Kan uyumaz, şiiri unutulur ama destanı unutulmaz

04:0012/07/2025, Cumartesi
G: 12/07/2025, Cumartesi
Ömer Lekesiz

Georges Didi-Huberman, dünyanın hali hazırdaki durumuna (işgal, zulüm, kölelik, ufuksuzluk, umutsuzluk, bakışların bozulması, yarın endişesi… vb.) denk düşen yanlarıyla kıyamet vizyonu nu reddetmemekle birlikte, “var kalma siyaseti”nin “tanımı gereği ve zorunlu olarak” kıyamet gününe ihtiyaç duymadığını belirterek onu aşmaya çalışır. Onun bu tutumunda asıl Ateşböceklerinin Var Kalma Mücadelesi’nden dört yıl önce yayımlanan (2004) Her Şeye Rağmen İmgeler adlı kitabında (trc.: İnci Uysal, Everest,

Georges Didi-Huberman,
dünyanın hali hazırdaki durumuna (işgal, zulüm, kölelik, ufuksuzluk, umutsuzluk, bakışların bozulması, yarın endişesi… vb.) denk düşen yanlarıyla
kıyamet vizyonu
nu reddetmemekle birlikte, “var kalma siyaseti”nin “tanımı gereği ve zorunlu olarak” kıyamet gününe ihtiyaç duymadığını belirterek onu
aşmaya
çalışır.
Onun bu tutumunda asıl Ateşböceklerinin Var Kalma Mücadelesi’nden dört yıl önce yayımlanan (2004)
Her Şeye Rağmen İmgeler
adlı kitabında (trc.: İnci Uysal, Everest, 2024) Auschwitz-Birkenau’nun gaz odasını gösteren dört fotoğraf karesini okuyuşunu ve bu okuyuşuna yöneltilen eleştirileri cevaplayışını dikkate almak gerekir.

Zira Didi-Huberman o fotoğrafları “hiç kimsenin mümkün olabileceğini tahmin edemediği (…) şey için bir imgelenebilir koparıp almak – çünkü bir imge başkası tarafından görülmek içindir.” şeklinde değerlendirirken, “…İmge bir ufuk değildir. İmge bize yakınımızda bazı parıltılar (lucciole) sunar, oysaki ufuk bize uzakta bulunan büyük bir ışığı (luce) vaat eder.” şeklindeki tespitini ise, Franz Rosenzweig ve (Marksist ama mesihçi) Walter Benjamin’in “var kalma”, Carl Schmitt ve Ernst Jünger’in “geleneklere geri dönüş” fikri üzerinden temellendirerek, “Benjamin’deki mesihçiliğin ünlü ‘dar kapısı’nın bir saniyeliğine zar zor açıldığı”nın ileri sürülüşünden de şu sonucu üretir: “İşte bu bir ateşböceğinin, karanlığın hükmü yeniden ele almasından hemen önce, dostlarını aydınlatabilmesi -onları çağırabilmesi- için ihtiyacı olan yeterli bir süredir.”

Aynı zamanda bir parıldamaya elverişli olan bu süre, Auschwitz-Birkenau’dan çekilmiş dört fotoğraf için mümkün görülebiliyorsa, Gazze’de katledilen iki yüz elliden fazla gazetecilerin, sayısı milyonla ifade edilebilecek olan fotoğrafları ve videoları parıldama anını aşıp, soykırım karşısında körleşmiş vicdanları bile tedirgin edecek şekilde şavkımaz mı?

Gaz odasını gösteren dumanlı, silik ve bir o kadar da meşkuk dört fotoğrafın, Gazze enkazından çekilmiş gövdelerinden mahrum binlerce çocuk kolunun ya da bacağının; sahipsiz kalmış binlerce yırtık ayakkabının, yarım terliğin, bir enkazın üstüne hıçkırıklar içinde bağdaş kurmuş çaresizliğin, sargılı başın, dizlerin… fotoğraflarının yanında hâlâ değerinden söz edilebilir mi?

Holokostla Gazze soykırımı karşılaştırmak niyetinde olamayız çünkü i
nsan olmaya ya da olmaya
dair bir seçimle karşı karşıya kalırız. Zira Holskostta Yahudi olarak değil
Muselmann
olarak öldürenlerin torunları tarafından Gazze’de üretilen bu vahşetin
insan
tanımlı olması
mümkün değildir. Üstelik Gazzelilerin yardım için çağırabilecekleri dostları da yoktur. Bu sebeple biz Gazze soykırımıyla ilgili yakınmalara bile sağır kesilmiş olan Batı’yı ve onların müttefikleri olan Arap vali-krallarının aymazlıklarını sorgulamaktan vaz geçerek, konuyu sadece insan olabilenler ya da kalabilenler cihetinden bir
hakikat
meselesi
olarak konuşmaktayız.

Buna göre Didi-Huberman’ın mesnet edindiği dört fotoğrafın, parıldama / aydınlatma ve dostlarını yardıma çağırma işlevini kat be kat aşan bir ışıktan yani Gazze destanından söz ediyoruz.

Çünkü Gazze’de katledilen katledişiyle, yaşayan aç ve biilaç yaşayışıyla birer ateşböceği olma karakteri taşıyor. Ölümü ve dirimi yani çift katlı bir direnişi gözlere ve dillere birlikte sunan bir hakikat! Ve bu hakikat şunu söylüyor: Gazze soykırımında yok-ediliş, kan ile kayda (yazıya, fotoğrafa) giren bir yok-ediliş olarak, tam da bu nedenle artık yokluğu mümkün olmayan bir varoluşa durmuştur. Kan zaten uyumaz ve bu nedenle Gazze soykırımı, öldürülemez bir imgeye, yani ateşböceği destanına dönüştürmüştür.

“Yalnızca bir dünyada değil, en az iki dünya arasında bir yerde yaşıyoruz. Birincisi ışıklarla dolup taşmış, ikincisi ise baştan sona parıltılarla donatılmış. Işığın merkezinde, acımasız Hollywood zihniyetinin tamamen zıt anlamda kullandığı, sözüm ona
halk (people)
olarak anılan
starlara
-yıldızlar, bildiğimiz gibi, tanrısal isimler taşır- inanmaya yönlendiriliyor ve çoğu zaman faydasız, içi boş bilgilerle dolduruluyoruz. (…) Ancak uçlarda, yani sonsuz derecede daha geniş bir bölgede, hakkında çok az şey bildiğimiz ve bu nedenle karşı-bilginin giderek daha gerekli göründüğü sayısız halk var.
Ateşböceği-halklar
geceleyin ‘saltanatın’ projektörlerinden kaçıp uzaklaştıklarında bütün güçleriyle hareket özgürlüklerini arar ve arzularını gerçekleştirebilmek adına, yani kendi parıltılarını yayıp diğerlerine ulaştırmak adına imkânsızı başarırlar.” diyor ya Didi-Huberman, işte Filistinliler / Gazzeliler o halklardan biridir ve hem ölümde hem dirimde kendi parıltısını destanlaştırmaktadır.
#Aktüel
#Toplum
#Ömer Lekesiz