldu. “Güç” uluslararası uyuşturucu şebekelerinden, istihbarat örgütlerinden, partiden, aşiretten, şirketlerden, bürokrasiden hâsılı “
”nden devşiriliyordu. Sokaktaki işsiz genç anında istihdam edildi.
Sayın Bakan Ali Yerlikaya’nın ısrarla sürdürdüğü mücadele sonucu “çeteler” birer birer çökertiliyor. Bitti diyorsunuz, bitmiyor. Sayıları neredeyse bine ulaştı. (Sayın Bakanı tebrik ediyorum)
Çete hâkimiyeti yıllar içinde bir atmosfer, bir psikoloji oluşturdu.
“Köşeyi dönmek” mi istiyorsun? Bir “çete”ye gir. Daha büyük oynamak istiyorsan sen de bir “çete” kur.
Bu atılımın ilk adımı bir “silah” edinmektir. Silah “güç”tür. Silahı olanın, hele bir de çeteye girmişse yürüyüşü bile değişir. Bu kabadayılık o kadar yaygınlaştı ki, liseli öğrenciler silah taşımaya başladı.
Silah sayısının 50 milyonu geçtiği söyleniyor.
Silah bulundurana öyle bir ceza vereceksiniz ki, adamın hayatı kayacak. Bak bakalım o zaman yerli yersiz çekip “Yakarım ulan” diyebiliyor mu?
Ceza kanunu, ceza infaz kanunu her neyse değişecek.
“Yargı reformu” acilen yapılacak.
Cezaların artırılması meseleyi çözer mi?
Çözemez efendim, asıl çare eğitimde,
diyeceksiniz.
Haklısınız ama önce suç makinası psikopatların “Problem değil, girer aslanlar gibi yatar çıkarım” anlayışının değişmesi lazım.
Bu sebeple önce bir “mıntıka temizliği” yapılmalıdır. Ne yaparsan yap yanına kâr kalıyor anlayışını, bunu doğurduğu psikolojiyi yıkmak lazım.
Bu yolda “Disiplin şart”.
Ardından temel çözüm gelmeli! Toplumu sulh içinde ayakta tutacak iktisadî, içtimaî, kültürel denge mutlaka kurulmalıdır. Sosyal adalet, gelir adaleti başta geliyor. Özal döneminden itibaren yaygınlaşan “Köşeyi dön de nasıl dönersen dön” anlayışı yıkılmalıdır.
Dengesiz toplum dengesiz adamlar doğurur.
Sözümün başında Erzincan’daki sakin hayattan bahsetmiştim. O sükûnet tarım toplumunda yaşayan bir taşra şehrinin sükûneti idi.
Şimdi yirmi milyonluk bir metropolde yaşıyoruz. Kapitalizmin pençesinde vücut bulan “
” içindeyiz. Bu sebeple bize ait bir dengeyi bulmak hayli zor.
bu zorluğu yenerek inşa edilecek.