Sanatın sergilenmesinde ‘içi beni dışı eli yakan’ konular

04:0029/05/2025, Perşembe
G: 29/05/2025, Perşembe
Ömer Lekesiz

Koca İstanbul’daki sergievlerinin (Beyaz Küplerin, sanat galerilerinin) göze batan üç beş yerde resmî kurumlara, çoğunluğunun ise özellikle beyazların ikamet ve/ya eğlence maksatlı olarak toplandıkları yerlerde bankalara, holdinglere, aile şirketlerine ya da şahıslara ait olduğu malumdur. Resmî sergievlerinin sayısı mahdut olduğundan, sanatçılar buralarda uzun süreli kuyruğa girmekte ve ancak içeride adamı olanlar sergi şansına kavuşmaktadır. Beyazların sahasında bulunan sergievlerinde de henüz

Koca İstanbul’daki sergievlerinin (Beyaz Küplerin, sanat galerilerinin) göze batan üç beş yerde resmî kurumlara, çoğunluğunun ise özellikle beyazların ikamet ve/ya eğlence maksatlı olarak toplandıkları yerlerde bankalara, holdinglere, aile şirketlerine ya da şahıslara ait olduğu malumdur.

Resmî sergievlerinin sayısı mahdut olduğundan, sanatçılar buralarda uzun süreli kuyruğa girmekte ve ancak
içeride adamı olanlar
sergi şansına kavuşmaktadır. Beyazların sahasında bulunan sergievlerinde de henüz ünlenmemiş olanlarla, geleneksel sanatın icracıları a priori (evvelî) olarak yer bulmayacakları için geriye
yasak savma
kabilinden sahip çıkan belediyelerle, koyunun bulunmadığı yerde Abdurrahman Çelebi olan keçi misali merdivenaltı sergievleri kalmaktadır.
Belediyeler demişken istitraden belirtelim ki, İstanbul’daki belediyeler içinde Zeytinburnu Belediyesi Başkanlığı’na ayrıca işaret etmek gerekir. Çünkü önceki belediye başkanı gibi Başkan
Ömer Arısoy
da, sanata duyduğu özel ilgiyle kurum binalarında -henüz müstakil bir Beyaz Küp inşa etmemekle birlikte- uygun bulunan her alanı sanat sergilerine tahsis etmektedir.

Buraya kadar olan sözlerimiz sergievi planında yer imkanı ve bu imkandan kimlerin nasıl yararlandırıldığıyla alakalıdır.

İşin bir de sergievi sahipleriyle sanatçılar arasında gerçekleşen pazarlama ve pazarlanma boyutu var ki, buradaki ilişkinin son derece netameli olması bakımından bu konuya girmememiz şimdilik daha uygun olacaktır. Zira bu, pazarlamacıyla (sergievi sahibiyle), pazarlananın (sanatçının ve eserinin) sanatı ticari bir metaya dönüştürme cürmünde ortaklaştıkları, özellikle de
Nicolai Hartmann
’ın Estetik kitabında özgürlüklerine tanrıların bile müdahale edemeyişiyle tanrı-üstü bir yerde konumlandırdığı sanatçının sergievi sahibi karşısında aniden şirin, masum ve mahzun bir zaara dönüşüvermesinin tablolaştığı bir konudur.

Evet, bunu geçelim ama ele aldığımız sergilenme meselesinde modern ve geleneksel sanat ayrımını zorunlu kılan ilgili zihniyetlerdeki kan uyuşmazlığını, daha açık bir söyleyişle söz konusu kan uyuşmazlığının modern algı ve anlayışlara zorunlu tabi olmuş esasında nasıl eritildiğini ana hatlarıyla da olsa konuşmadan geçmeyelim.

İsmail Güleç
’in hazırladığı ve sunduğu -yakın zamanda tekrarı yayınlanan- değerli bir televizyon programında
, Hüseyin Kutlu
Hocamızın (ekibiyle birlikte el emeği, göz nuru ve mümin gayretiyle yazdığı) İstanbul Mushafı’nın sergilenmesiyle ilgili hassasiyetlerine, çekincelerine, kuşkularına yeniden tanık olmam nedeniyle mezkur konuyu da tam buradan açmak istiyorum.

Şöyle ki, İstanbul Mushafı geçtiğimiz Mart ayının ilk haftasında Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından Konya’da sergilenmiş. Sergiyi bizzat görmedim ama internet ortamından görebildiğim kadarıyla, camdan (ya da mikadan) koruma içinde, seçilmiş iki sayfası açık olan Mushaflarla, hat tarzlarıyla ait oldukları devri yada devleti belirtecek şekilde büyütülerek basılmış çerçeveli muhtelif sayfalardan oluşan sergide seyredenin gerçekten neyi ne oranda gördüğü öncelikli bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çünkü sıradan bir kitaptan değil Allah’ın kitabı olan Kur’an’dan söz ediyoruz ki o “kâğıt üzerine yazılmış bir kitap” olarak inmedi. (En’am, 6/7) İşitmenin ve itaatin yani iman ve amel etmenin görmeye öncelendiği bir zihniyete göre okunmak, anlaşılmak ve tabi olunmak üzere inzal edildi. Kur’an’ın dinin öğrenilmesi ve toplumsal zorunluluklar nedeniyle Reşit Halifeler devrinde Mushaflaştırılması yani iki kapak arasında kitaplaştırılması onun işitme, itaat, iman ve amel esasının ötesinde bir işleme ya da işleve tabi tutulmasına asla bir sebep teşkil etmez. Dolayısıyla bu bağlamda Kur’an’ın sergilenmesi diye bir talep, yönelim ya da eylem -kendi asliyetinde- olmadığı ve olamayacağı gibi zikrettiğim esasların dışında bir Müslüman’ın yazma ya da matbu bir Mushafı
sahiplenmesi
de düşünülemez.

Eğer bu olmayanı oldurmaya, düşünülemeyeni düşünmeye yönelirsek ne olur?

Her şeyden önce insanın ruhiyatıyla/psikolojisiyle ve İslam zihniyetiyle bir çelişki ve doğal olarak bir çatışma ortaya çıkar.

Bunu zikrettiğimiz sergiden ifade edecek olursak: Cam koruma içinde iki sayfası açık olarak
görüşe
sunulan Mushaf en azından onun okuyanı olma manasında insandaki sahiplenme duygusuna denk düşmez. Bilakis bu görme ama sahiplenememe hali -en uç, köşeli, riskli veya doğrudan tehlikeli bir söyleyişle- pornografik bir kanıksamaya neden olur.

Nasipse bu tehlikeli söyleyişi izleyen yazımızda açalım inşallah.

#aktüel
#hayat
#Ömer Lekesiz