Herhalde içinde yaşadığımız dönemin temel hususiyetlerinden biri her şeyi siyasallaştırmaktır. Türkiye’de de son zamanlarda sıkça işittiğimiz ve en çok şikâyet edilen sorunlardan biri, siyasallaşmanın ileri boyutlara ulaşması ve toplumun siyaset eksenli kutuplaşması olduğu söylenebilir. Bu durumun Türkiye’de son yıllarda zuhur ettiği de şikayetlerin hemen ardına eklenmektedir. Fakat gerçekte siyasallaşmanın yeni bir hâdise olmadığını hatta görünürlüğünün bile son yılların eseri olmadığını fark etmek gerekir.
Eski dünyada ahlâk ilmi, insan eliyle inşa edilen dünyanın kuşatıcı, çerçeve verici ve klasik düşünürlerin tabiriyle küllî ilmi idi. Özellikle on üçüncü yüzyıldan itibaren İslam düşünce geleneğinde ahlâk ilmi kapsamlı ve külli bir ilme dönüştü. Fârâbî, Maverdî, Ragıb el-Isfahânî, İbn Miskeveyh, İbn Sînâ, Gazzâlî ve Fahreddin er-Râzî gibi ahlâk düşünürlerinin derin tefekkürleri Nasîruddin et-Tûsî’nin Ahlâk-ı Nâsırî adlı eserinde bir araya getirilerek insan tarafından inşa veya kesp edilen dünyanın tamamını kuşatacak şekilde yapılandırıldı. Daha sonra büyük kelamcı Adudiddin el-Îcî tarafından bir ders kitabı formuna dönüştürülerek yaygınlık kazandı. Bu sebeple on üçüncü yüzyıldan itibaren yazılan ahlâk eserleri önce insanın ahlâklı olmasının anlamını ve insan güçlerini açıklayıp her bir gücün donanması gereken erdem ve erdemsizliklerden bahseder. Ardından ev yönetimine geçer, ailenin temel unsurlarını tespit ederek ebeveyn ve çocuk gibi birimlerin donanması ve kaçınması gereken erdem ve erdemsizlikleri açıklar. Daha sonra siyasete geçerek yöneten, yönetilen ve denkler ilişkisini tahlil ederler, çiftçiler, zanaatkarlar, tâcirler, askerler, bürokratlar gibi toplumu oluşturan zümrelerin erdem ve erdemsizliklerini ele alırlar. Böylece bir ferdin bu dünyada bulunabileceği muhtemel statülerin tamamını öncelikle ahlâkî, ikinci ve üçüncü olarak iktisadî, siyasî vs. bir mesele olarak vazederler. Yani iktisat ve siyaset gibi alanlar ahlâkın bir uzantısı olarak değerlendirilir.
Batı bilim ve teknolojisinin ortaya çıkışı, Sanayi Devrimi ve Fransız İnkılabıyla birlikte hem Batı’da hem de dünyanın Batı etkisinde kalan diğer bölgelerinde ekonomi-politik insani ilginin odağına yerleşti ve her şey, siyasetin uzantısı olarak ele alınmaya başlandı. Başlangıçta siyasetten özerk ve ona müdahil olmaya çalışan bir alan olarak görünen ekonomi de çok geçmeden siyasetin oldukça kullanışlı bir aracına dönüştü. Neredeyse siyasetten bağımsız bir şey düşünülemez hale geldi. Kitle iletişim ve ulaşım araçlarının korkunç derece gelişim göstermesi modern ulus devletlere vatandaşların mahrem hayatlarına kadar ulaşma imkânı verdi. Eski dünyanın özerk alanları birer birer özerkliğini kaybederek resmi ideolojilerin propaganda araçları haline geldi. Tabii ki diğer her şey gibi eğitim de iyi bir vatandaş yetiştirme idealiyle siyasetin bir aracına dönüştü. Özellikle zorunlu eğitim, devletlerin resmî ideolojilerinin taze zihinlere zerk edildiği bir vasıta olarak temayüz etti.
Modern ulus devletlerden biri olarak Türkiye de aynı süreçlerden geçti hatta geçmeye devam ediyor. Fakat resmî ideolojiler zamanında güncellenmediği takdirde bu süreçlerin yıkıcı sonuçları da oluyor. Bunlardan biri ve belki de en dikkat çekeni, Cumhuriyet’in kuruluş zamanındaki ideolojinin yön verdiği eğitim anlayışının kuruluş şartları kökten değiştiği halde katı bir şekilde devam ettirilmesi ve zamanla kemikleşmesidir. Üniversite sistemimiz, kuruluş dönemi ideolojisiyle uyumlu şekilde İslam geçmişini tahkir, tezyif ve inkâr üzerine kuruldu. Felsefe bölümlerinde başlangıçta kısmen müsaade edilen İslam dönemi nazariyatı çalışmaları kısa sürede tamamen dışlandı. Belki radikal bir Batılılaşma sürecine giren yeni devletin başlangıçtaki refleksleri mazur görülebilirdi fakat bu süreç yakın zamanlara kadar devam etti. Akıl almaz bir şekilde kendi geçmişine karşı ilgisiz kalan hatta geçmişiyle alay eden, geçmişinden tiksinen ve abartısız binlerce felsefe, kelam, hukuk, dil ve nazari tasavvuf kitabı bulunduğu halde ömür boyu bir tanesinin kapağını bile açmamayı hüner zanneden nesiller üniversite kürsülerine hâkim oldular. Hala da hâkimiyetleri devam ediyor.
Kanaatimce bu durumun hiçbir akılla izahı mümkün değildir. İmâm Gazzâlî, fıkıh ve kelam gibi şerî veya dinî bilimleri tahsil etmeyi bile dindarlık saymazken bu insanlar, Fârâbî, İbn Sînâ, Fahreddin er-Râzî, Nasîruddin et-Tûsî, Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi filozof ve düşünürleri okumayı dindarlık sanıyorlar. Bilmedikleri ve bilmeye dönük herhangi bir çaba göstermedikleri halde akılları sıra İslam medeniyetinin büyük düşünürlerini küçümsüyorlar. Bunu da çağdaş değerleri benimsemek ve hakiki felsefelerle iştigal etmek olarak takdim ediyorlar. Yani felsefe ve düşünceyle iştigali tamamıyla siyasallaştırıyorlar. Türkiye’de eğitimin bütün aşamalarının gerçekten yeniden ele alınması ve sahtelikten kurtarılması gerekiyor. Meraksızlık, ilgisizlik ve küçümseme erdem değil, akıl eksikliğidir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.