Gazze’yi konuşmak

04:003/06/2025, Salı
G: 3/06/2025, Salı
Ömer Lekesiz

“Neren uzundur” diye sormuşlar bir muammere, “yaram uzundur” demiş. Yaramız dır dıştaki her şeye ilk çarpandır. Ağrısıyla zihnimizdeki varlığını sürekli diri tutarken, uzandığımız her yere de önce o varır; çünkü öndelik ve öncelik onun hakikatidir. Varlığından kaynaklanan endişemiz ve korkumuzla aklımızın, ilgilerimizin hep eşiğinde durur; onu unutmaya çalıştığımızda yani negatif gayretimizde bile yine fiillerimizin önüne yerleşen odur. Gazze tanımlı içsel yaramız da böyledir. Müslüman’ın kendisi

“Neren uzundur” diye sormuşlar bir muammere, “yaram uzundur” demiş.

Yaramız
dır dıştaki her şeye ilk çarpandır. Ağrısıyla zihnimizdeki varlığını sürekli diri tutarken, uzandığımız her yere de önce o varır; çünkü öndelik ve öncelik onun hakikatidir. Varlığından kaynaklanan endişemiz ve korkumuzla aklımızın, ilgilerimizin hep eşiğinde durur; onu unutmaya çalıştığımızda yani negatif gayretimizde bile yine fiillerimizin önüne yerleşen odur.
Gazze
tanımlı içsel yaramız da böyledir. Müslüman’ın kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olamayacağını haber veren Peygamber Aleyhisselam, “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine şefkat ve merhamet göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” diye buyurarak onu doğrudan bedenimize dahil etmiştir.

Bu sebeple Gazze insani ve imani yönden tarihi, siyasi, askeri… tüm izahların hem berisinde hem yanında hem de ötesinde durmaktadır. Neyi dinlesek ona çıkmakta, neye dikkat kesilsek o olmakta ve nereye baksak ufkumuzda o durmaktadır.

Bu çift sorumluluk yani insan ve mümin olarak yükümlülük, Gazze’yi -sürekli gündemde tutmak manasında- zorunlu olarak konuşmamızı gerektirmektedir. Ancak iki mesele var ki, bunu zorlaştırmaktadır.

Birincisi, Gazze hassasiyetini yüklenen toplum, toplum olmanın gereğine göre ses vermemizi değil yakınında çığlık atmamızı istemektedir zira toplumun müşterek dikkati buna yönelebilmektedir. Çığlığın zemini ise toplumu galeyana getirebilmek için kahramanlık nutukları atmaktır; olmayan üstünlüğü abartarak var-mış gibi göstermek, olmayan gücü kanırtmaktır.

İkincisi, zilletin kiplerinden olan acziyetin ifşası, işlenmiş ya da işlenmekte olan bir günahın tekrarlanması gibidir. Oysaki günah nefsî bir kaçınılmazlık olarak mazerete tabi olsa da söze dökülmesi bu mazerete dahil değildir. Bu nedenle onun Rabbimizden kalben mağfiret dilemede açılması ama dışta örtülmesi gerekir.

Bu iki mesele Gazze’yi konuşamama sonucu doğurduğu içindir ki, Gazze’de yaşanan vahşet gündemden tedrici olarak çekilmekte ve suskunluk bilerek ya da bilmeyerek zalimin zulmünde bir ortaklaşmaya evrilmektedir.

Bir üçüncü mesele daha var ki, siyasi yalanların gerçek gibi gösterildiği araçlarda, onların tashihine hükmedilemediği için, sahip çıkılmayan ve savunulmayan hakikatin kendini geri çekmesindeki gibi, o yalanların gerçekleri perdeler hale gelmesidir.

Örneğin,
Trump’ın
4 Şubat 2025 tarihinde, bu zamanın
Josef Mengelesi Netanyahu
ile görüşerek, Gazze’de soykırımdan kurtulan Filistinlilerin zorla komşu ülkelere gönderilmesini ve Gazze Şeridi’nin ABD tarafından devralınıp bir eğlence ve kumar mekanı olarak inşa edilmesini ihtiva eden bir planı açıkladığını bildiğimize gibi, ilk muhatap olarak Mısır ve Ürdün gibi ülkelerin -sözüm ona- bu planı reddettiklerini de biliyor ve akabinde Trump’ın “Madem istemiyorsunuz…”

diyerek geri adım attığını zannediyoruz.

Oysaki, bu zannımız sıradan bir yanılsamayı da aşarak
geri adım atma yalan
ın gerçekliğini pekiştirmekten başka bir yere çıkmadı. Zira Trump, kendisinden önceki başkanın Netanyahu’ya vermemekte ısrar ettiği tahrip en yüksek bombaları, silahları ona hemen göndermekle kalmadı, böylece “Gazze’yi cehenneme çevirme” tehdidini kuvveden fiile çıkarmış oldu. Netanyahu’nun o silahlarla ne yaptığı ise 4 Şubat 2025 tarihinden bugüne kadar Gazze vahşetindeki artıştan bellidir ve bu vahşetin en net özeti artık şudur:
ABD-İsraili, şimdi 7 Ekim 2023 – 4 Şubat 2025 tarihleri arasında
Gazze’de yaptığı soykırımın tanıklarını yok etmektedir.
Yani Trump’ın planı artık
tehcire
değil,
Gazze’nin imgesini yok etmeye
evrilmiştir. Çünkü Trump, Gazze’yi işgalinin, harabe görüntüsüyle Batılıların estetiğini bozan bir yerin düzeltilmesi olarak algılanmasını istemektedir. Yaşayan her Gazzeli bu algının oluşmasına manidir.
İmge, hafıza ve hatıra mı? Gazze ilgili insani ve imani hassasiyetlere sahip olanların bile
zillete alışmayı alışkanlık haline getirdikleri
şu ortamda kim bu meşum maksada karşı çıkabilir ki?

Böylece Trump’ın ilk planı, şimdi tehcire direnlerin de tanıklığını yok etme yönünde işliyor. Gazze katliamındaki artış ve ölümün açlık halinde yaygınlaştırılması bu işleyişi göstermiyorsa daha ne gösterecektir?

Gazze’de bugüne kadar katledilen 250 gazeteciye karşı, sözüm ona özgür ve bağımsız Batı medyasının sergilediği -aynı zamanda malum vahşeti sıradanlaştırma olarak- suskunluğun, bu
soykırımı tanıksızlaştırma planı
na zemin oluşturmadığını kim iddia edebilir?

Bu yüzden Gazze’yi konuşmayı bırakmamalıyız, konuşamamanın tüm nedenlerine rağmen…

#Gazze
#Filistin
#Ömer Lekesiz