Kastamonu’nun boşalan köylerinde tek başına kalmış yaşlı erkekleri anlatıyor. Ailesi, çocukları İstanbul’da. Çok ısrar etmişler sen de gel, diye ama o doğup büyüdüğü köyünü bırakamamış.
Asırlardır köylerde tarım toplumunda sürüp gelen hayatın sona ermesi. İnsanlarımız toprağı terk edip büyük şehirlere göçtü. Göç asrın ikinci yarısında hızlandı ve bazı dağ köyleri ile geçimi zor orman köyleri büsbütün boşaldı.
Boşalan köyler birbirine benziyor. Ekilecek arazi yok gibi. Buralarda geniş anlamı ile hayvancılık da yapılamaz. Kıt kanaat geçim olan orman köyleri sanki.
Ancak tabiat harika.
Şehre göçen birinci nesil çok zorluk çekti. Ve onların yokluk içinde büyüyen çocukları. Metropolün çevresinde bir gecekonduda geçti hayatları. Seneler sonra bu semt şehrin ortasında kaldı ve o aileye en az on dairelik bir apartıman kazandırdı.
Göç en azından yetmiş yıldır sürüyor ve rant ekonomisi devam ediyor.
Bunlardan biri zurna çalıyor. Yalnızlığını arkadaşı zurnayı öttürerek gideriyor.
“En yaman kömüşü ben koşardım. En yağız ata ben binerdim” diyor.
Düğünleri anlatıyor, davul-zurna ile coşan gençleri. Sonra bir yere çöküp kendiyle konuşuyor: “Bu yıl kocadığımı anladım. Allah göstermesin gecenin birinde hastalanıversem kimi yardıma çağıracağım ki?”
Bir başkası ömrü boyunca hayvan beslemiş. “Zamanında bu köyden 150-200 baş sığır çıkardı” diyor.
İşte bir ömrün, bir hayat tarzının bitişi. Dönüp ağır ağır evine doğru gidiyor.
Yağmur sarı yaprakları sürüklüyor. Dallarda eğleşen rüzgâr bir ağıt yakıyor. Yönetmen bu ızdırabı tabiattan aldığı doyumsuz sahneler ile dile getiriyor.
Bir başkası takım elbisesini giymiş, ayna karşısında şapkasını itinayla takarken şunları söylüyor:
“Babam titiz adamdı. Titiz ve temiz. Benim de öyle olmamı isterdi. Onun sözlerini tutmaya çalışıyorum.”
Hazırlık bitince ağır ağır köy mezarlığına gidip babası için dua ediyor. Her hafta tekrarlıyor bunu.
Çatısı çökmüş, pencereleri dağılmış, gövdesini sarmaşıklar sarmış bir ev görüyoruz.
Gıcırdayan merdivenlerden çıkıp bir boş odaya giriyoruz. Bir yanda bir boş beşik, öte yanda bir oyuncak tahta araba, tavan tahtaları arasından gökyüzü gözüküyor.
Dördüncü kişi oldukça hareketli. Bir ayağı İstanbul’da. “On üç yaşında kaçtım köyden diyor. Kırk yıldır İstanbul’dayım bir hayrını görmedim.”
Her bahar köye gelip beş on hayvan alarak güze kadar besliyor, güzün onları satıp İstanbul’a dönüyor.
Uzak akraba bir yaşlı hanım onun yoldaşı. Birlikte topladığı mantarları ayıklıyorlar. Belli ki köyden ayrılanlar bu mantarı özlüyor.
Bu girişken ve henüz ihtiyarlığa adım atmamış adam arabası ile köyden ayrılıyor.
Üç köyün içinde üç yalnız ihtiyar hatıraları ve özlemleri ile baş başa kalıyor.
Elbette oralarda doğmuş, büyümüş; o toprakların suyunu içmiş, ekmeğini yemiş, oralarda sevmiş sevilmiş; oralar ait zihinlerin, kalplerin sahipleri duygulanır.
Ülkemizin, insanımızın asırlar sürmüş tarım toplumundan nasıl koparıldığını gösteriyor belgesel.
Son şahitleri konuşturarak.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.